Ekim denilince benim aklıma...;
Volga nehrinin donmak için henüz niyetlenmediği günlerde yani kış gelmeden önce., top ateşine tutulan ve yıkılan kışlık saraylar gelir...
Ve bir de takvimlerin., renklerin., yer ve zamanların farklılıklarına hiç aldırmayan bir çocuk gelir gözümün önüne... Gözlerini Volga’nın derin ve sessiz sularına daldırmış., ellerini kulaklarına kapatıp çığlık üstüne çığlık atan bir çocuk...
Ki yeryüzü., yeri yerinden oynatmak- gökyüzü .,rengini doğum rengine boyamak için bu çocuktan bu çığlığı beklemektedir sanki…
. ,
Ve Ekim denilince benim aklıma bir de..,
doğacak çocuklara konulmak istenen isimler gelir... Nisan gibi,.,Temmuz gibi ve Ekim gibi... Delikanlı yüreğimin ayrılıkları., acıları., ihanetleri ve hatta hüzünleri bile tatmamış taş gömleğinin üstünde yazılı ağır ve inançlı sloganların çocuklarına konulacak isimlerdir bunlar... Hani parmakların bile üşümediği ve Volga nehrinin hala buz tutmaya niyetlenmediği günlerde…
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.