Kur'an-ı Kerim'de "Tebbet Sûresi" (111. Sûre) 1. ayetinde geçen “yeda” kelimesi, Ebu Leheb’in gücünü simgelemektedir. Bu kelime sadece fiziksel bir el anlamı taşımamakta aynı zamanda “güç”, “düzen” ve “hükmetme” gibi anlamlarla kullanılmaktadır. Bu bağlamda, “Yedullah” ifadesinde Allah’ın kudreti, gücü ve yönetme biçimi vurgulanırken Ebu Leheb'in “yeda”sı da onun kurmuş olduğu zalim düzenin simgesidir. Tebbet Sûresi'nde Ebu Leheb’in ve onun izinden gidenlerin düzenlerinin bozulması ve yok olması için bir lanet ve ilahi bir uyarı yer almaktadır.
Ebu Leheb İslam’ın ilk yıllarında özellikle de Allah’ın birliğini ve putlara karşı olan öğretiyi savunan Nebi Muhammed’e ve müminlere karşı en büyük düşmanlardan biriydi. O, sadece kişisel bir düşmanlık güderek nebiye karşı savaş açmamış aynı zamanda toplumdaki düzenin değişmesinden, egemenliğin kaybolmasından ve kendi çıkarlarının tehlikeye girmesinden korkarak büyük bir direniş göstermiştir. Bu nedenle Ebu Leheb güce dayalı bir düzenin temsilcisi olarak öne çıkmıştır. Bu düzen yalnızca bireysel çıkarları için zulüm etmek ve halkı sömürmek üzerine kuruludur. Ebu Leheb’in inkarcı tutumu sadece dini anlamda değil sosyal ve politik anlamda da İslam’ın getirdiği yeni düzene karşı büyük bir direniş oluşturmaktadır.
“Tebbet Sûresi”nde geçen “yeda Ebu Leheb” ifadesi kelime anlamıyla “Ebu Leheb’in gücü” veya “Ebu Leheb’in düzeni” olarak çevrilebilir. Bu düzen güç ve statüye dayalı bir toplum yapısını simgeler. İslam’dan önceki Arap toplumunda ve Ebu Leheb’in şahsında toplumda güçlü olanların, fakirleri ve zayıfları ezmesi kendi çıkarları doğrultusunda toplumları yönlendirmesi yaygın bir anlayıştı. Ebu Leheb hem kişisel hem de toplumsal anlamda bu düzenin en önemli figürlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte Ebu Leheb'in ailesi özellikle karısı ona destek olarak bu düzenin devamını sağlamış ancak Kur’an’da bu işbirliği de lanetlenmiştir.
Kur’an Ebu Leheb ve onun izinden gidenlerin düzenlerinin tıpkı Ebu Leheb’in kendisi gibi sonunun geleceğini müjdeler. Bu düzenin güce dayalı mazlumları ezerek ve adaletsizlikle yürütülen bir düzen olduğunu gösterir. Tebbet Sûresi’nde geçen “Kahrolsun Ebu Leheb’in düzeni” ifadesi aynı zamanda toplumsal adaletin ve hakkaniyetin tecelli edeceği bir geleceğin işaretidir. Allah’ın mesajı böyle bir düzene sahip olanların zulmünün ve haksızlıklarının asla sonsuza kadar var olmayacağı sonunda tüm düzenin çökeceği yönündedir. Allah her türlü zalimliği ve haksızlığı düzeltecek bir düzeni kuracak ve bunun da Ebu Leheb ve onun düzenini yıkmakla mümkün olacağı vurgulanır.
Ebu Leheb’in hayatı sadece onun şahsına değil tüm güç odaklı düzenlerin nasıl bir çöküşle sonlanacağına dair önemli bir örnektir. Ebu Leheb sadece Nebi Muhammed’e ve müminlere düşmanlık yapmamış aynı zamanda bu düşmanlığı toplumun tüm katmanlarına yayarak düzenin adaletle işlemesini engellemeye çalışmıştır. Ancak Kur’an zalimlerin ve din düşmanlarının akıbetinin kesinlikle kötü olacağını bildirmiştir. Ebu Leheb’in ve onun gibi zulme dayalı düzenleri kuranların sonu bir uyarı olarak tüm toplumlara verilmiştir. Kur’an’ın mesajı gücü elinde bulunduranların da bir gün güçsüzleşeceği ve zulümle kurdukları düzenin bozulacağıdır.
Ebu Leheb’in düzeni sadece geçmişte değil günümüzde de benzer biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Güçlü olanların ezdiği, adaletin hiçe sayıldığı, haksız yere insanların haklarının gasp edildiği düzenler, modern dünyada da varlıklarını sürdürebilmektedir. İslam bu tür düzenlere karşı çıkmakta ve her zaman adaletin ve eşitliğin egemen olacağı bir dünya düzenini savunmaktadır. Ebu Leheb’in ve onun temsil ettiği güç düzeni sadece geçmişin değil günümüzün ve geleceğin de düşmanı olmaya devam etmektedir. Kur’an’da Ebu Leheb’in düzenine karşı verilen mesaj her dönemde geçerliliğini koruyan bir ilahi uyarıdır.
Kur’an Ebu Leheb ve onun düzenini yıkıcı bir güç olarak ele almakta ve bu tür zalim düzenlerin kesinlikle son bulacağını bildirmektedir. Ebu Leheb sadece kişisel bir düşman olarak değil aynı zamanda toplumda haksızlıkları ve zulmü simgeleyen bir figürdür. Onun düzeni Allah’ın adaletinin ve insanlık için en doğru olanın her zaman zafer kazanacağını müjdeler. Bu düzenin sonu hem geçmişteki hem de günümüzdeki tüm zalim düzenler için bir ders niteliği taşır.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta