. . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / . . _
Sende kaybolmak için arzı devirmek mi gerek?
Kaynayan lavlara dalmak, kora girmek mi gerek?
Mantığın öldüğü yerden çıkılır düşlerine
Sana vardıysa akıl, gayrı delirmek mi gerek?
Ben miyim aynadan ürkekçe bakan, bilmiyorum
Ben miyim, kendine kendinde nihan, bilmiyorum
Gözlerim zor duyuyorken, kulağım az görüyor
Var mıyım yok muyum aslında inan, bilmiyorum
Deliler çıldırıyor ağzıma geldikçe adın
Aklımın fikri mi tütmekte duman, bilmiyorum
Öyle bir çöl ki içim, her yanı cennet yeşili
Nasıl açmış bu çiçekler, bu fidan, bilmiyorum
Toprağım kin ve çamur, ekmeğim âfet ve zehir
Böyle şer tattı mı akreple çiyan, bilmiyorum
Durmadan ağlıyorum güldüğüm en son gülüşe
Bana düşman mı acep âh-u figân, bilmiyorum
Hangi yıl, hangi asırdır şu uzaktan beliren
Bu gelen hangi bahar, hangi hazan, bilmiyorum
Bir şarap var ki haramdır bulanın içmemesi
Kaç kadeh kırdı bu gün meyle keman, bilmiyorum
Ne yönüm belli ne yurdum, pusulam hayli bozuk
Lâmekân oldu mu ufkumda mekân, bilmiyorum
Arılar parçalıyor gülleri bal hakkı diye
Kim bilir kaç canı katletti kovan, bilmiyorum
Bu rezil sofrada bir ben miyim açlıktan ölen
Kaçımız iftara geç kaldı -amân- bilmiyorum
Okyanuslar öpüyor gövdemi ıslak ıslak
Ben kayıp bir kayığım, nerde liman, bilmiyorum
Kalemin yazdığı sevdâ, silinir silgi ile
Farklıdır belki şiirlerle roman, bilmiyorum
Bir karanlık koşuyor gölgemin ardınca sona
Ben miyim avcıya av, kimde nişan, bilmiyorum
"Susun ey ağdalı sesler" diyorum sessizce
Acıdan başka sükût, başka lisan, bilmiyorum
Ben mi doğdum ya da öldüm mü doğarken derime
Ömrümün çöktüğü bir ay mı haziran, bilmiyorum
Sana dem tutmak için gamda ezilmek mi gerek?
Kaderin çizdiği yardan düşebilmek mi gerek?
Gözlerin, bir bebeğin tattığı ilk anne sütü
İçip ölmek mi hüner, yoksa dirilmek mi gerek?
Sırların sırrını sırtında taşır sırça saray
Azıcık kaldı mı köşkümde tavan, bilmiyorum
Gönlü yağmur kurutur, ıslatır efkârını nâr
Kirpiğimden mi batar göğse çıban, bilmiyorum
Ferhat'ın gürzü benim, kıymamışım kaf dağına
Ben ki sürgün yemişim, nerde Fizan, bilmiyorum
Nûru göz neyle görür; simsiyah akkor ışığı
Kelebekler göçüyor, var mı ziyan, bilmiyorum.
Yâre diz çökmek için çağrıya muhtaç mı seven?
Neydi kâmetle selâ, neydi ezan, bilmiyorum
Her rüyâ, bir uyuyan beyne çizer gerçeğini
Düş müdür, yoksa hakîkat mi yalan, bilmiyorum
Öyle sarhoş ki başım, ay şişeden sızmakta
Bir kıyâmetle yıkılsın mı cihan, bilmiyorum
Ayazın kör sıcağından üşüyor gökte güneş
Farz mıdır âşığa her dem hezeyan, bilmiyorum
Dünde kalmışsa bu gün, yârını ummak boşuna
Varılır şey mi zamân üstü zamân, bilmiyorum
Atlılar kaybediyor cengini ülkemde benim
Kaç şehit gömdü elim, kaç gariban, bilmiyorum
Bin hayâlet sıkışır makberimin lânetine
Paslı çığlıkları durmaz mı bir an, bilmiyorum
Dişliyor zihnimi, vahşetlere kanmış geceler
Bu mudur rûhuma eklemli yılan, bilmiyorum
Korkular taht kuruyor surlarımın tâ içine
İblisin mâbedi olmaz mı viran, bilmiyorum
Beni benden ayıran, bendeki bir başka beden
Kimdir ihrâmıma sızmış bu yaban, bilmiyorum
Kendimin kâtiliyim, merhamet etmek ne demek?
Nedir insaf denilen dişli kapan, bilmiyorum
İzinin solduğu her şehri yıkar memleketim
İsminin harfine sığmaz mı vatan, bilmiyorum
Canımın cânını cânâna sunup can diledim
Al dedim vârımı, umrumda mı can... bilmiyorum
Sana senden yola çıkmak, sana varmak mı gerek?
Nûrunun nârına yanmak ve kararmak mı gerek?
Ey bütün varlığımın vardığı varlık sunağı
Sana yâr olmak için yârını yarmak mı gerek?
*eserdeki beyit sayısı yaşımı, mısra sayısı ise doğduğum yılı göstermektedir. Doğduğum ay zaten şiirde mevcut. Modern çağın tarih düşürmesi de böyle olsun. Doğduğum günse, bu notta gizli...
Kayıt Tarihi : 20.1.2018 06:25:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Aruz ölçüsüyle yazılmış olan bu şiir hakkında bir açıklama, uygun bir izahat yapmak zorundayım. Tasavvufta bazı makamlar vardır. Naçizane, düş kasidelerimde, aşığın bu makamlardaki yolculuğunu anlatmaya çalıştım. İlk makam "gayret" makamıdır ve ilk kasidenin de temel serüveni budur. Yolcunun kendini bilmesi, silkinip kendine gelmesi, yola koyulup varacağı menzile seyretmesi. Bu gün paylaştığım kasidenin konusu ise ikinci makam olan hayret ( dehşet ) makamı. Yolcunun, varmak istediği yere vardığında, düştüğü hallerin makamı. Tasavvuf terimlerinin önemli bir kısmı, bu makamın merhalelerini anlatmak için kullanılmıştır ( gaybet, sekr, haşyet, fena, vahdet vs. ) Buradan sonraki makamları anlatmaya ve yazmaya ben korkarım. Bu yazdıklarımda da Peygamber efendimizi ( s.a.v. ) bir perde olarak sunmaya çalıştım. Zira perdesiz olarak bu makamları yazmak, kalem için de kalemin sahibi için de çok tehlikelidir. Tarih, bunun delilleriyle doludur. Kusur bizden, bir güzellik var ise kelimelerin ithaf edildiği güzeldendir. Saygılarımla...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!