İşte böylesine bir akılcı heyecanla, eğrilikle doğruluğun; erdemsizlikle erdemin, kıyaslandığı anlardan biridir, bu yemekli davet toplantımız.
Şu da unutulmasın ki, Aristo, Sokrates ve Eflatun(Platon) dönemi, bir köle düzeni ve köleci devletler dönemidir. Köle emeğinin, tükettiğinden fazlasını, artık değer olarak üretir olması, Atina Nüfusunun ¾ ünün köle nüfus olmasıyladır ki bu düşünürler, bozulan bu köleci düzeni düzeltmeye uğraşmakla meşguldürler. Bozuk köleci düzeni düzeltmek isteyen ahlakçılarıyla Sami, İbrani grupların monoteist anlayışları gibi uğraşçıdırlar. Ne var ki birinin kaynağı ilahilik iken, diğeri insan aklının müsademesidir.
Kocamış Kephalosun Daveti Sokrat'ın, o insanı kendinden geçiren efsuni anlatışı ile sürüp gidiyordu: “Toplumumuzu toplum yapan erdemlerimizdir” diyordu. Ve devamla; “toplumumuz olmasaydı ne yapardık” diyordu. Sokrat, kendisini dinleyenlerin içtenliğinden öylesine emin oluşçu söylemleriyle, önce sözü yanlışlıklara getiriyor. Sonra da ikinci konu olaraktan paranın ne işe yaradığını, ballandıra ballandıra anlatmaktadır. Ve konu tamda doğruluğun ne olduğunu anlatmaya gelmişti ki, Koca Sokrat az bir soluklanır oldu.
Şöyle bir etrafına bakındı, memnundu pür dikkat herkes kendisine kulak kesilmişti. Kimler yoktu ki davetliler arasında. Kadıköylü Thrasymachus ve öğrencileri Kharmantides, Kleitophon ve diğerleri...
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
sanırım bahsettiğin ulemalar şu bizim malum ulemalar.tam puanla tebrikler hocam.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta