Bir ateş düştü içime, söndü yüreğimin feri...
Ellerim hala buz ve kanım donmuş...
Bedenim sıcaktan kavrulmuş başak...
Toprak örtüyor aşkı...
Bense...
yağmurlar utandı bugün benden
gökgürültüsü acizliğini yaşadı çığlıklarımda...
unuttun değil mi beni her geçen günün ardında
kapı arkalarında bıraktın yüreğini
hiç açmadın ve hep saklandın...
Aylardan Kasım ve ben üşümüyorum ilk defa kışı karşılarken...
Bir İstanbul masalı rüyasında gönlüm,
Hiç olamayacak kadar gerçek bir düş gördüğüm...
Dünden uzak yarından yakın bayram arefesinde gönlüm...
Küçük bir kızken, yeni ayakkabılarımı alıp koyardım baş ucuma,
Yine bir gece yarısı girdin düş'üme... İçim de susuzluk dudaklarım çatlamış, beynimin kırımları uyuşmuştu... Kavuşmaktı niyetim, elimi uzattığım anda kayboldun... Yine yoktun, yoksuldum...
Ne zaman pencereden baksam şehrini aydınlatan yıldızlara, merhametini esirgeyen gözlerin düştü evimin yangını oldun...
Şimdi bu gelişinde güneşini esirgeme benden... Bırak yansın yüreğim, sardığın bedenim, dokunduğun elim...
Alı solmuş dudaklarıma akan gözyaşlarım, senin kadar ıslatmıyor. Şimdiler de her gün Mayıs’ın 17 si, her gün Pazar… Yağmular Mayıs, Mayıslar yağmurlu Bulutlar… Ben Mayıs da BULUT’a aşık kızıl sonbahar…
Ey sevgili!
’’Yola düştüm sana geliyorum, kurtarma beni’’ demiştin… Kim kurtardı da seni, gözlerim aylardır nöbet tutuyor ayakta?
Bir arsızlık var düşlerimde, düş peşine diyen şımarık bir kız çocuğu... Sarmaş dolaş olmaktan korkan bir de kadın... Gece uyanıyor her ikiside... Kadın elinde sigarası sövüyor gelmişine geçmişine, küçük kız korkak ama istekli... Kadının gözlerinin içine bakamıyor, ecel kusuyor sanki kahpe...
Saklıyor terleyen ellerini ufaklık, saklıyor heyecanlı gözlerini... Ya duyarsa diyor yüreğinden gelen çırpınış seslerini... Korkuyor ve saklıyor küçük kız heyecandan titreyen bedenini...
Adam düşüyor bir kartanesi gibi yoksulluğunun üzerine... Zorlu yollardan geldiği belli... Soğuk bedeninde ne de güzel bir ahenk var... Kapama diyor ne olur aç sıcak ellerini... Avuçlarına düştüğümde eriyeceğim diye söz veriyor kadına... Ürperiyor içi kadının, soğuktan değil... Eriyip kaybolmasından korkuyor... Kadın biliyor hayatı ateş... Kendi ateş yakacak adamı kıyamıyor...
''Açılır sonsuz kere yoluna güllerim/Koparıp atsan da solmaz gönlüm, nafile...''
Kaç kez acıttın canımı sayısını unuttum...
Ve kaç kez gömdün zindanlara
/Prematüre düşlerimi...
Ben yine de kör kuyularda
Çok zaman sonra yeniden başladım yaşamaya... Sesi soluğu kesilmiş aşk inancımın elinden tutup, acıların üzerine toprak attım... Kirpiklerimde ıslanan düşlerim, yerini gülüşlere bıraktı... Ayrılığı, acıyı, hüznü büyütmeye alışmış yüreğim şimdilerde çıplak sevinçlere gebe...
Yalnızlığımı da özlemiyorum artık... Bana bu huzuru yaşatan duyguların babasına sarılıyorum her gece... Kaçırıp getiriyorum kendimi sislerin, pusların, sinsi öfkelerimin tenhasından... Salıveriyorum şarkıların ahengiyle coşan sevdamın içine...
Ateşe koşan kelebekler gibi koşuyorum sana... Herkes bilsin, herkes duysun, herkes görsün istiyorum... Yanışımı-yanışını... Şiir kokan ellerimi sürüyorum üzerine, acıların namesi temizlensin, kelimeler sevişsin istiyorum...
Sona gelmek mi asla.. Sensizliği kabullenmek o kadar zor ki...Sanki bu zamana kadar hiç ayrılıklar yaşamamış yeni doğmuş bir bebek gibi
hissediyorum kendimi...Oysa ne ayrılıklar ne acılar yaşadım ve yandım..
Zemheriyi en ayazıyla tattım...Yangınları çığlık çığlık, çırpınışlarımda uzatılan
hiç bir el olmadan kemiklerimi sızlatırcasına yaşadım...
Yutkunamamaktan boğazım şişti artık yüreğim gibi.. Bir yanım aşk diye
’' Bu gece bir perim eksik, evham yapmıyorum…Biraz da senin ellerini öpecekmiş! Sonra yine bana dönecekmiş…’’
Dilek çaputlarımın arasında nefes alamayan ıhlamur ağacım, artık boy vermeye başladı. Ayaklandıkça ‘’ daha çok dilersin! ‘’ dediğini duyuyorum. Sevinmiyorum… Sevinemiyorum.
Gelme zaten! Seni böyle daha çok özlüyorum. Yarım yamalak bir kez öpülmüş dudaklarımın, hasret ateşi sönerse diye korkuyorum.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!