Kapıyı sessizce çektim,
kırmadan, ama kırılarak.
Senin gidişin gibiydi bu kapanış:
bir ses çıkmadı,
ama her şey dağıldı içimde,
en çok da aynaya bakan yanım.
Yine geldim buraya…
senin yarım bıraktığın,
duvarlarında buharla birlikte
adın silinmeyen bu banyoya.
Burada ne zaman su aksa,
ben eksiliyorum içimden.
Havalandırma hâlâ bozuk.
“Dönüşte hallederim,” demiştin.
Döndün.
Ama elin değmedi.
O günden beri bu banyoda değil,
içimde birikiyor küf.
Nefes alıyorum,
ama dolmuyor içim —
sen yoksun,
hava bile seni özlüyor.
Aynanın kenarı çatlak.
Bir sabah elim çarpmıştı,
sen dönüp “hep bir telaş halindesin,” demiştin.
Şimdi o çatlak,
her sabah bakışımı ikiye bölüyor.
Biri hâlâ sana gülmeye çalışıyor,
diğeri... gülüşü kendinden utanıyor.
Dolabın ayağı kırık.
Tornavida sende kaldı.
Altı boş.
Dengesini kaybetmiş ama hâlâ devrilmemiş.
Tıpkı ben…
bir yere yaslanmadan,
ayakta kalmak zorunda kalan kalbim gibi.
Giderler tıkanmış.
Sen başını eğip,
“şuralarda hep bir şey birikiyor,” dedin.
Sadece su değil…
bazı sözler de akamıyor,
bazı duygular da çekilmiyor içten.
O gün çok konuşmadık.
Sessizlik yürüdü aramızda.
Yine de çıktık dışarı —
marketin en dip rafında
şampuan seçtik tartışarak.
Seninle her şeyi böyle alıyorduk zaten:
biraz inat,
biraz eksik,
ve sonunu bilerek.
Şimdi o şampuan hâlâ rafta.
Senin için alınmış,
ama kapağı senin elinle hiç açılmamış.
Orada öylece duruyor,
sanki içindeki koku bile seni bekliyor.
Ben bile bazen kapağını açamıyorum,
çünkü bazı şeyler ancak gidene yakışıyor.
Sifon bozuk.
Birkaç kere uğraştın.
Ters çevirdin, vidayı sıktın, sustun.
Ama olmadı.
Sonra dedin ki:
“Bakarız bir ara.”
Bakılmadı.
Sen gittin.
Ve burada hâlâ her şey,
eksik yapılmış bir veda gibi çalışmıyor.
Diş fırçan eğilmiş bardakta.
Sanki o da susmuş.
Benimki dik duruyor,
ama kelimelerim gibi içi boş.
Ağzımda cümle yok artık.
Senin yokluğunda dil bile
hangi yana dönse yara alıyor.
Havlu hâlâ sen kokuyor.
Deterjanla karışık bir ten izi.
Senin omzunun değdiği yer
avuç içimde yanıyor.
Sarılmıyorum.
Çünkü o havlu,
senin gidişini silmeye yetmiyor hâlâ.
Aynaya bakıyorum.
Gamzem yok.
Eskiden senin kahkahanla açılırdı.
Şimdi yok.
Göz kenarımda bir çizgi var sadece.
“Sen onun suskunluğundan sonra belirdin,”
diyor.
Ben artık içimdeki boşluğu
gülüşle değil,
çizikle taşıyorum.
Çöp kutusunda bir peçete var hâlâ.
Kıvrılmış, kurumuş…
ama sanki üstünde hâlâ söylenmemiş bir şey taşıyor.
Açmıyorum.
Çünkü bazı sessizlikler
katlandıkça daha çok kanıyor.
Ve ben artık
kanamasın diye değil,
akmasın diye susuyorum.
Banyoda sigara içtim bir gece.
Sen bağırmıştın:
“Sigara mı içilir burada?”
Ama sen gidince
dumanı ben oldum.
Kendimi yakmak,
seni yeniden duymak gibi geldi.
Ve içime çektiğim her duman
senin sustuğun yerden başladı.
Burada her şey yarım kaldı.
Susmakla çürümek arasında bir yerde asılı bu banyo.
Ve her şey hâlâ senin sesinle kımıldıyor,
sen yoksan da...
izlerin hâlâ konuşuyor.
Sifon hâlâ çalışmıyor.
Havalandırma hâlâ boğazıma çöküyor.
Aynanın kenarı çatlak.
Dolabın ayağı sallanıyor.
Ve ben...
ben hâlâ bu banyoda
gidişine ait ne varsa
birer birer yaşıyorum.
Hiçbir şey çalışmıyor artık bu banyoda,
senin yokluğun bile…
susmayı öğrenmiş.
Kayıt Tarihi : 19.6.2025 22:25:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!