Hani çoğu zaman sayı sayarken kendimizi unuttuğumuz için hep bir eksik sayarız ya… Kendini göremeyenin hep karşısını görmesi… Ölümü kendine yakıştıramayıp da hep öldüreceğini düşünerek savaşa giden asker gibi, kendi kusurlarını göremeyip hep başkalarında kusur araması… Bunlar birer hastalıklı mıdır nedir? Psikologların alanına girmeyelim… Kendi işimize bakalım…
Demirtaş mecliste Erdoğan’ı niye alkışladı? İstiklal marşı söylerken niye ayağa kalktı? BDP-HDP Kongrelerde niye Türk bayrağı asılmadı? Bütün bu soruların iyi tarafı olduğu gibi olumsuz tarafı da var. Olumsuz tarafı sürekli yıpratmak için kullanılmaya çalışılması. İyi tarafı ise, bazı sorunlar tartışılıyor, tartışmalar sonucu da bazı tabular yıkılıyor…
Bayrak bir ülkeyi temsil eder. O ülkenin simgesidir. Diğer ülkeler arasındaki yerini belirler. Kimsenin buna itirazı olamaz. Anca siz bunu ülkenin simgesi olarak değil de, ülke içindeki ayrı bir milletin simgesi olarak fiiliyata geçirip diğeri üstünde baskı unsuru olarak kullanırsanız o zaman diğerinin ona karşı tavrı da değişecektir. Kendini fiilen temsil etmeyen, kendini dışlayan bir simgeye karşı saygısı da tartışma yaratır. Tek bayrak isteği bunun somut göstergesidir.
Hem devletin içinde yaşayacaksın, hem onun kurallarına uymayacaksın, olacak iş mi? Devleti beğenmeye bilirsin? Düzeltmeye ya da değiştirmeye gücün yetiyor mu? Yetiyorsa gereğini yaparsın, yetmiyorsa içinde kurallarına bağlı kalarak alternatifini güçlendirirsin…
Demirtaş’a ‘’neden alkışladın? ’’ diye soranlar kendilerine dönüp bir baksınlar.
Bürokratsa ve bu soruyu sorabiliyorsa ‘’neden hala bu devletin hizmetinde çalışıyorum? ’’ diye sormalılar.
İşçiyse, ‘’neden ürettiklerimi kendim kullanamadığım halde, bu kapitalistlere hizmet ediyorum? ’’ diye sormalılar.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman