Dünyanın ayakları ayak izleri..
Filin ağırlığı, karıncanın ağırlığı,
Meyvelerini yediğimiz ağaçların kökleri..
Ağlayan bulutların gözyaşları..
Kızgın çöllerin denizlere kızışları
Örslerden çıkan kıvılcımlar
Aydınlığın içinde karanlığa bakanlar
Güneş heran üstünde güneşi arayanlar...
Kayıt Tarihi : 5.12.2007 19:51:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
İki arkadaş iş paydosundan sonra konuşuyorlar. Mehmet: Sinemaya gittim. Gülme sakın. Filmin adı ne biliyormusun? Dünyanın ayakları. Arkadaş filmi seyrettikçe sanki benimde rolüm varmış gibi beni seyrediyorlar zannedip baya havaya girdim. Hüseyin: Filmin konusu ne ki bukadar kendine uyarladın? Mehmet: Sanki bizleri anlatıyor. Sıcak bir havası var. Kendimi çok güçlü hissettim. Hele sinema başlarken bir tanıtımı vardı ki gözyaşlarımı tutamadım. Hüseyin dayanamadı; ’Söyle be arkadaş! ’. Mehmet: Sözümü kesme. girişi böyleydi.’Güneş çalışan bedenlerin teri ile doğuyor.Kararmış tenlerden çıkan ulusumun temelini görüyorum.O an şehit kanları geliyor aklıma..terle karışık kanlar.Temeli şehit kanları ile atılan vatanımız için bu terlere,bu emeğe saygı çok azdır diyorum’ dedi ve tamamladı:’Emeğe saygı kutsaldır.’ Hüseyin: Ben hala dünyanın ayaklarını merak ediyorum. Filmin isminlen, konusunun ne alakası var? Mehmet: Arkadaş sen Ali okuluna bile gitmemişsin. Çünkü bu anlattıklarımdan bir şey anlamamışsın. Ama bende filmi seyrettiğim halde dışarı çıkınca dünyanın ayakları bizler ve bizim gibiler ise, kendi kendime düşündüm. Madem ayakları var elleri de olur dedim. Geçen gün işe gelmediğimin sebebi 4’e kadar uyuyamadım. Sonuçta dünyanın ayaklarının emeğin gücü olarak alın teri oluduğunu anladım. Yalnız kollarının galiba emeklerimizi sömürenler, elimizdekileri alanlar olduğunu, başının da süper devletler olduğunu, yönetenlerin herzaman var olacağını, yönetilenlerin herzaman sömürüleceğini düşünmek oldu. Süper yönetim kurumları talimatı ile siz içten yönetin tüketin, bizde dıştan sizi yönetip tüketelim gibisinden hayat devam ediyor. Bunun değişmesi dünyanın ayaklarında. Ayaklar olmadımı beden fonksiyonunu yitirir. Yönetenletin namuslu olmak mecburiyeti vardır. Hüseyin: Arkadaş! Neden söz ettiğini anlamıyorum. Dediklerinin hepsi filmde mi vardı? Mehmet: Sadece film bana hatırlattı gerisini kendim düşündüm. Hüseyin: Mehmet sen çok fazla düşünüyorsun. Sonra düşünme suçu işlersin. Eylemi olmayan hiçbir düşünce suç olmaz dediklerine bakma. Toplumu eyleme çağırıyorsun. Mehmet: Dünyanın ayaklarının üretenler olduğunu anladım. Bu duygu benim çalışma ve üretme isteğimi arttırdı. Onun için çok mutlyum asrkadaş. Çok mutluyum. Bütün arkadaşların da mutlu olmaları için onlara da bütün öğrendiklerimi anlatacağım. Yalnız Salih öğretmene soracaklarım var. Filme gitmişse bana anlatacağı herşeyi dinleyeceğim. Hüseyin: Koreli Bilge Dede çok sevdiğim bir insandır. Onu da sinemaya götürelim. Mehmet: Bilge Dedenin sinemaya gitmesi önemli değil. Zaten her dinlediğimde kendimde birşeylerin değiştiğini hissediyorum. Hüseyin: Koreli Bilge Dedeye hemen gidelim. Mehmet: Yalnız önce işe gideceğiz. İşten çıkınca gideriz. Sonra da Salih öğretmene uğrarız. Hüseyin: Çok acıktım. (Yemeği yerler ve iş çıkışı Bilge Dedeye giderler.) Dede iskemle tamir ediyor. Mehmet ile Hüseyini görünce sanki aynı yaştaymışlar gibi karşılıyor. Tamiri yeni biten iskemlelere otutturuyor ve kendi yere oturmak istesede ısrarla Hüseyin iskemleyi Dedeye veriyor. Bilge Dede: Hoşgeldiniz çocuklar. Sizi çok özlemiştim. İyiki geldiniz. Mehmet: Dede. Seni sinemaya götürmeye geldik. Bilge Dede: Oğlum! Hangi film olursa olsun o filmlerin ben gerçeklerini yaşadım. Mehmet: Dede! Bu bildiğin filmlere benzemiyor. Dünyanın ayakları. Dede biraz merak birazda hayretle çocukların yüzüne bakar. Dudaklarında acı bir tebessüm belirir. Mehmet: Şaşırdın değilmi Dede? Bilge Dede: Oğlum beni dünyanın ayakları değil, herzaman içindekiler şaşırtmıştır. Oğlum sen bilirmisin ki filin ağırlığı ile karıncanın ağırlığı... Aslında ikisi tartıldımı karınca daha ağırdır. Çocuklar şaşkın şaşkın birbirlerine bakarlar. Dede onların hayretini anlar ve hemen açıklık getirir. Bilge Dede: Evlatlarım! Fillerin cüsse olarak, kilo olarak ne kadar büyük olursa olsun örslerden çıkan kıvılcım gibidirler. Karıncalar örsler ve demiri dövendir. Bazı insanların güneş her an üstündedir, güneşi ararlar. Bazıları da aydınlığın içinde karanlığa bakarlar. Kaymağı, balı herşeyden üstün tutarlar. Maddi değerlere maneviyattan çok önem verirler. Bilmezler ki güneşsiz, havasız hayat olmaz. Onun için evlatlarım dünyanın ayakları dünyayı sırtında taşıyanlardır. Buda demektir ki emek ekilip dolgun taneli başakların yetiştirdiği kalemlerin kılınçtan keskin olmasıyla mevcuttur. İnsanların yaşaması üretmesiyle olur. Eğer dünyada bir kişi çalışır bir kişi çalışmazsa çalışanın iki misli çalışması lazımdır. Dengeyi herzaman sömürenler bozmuşlardır. Mehmet: Dede biz çalışıyoruz. Bu yüzden dünyaya bizim zararımız yok dimi. Dedenin gözleri yaşlanır. Hem çalışkan hemde kalbiyle konuşan bu vatan evlatlarının acaba daha güzel şartlarda emeklerinin gerçek değerlerini veremezler mi? Daha iyi yaşamalarını sağlayamazlar mı diye düşüncelere dalar. O anda Hüseyin sorar: Dede sen Kore’ye neden gittin orada neden savaştın? Bilge Dede: Git dediler gittim. Ozamanlar sizin yaşınızdaydım. Ezilen insanlara yardım edeceksiniz dediler. Türk milletini en güzel şekilde komutanlarımız ve biz bütün dünyaya gösterdik. Lakin kimi kurtardık, ne için gittik, ne için savaştık hala kendime sorduğum sorudur. Mehmet: Benim abimde Kıbrısta şehit oldu dedi. Abimin hanımına ve çocuklarına ben bakıyorum. Devlette maaş veriyor. Manevi ve azda olsa bende yardım yapıyorum. Yengem beni akrabasının kızıyla evlendirmek istiyor. Bende biraz para biriktirmek için gurbete geldim der. Bu arada Hüseyinin gözlerinin içi güler. Nişanlısı aklına gelmiştir. Mehmet’e benim düğünümü yaparız sonra seninkini yaparız der. Bu karşılıklı sevgiyle gönülden söylenen sözlere Dede sevgiyle, gönlü dolaral bakar. O arada dedin kızı çayları getirmiştir. Gençler yere bakarak çayları alır ve teşekkür ederler. Dede düşünür; ‘hala böyle, hayâlı edepli gençler olduğu müddetçe Türkiye Cumhuriyetinin temelinin çok sağlam ve geleceğinin çok parlak olacağını kalbinden geçirir ve böyle bir damadının olmasını hayal eder. Çaylar içilir. İş vakti gelmiştir. Dededen müsaade alırlar. Arkadaşlarının bir kısmı yatıyor, bir kısmı mektup yazıyor, bir kısmı kumar oynuyorlardı. Bunların geldiğini gören arkadaşları kâğıtları saklamak isteselerde birkaç tanesi buna gerek duymaz. Görmemezlikten gelip devam ederler. Çünkü şantiyenin sorumluları onlardır. Onların derdi birbirlerinin parasını alanlardan ve birbirini soyanlardan kendilerine düşen kâğıt parası ve sus parası almaktır. Her gece çok para kazanıyorlar ve böyle bir şeyin kimsenin bozmasına müsaade etmeleri çok zordur. Hüseyin ve Mehmet bu olanlara çok kızıyorlar ve paranını kaybeden arkadaşlarının acıklı hallerini görüp çok üzülyorlar. Onların memleketteki çocuklarına, hanımına para gönderemediğini görüyorlar. Bu duruma bir çare arıyorlar. Mehmet Hüseyin’e şimdi sus der. Yatalım. Yarın bu mevzuyu kumar oynatanlarla özel olarak görüşürüz der ve yatarlar. Kumar oynatanlarda Mehmet ile Hüseyinin kendilerinden korkupta ses çıkarmadığını zannettiklerinden kumarı geç saatlere kadar süedürürler. Sabah olur herkes işine gider. Yalnız kumar oynatanlar kalfayla anlaştığı için öğlene kadar yatarlar. Öğle paydosu olmuş yemek zamanı gelmiştir. Herkes yemekte toplanır. Kumarda kaybedip uykusuz kalanların gözlerinden uyku akıyor ve ayakta duramaz durumdadırlar. Mehmetle Hüseyin bu durumu görünce daha çok üzülürler. Onlarla okadar konuşup nasihat ettikleri halde onlar yinede verdiklerini çıkarmak için devam etmektedirler. Hüseyin bu işin çaresini düşünmektedir. Mehmete bir çare bulmamız lazım der. Mehmet’in aklına hemen Bilge Dede gelir. Şantiyenin mühendisi ile Bilge Dedenin arası çok iyidir. ‘Arkadaş Bilge Dedeye gidelim ve bu konuyu açalım. Dede bu işi bizden çok sahiplenir ve kumar olayını bitirir. Dedeye gitmek için sözleşirler. Ertesi gün bütün işlerini bitirip Bilge Dedenin sevdiği ansiklopedinin son sayısını alıp giderler. Bilde Dede iki kişiyi barıştırmak için uğraşıyor. Onların da gelmesiyle barış tamamlanıyor. Bilge Dedenin Bir sözleri var ki Hüseyinle Mehmet hayranlıkla izliyor. Bilge Dede: Evlatlarım! Çağımızda sevgi tükenmek üzere! Gerçek sevginin ve güzelliklerin çok azaldığı dünyamızda biz buna katkıda bulunmayalım. Dünyamızı sevgi ile doyuralım. Çünkü gelecek nesiller sevgisiz kalmış dünyada sevgiye doymuş kitaplar bulacaklardır. Evlatlarım, kızgın çöller denizleri herzaman kıskanırlar ve herzaman bulutların ağlamasını beklerler. Dünyanın ayakları dünyayı sırtında taşıyanlarındır. Üç sınıf vardır. Üretenler, üretenleri tüketenler ve pazarlayanlar ve tüketenler. Bu sınıfta olanlar çalışmadan tüketiyorlarsa çalışanların sırtından geçiniyorlar demektir. Bunlar her kesimde bulunur. Bu gibilerin sadece bedenleri yaşar. Hiçbir üretime katkıları yoktur. Kene gibidirler. Yapıltıkları bir canlıyı kanı bitmeden bırakmazlar. Sadece görünümleri insan şeklindedir. Güzel yaşamayı severler. Güneşin kendileri için doğduğunu zannederler. Bütün insanlardan üstün olduklarını ispatlamak için onları yönetmek isterler. Çok sıkıştıkları zaman yurt dışına kaçarlar. Kendileri çürük olduğu için nereye giderlerse gitsinler etrafındakileri de çürütürler. Tabiki iradesiz ve zayıf olanları. Üretenlerden tüketenlere pazarlama yapanlar her çeşitte insanlardır. Bunların en akıllıları stokçulardır ve hangi mal az ve değerli ise onları stok eder fahiş fiyata satarlar. Bunlara zor ulaşılır. Senenin dokuz ayı tatildedirler. Tabiki yabancı ülkelerde. Bilge Dede konultukça dinleyenlerin Bilge Dedeye sevgisi dahada çoğalıyordu. Çocukların geldiğini görünce sevinip bir yerde oturup sohbete başladılar. Hüseyin ve Mehmet Dedenin halini hatrını sorup daha sonra konuya girerler. Dede derler bizim iş yerinde kumar oynanıyor ve bunu yaptıranlar orayı idare edenler. Birbirlerinin paralarını alıyorlar. Oynatanlarda onlardan sus payı alıyorlar. Buna bir çare diyorlar. Dede de benimde kulağıma geldi şikâyetler diyor ve halledeceğine söz veriyor. Mehmet ve Hüseyin sevinçli olarak Bilge Dedenin elini öperek oradan ayrılıyorlar. Ertesi gün Bilge Dede şantiye şefi ve mühendisler ile görüşmek için oraya gidiyor. Gelirken üstündeki elbiseleri gösterişsiz olduğu için şantiyte kapısından içeri almak istemiyorlar. Dede şantiye şefine haber verin geldiğini diyor kapıda ki bekçiye. Bekçiler gülüşüyor alay edercesine. Dede biraz alınsada çocukların cahilliğine veriyor ve çocuğum haber verin diyor. İşin ciddiyetini anlayan bekçi haber veriyor. Hemen kapıdan alınıp şefin yanına gidiyorlar. Şef Bilge Dedeyi görünce hemen yerinden kalkıp ellerini öpüyor ve özür diliyor kapıda yaşananlar için. Dede niçin haber vermedin ben gelirdim yanına diyor. Önemli olmadığını belli edip hemen konuya giriyor ve şantiyede ki durumu anlatıyor. Kimsenin canı yanmayacak şekilde çözülmesini istiyor. Olayın çözüleceğine ve kumarın biteceğine inanmış olarak oradan ayrılıyor. Bir hafta sonra Mehmet ile Hüseyin ziyaretine geliyorlar. Kumarın bittiğini ve bidaha oynanmanın da mümkün almadığı söylüyorlar. Mert ve dürüst şantiye şefinin ne kadar sözünün eri olduğunu bir sefer daha anlıyor. Dede Mehmet ile Hüseyinin gelişlerinde ne kadar sevinçli olduklarını gözlerinden anlıyor. Çünkü Mehmet’in düğününün olacağını memleketten haber vermişlerdir. Düğün için memleketine gidecek olan Mehmet Dede’ye rica ile düğününe gelmesini ister ve Dededen geleceğine dair söz alır. Düğün zamanı geldiğinde Bilge Dede ve Hüseyin yanındadırlar. Çok güzel bir düğün olur ve Hüseyin ile Dedeyi misafir ederler. Hüseyinin de evlenmesine az zaman kaldığı için o da memleketine gider.
Selam ve muhabbetle....
Filin ağırlığı, karıncanın ağırlığı,
Meyvelerini yediğimiz ağaçların kökleri..
Ağlayan bulutların gözyaşları..
Kızgın çöllerin denizlere kızışları
Örslerden çıkan kıvılcımlar
Aydınlığın içinde karanlığa bakanlar
Güneş heran üstünde güneşi arayanlar...
bir kez daha helal olsun.....saygılar
saygılar
Güneş heran üstünde güneşi arayanlar...'
...
Tebrikler.
TÜM YORUMLAR (19)