Dünya İmparatorluğu’’na soyunanların alt ...

Mehmet Halil
1192

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Dünya İmparatorluğu’’na soyunanların altı ilkesi… Düz yazı

Kişiliksizleştirme, insanı kendi özünden koparma, insanı kendine yabancılaştırma… Erdem denen, onur denen ne varsa ayaklar altına alma… Kendini kurtar, herkes kendi başının çaresine baksın… En önde sen ol, liste başı ol, altta kalanın canı çıksın…
Sadakaya ‘’evet’’ ama yardımlaşmaya, dayanışmaya ‘’hayır’’, eşitliğe, dostluğa ‘’hayır! ’’. Alın yazısına razı olsun. Kaderi öyleymiş ne yapalım! Allah kurtarsın! Buna da şükürler olsun!
Döverse döver, onun çocuğu değil mi? Döver de sever de, onun karısı değil mi? Nikahlıysa helali, istediğini yapar…
Boş ver! Vatanı kurtarmak sana mı düşmüş! Sen önce kendini kurtar! Kendini kurtaramayan başkasını nasıl kurtarır? Sen kendini ne zannediyorsun tek başına kafa tutacak? Bir kurtarıcı gelmeden bu iş düzelmez! Her şeyi sen mi biliyorsun? Bu kadar insan ses çıkarmıyor, sana ne oluyor? Yıllardır bu iş böyle yürüyor, şimdi sen mi değiştireceksin?
‘’Benim memurum işini bilir! ’’, ‘’Rüşvetin ispatı olmaz! ’’, Bilim odaklarının parayla susturulduğunu düşünmeden ‘’Sen kimsin be bu kadar prof. Bu kadar bilim adamı var. Sen onlardan iyi mi biliyorsun? Bırak herkes kendi işini yapsın.
Emirlere uy! Yasalara uy! İtaat et! Öne çıkma!
Yasayı değiştirmek için sesini çıkarmak, yaslara karşı çıkmak sayılınca, insanın yaptığı yasayı insan değiştiremiyor. Güçlü yasayı yapınca ses çıkmıyor, bu benim çıkarlarına zarar verir diyemiyorsun. Sen ses çıkarınca yasaya karşı geliyorsun…
Doğaya karşı kayıtsızlık; Yeryüzündeki bütün varlıklar insanların ihtiyacı için yaratılmış! Canın istediği kadar, canının istediği gibi kes, yak, harca… Hayvanlar acı duymaz, bitkiler kestikçe gelişir. Tapusu senin üstüne mi?
MAI sözleşmeleriyle uluslar arası şirketler, senin toprakların üstünde senden fazla söz sahibi olur, yer altı kaynaklarını istediği gibi kullanır, aldığı arsalara istediği gibi nükleer santral kurabilir, yine sahiplendiği arsalara, nükleer atık yığıp yığmadığını kontrol edemezsin… Buna hakkın kalmamıştır. Yer altı suların zehirlenir, soluduğun hava zehirlenir, bitkilerin zehirlenir, hayvanların zehirlenir, ülkede kanser hastalığı salgın hale gelir, bu risk yıllarca senin yakanı bırakmaz ama senin yasal hakların ellerinden alınmıştır.
Rant için ormanların yakılır, nefes alacak yeşil alanın kalmamıştır. Tarlaların betonla doldurulur… Nehirlerin, suların büyük barajlarla uluslar arsı şirketlerin hizmetine girmiştir.
Madenlerine istediği gibi el koyar, istediği gibi işletir. Senin sırtından dünyalıklarını alırlarken seni doyurmak bile çok görülür… Onlar zenginleşirken senin yoksulluğundan haz duyarlar…
Öze dönüş doğadan geçer… Kişiliksizleştirmenin bir parçasıdır aynı zamanda doğaya karşı saldırganlık.

Kimliksizleştirmek;
İnsanoğlu her zaman güzele daha çok yatkındır. Yüz yüze kötülük yapmaktan çekinir, kötülük yapmışsa yüzleşmekten korkar. Sinirlendiği zaman, kapıyı çarparak gider, arkadan konuşur. Tekrar yüzleşecek olduğu kişilere karşı daha yapıcı daha dikkatlidir. Farkında olmadan bunu çoğu zaman dillendirir de ‘’ayıp ediyon be abi, olur mu? Yüzyüze bakacağız be…’’ diyebiliyor.
Askerde bile savaş anında bile, yüz yüze gelince karşısındakini vurmaktan çekinir. Ama yüzünü görmese tetiği çekebilir…
Vietnam savaşında ABD askerleri, bir Vietnamlı öldürmek için elli bin mermi harcamışlardır. Bu da askerlerin kurşunu hedef dışına sıktıklarını gösteriyor.
Onun için insanlar birbirine yabancılaştırılıyor, onun için insanlar önce ötekileştiriliyor, onun için insanlar önce damgalanıyor (Ermeni, Rum Kürt, Yahudi, Yamyam, Anarşist, Terörist, Orospu, pezevenk, ibne, vs…) Damgalar zaten daha beşikten beri işlenmeye başlanmış kötü, korkunç, tehlikeli, ölümcül olarak işlenmiştir.
İnsanlar sayısallaştırılır. Ambarda herhangi bir malzeme gibi kullanılmaya başlanır. Eksilmişse yerine yenisi gelecektir. ‘’Eksilen ben olsam! ’’ diye düşünemeyecek kadar beyinleri şekillenmiş insanlar hazırlanmıştır.
İnsanlar ‘’Üstinsan’’, ‘’alt insan’’ olarak fiilen ayrılmıştır. Sömürü alanı olarak her ne kadar sınırlar çekilmişse de o sınırlar içindeki ‘’benim vatandaşım’’ diye düşünülmez. ‘’Benim kölem’’ diye düşünür onlar. Köle üstünde her hakkı kendinde saklıdır. Yeri geldiğinde öldürme hakkını bile kullanabilirler. Aşağılar işkence uygular, dalga geçer, Onlar için hiyerarşi önemlidir, hiyerarşik düzenlemeye göre davranış gösterirler. Bunun için kitlelerden mümkün olduğu kadar uzak dururlar resmiyet takınırlar, bin-iki bin kişilik korumalarla dolaşırlar, bir tek ‘’tek imam’’ yönetiminin hakim olduğu ve başka hiçbir kimsenin konuşamadığı camilerde insan içine girerler ki, ‘ciddiyet’ itaat ve sessizliğin hakim olduğu buralarda rahat edebilirler. Onun için de ülkeyi camiye çevirmektir hedefleri ki rahat edebilsinler…
Düşüncelerin hipnoz edilmesi; (medya ve markalama): Habercilik olayı güçlü bir örgütlenmeyi gerektirir. Hem haber toplama açısından, hem duyurma açısından. Bu imkan ya devlet eliyle yönetilir ya da çok güçlü şirketler tarafından. İnsanlar kendi deneylerinden çok başkalarının referansına bakıyorlar. Çünkü çok az alabildikleri şeyleri deneme imkanları olamayacaktır. Bu referans alışkanlık yapmıştır insanlarda. Onun için reklamlar etkili olur. Medya etkilidir. Düşünemeyen ve düşünme imkanı sınırlı olanlar (günde on-on iki saat çalışanlar vs.) doğal olarak kitle iletişim araçlarına bakacaklardır. Ona inanmak zorundadırlar. Haber alabilecekleri araçları sınırlıdır. İşte o araçlar, onun için, güçlülerin, yani devletin veya para kaynaklarını elinde tutanların hizmetindedir. Aralarında çıkara bağlı bir yakınlık vardır. Kitle iletişin araçlarını (TV: Gazete gibi…) elde tutabilen iktidarı da garantilemiş gibidir. Kitleler onların beğendiğini beğenir, beğenmediğini beğenmez. Genel eğilim budur. Onun için iktidara gelen onları parayla doyurur. Onlarda parasız yapamayacaklarına göre, ona hizmet etmek zorunda kalırlar.
İktidara gelenler onları ya susturacak, ya da kendi lehine kullanacak ki dönen dolapları oy veren geniş kitleler duymasın, öğrenemesin.
Böyle olunca; yüzlerce olumsuz haberden iktidarın işine geleni söyleyince, seçmenler, kitleler her şeyin iyi gittiğine inanacak.
Siz hiç TV kanallarında fabrikaların maliyetlerinin çok altında fiyatlarla özelleştirildiğini duydunuz mu? Tam tersine, abartılarak ‘’şu kadar fiyatla …. Firmasına satıldı! ’’ Satılan firmanın büyüklüğü sanki bizi de büyütecekmiş gibi büyüleniriz haberi duyunca… Ama aradan yıllar geçince çocuklarımız işe girecek fabrika, maden bulamayınca gözlerimiz pörtler ama özelleştiği için fabrikalar artık hükümete de suç yükleyemezsiniz. Çünkü fabrikanın sahibi kişiler veya şirketlerdir. Hükümetin suçu akla bile gelmez…
Sağlık özelleştirilir… Çalışanlar veya emeklilerin hiç aklına gelmez ki bu hastaneler, bizim ücretlerimizden kesilen pirimlerle kuruldu, mülküyeti de bizim ortak kurumumuzun, devlet, (hatta yasal olmayan darbeciler bunu yaptı) ne hakla bizim malımızı başka kişilere satabiliyor diye düşünmemiştir ya da düşünen çok azdır… zaten ‘’Hak isteyen bir işçiye ‘’Kapıda iş için bekleyen çok insan var, canın istiyorsa çalış, istemiyorsa defol git! ’’ diyen işverene, ‘haklı’ diye sesini çıkaramıyorsa, hastanenin kendine ait olduğuna nasıl inanabilir?
Eğitim öyle, özelleştirmeler öyle, çıkan yasaların hepsi kayıtsızlıkla karşılanıyor… İşyerinde hakkını alamayan biri, bir çuval un veya başka bir gıda maddesi veya kömürle kandırılabiliyorsa, iftar çadırında, sadaka olarak yediği yemekten sonra ‘’Çok şükür’’ diyebiliyorsa bunun nedeni YV ve gazetelerle yıllardır kandırılmasındandır. Tarlalarda olsun, fabrikalarda olsun, üretilen ürünlerimize ‘kota’ konuluyor, kimse onu üretemiyor. Peki ondan karnı doyanlara ne veriyorsunuz? Bunun hesabı sorulmuyor. Çünkü kitle iletişim araçları bunu olumlu duyuruyorsa, önemsizleştiriyorsa, kitlelerin büyük kesini ‘’marjinal’’ üçbeş örgütün ‘’terörist’’ veya ‘’anarşist’’ üyesine mi inanacak. Halkı kandırmaya çalışan yetkililere karşı olayları aydınlatmaya çalışan her gurubu ve örgütü ‘’anarşist’’, ‘’terörist’’, ‘’komünist’’ vs. gibi damgalarla karalanmasında medya öncülük ederse, halk yanılır, yanıltılır.
Medya, bilimden çok hurafeler üzerine yayın yaparsa halk uyutulur.
İşsiz ve ev geçindirebilecek durumda geliri olmayan milyonlarca gencimiz, evlenemediği için, onların bu duruma düşmesinde payı olanlar, yine bu ekranlarda bir ikisini evlendirip, milyonlara umut verirler. Bu nedenle bu medya yine onların sırtından para kazanmak için onların yoksulluğunu kullanır. Milli piyangoda olduğu gibi ‘’Bir gün sen de evlenirsin! ’’ denir. Hiç evlenme şansı olmayanlar için ne büyük nimet…
İzdivaç programlarında görürsünüz, orada evlenebilmek için başvuranların sayısı çok yüksek… Gençlerin flört etmesine iyi gözle bakmayanlar, onları ahlaksızlıkla suçlayanlar, TV kanallarında 2-3 dakikada tanıştırıp, sonra divana çekiyorlar on dakikalık tartışmadan sonra taraflardan biri olumsuz cevap verdiğinde hep birden yükleniyorlar, orada çoğunluk ikisini birbirine yakıştırırsa evlilik olup bitmeli, evlilik olmuyorsa olumsuz tarafın bir dövülmediği kalıyor… Ne ahlak anlayışı değil mi? ‘’Görücü usulünden farkı ne bunun? . RTÜK denilen kurum sadece siyasi iktidarın kirli çamaşırlarını ortaya atanları mı sansür eder?
Yine biraz olumlu yanı olsa bile ‘bilgi yarışmaları’’nda ki bilgi bile kumar olarak kullanılabiliyor. Paraya sıkışan ‘avanta’ paraya konmak için oraya çıkıyor. Bu çok bunalanlar için umut kapısı olarak milyonları oyalıyor. İnsanların üreterek kazanma çabalarını geri plana itiyor… Medya milyonları böyle uyuturken, geleceklerini karartan haberleri gizlemiş oluyor…
Medya kitleler yararına olan kötü ‘damgaları’’ pekiştirdiği gibi, iktidar lehine olan, kötülükleri göz ardı ederken, verilen büyük tavizler karşılığında elde edilen küçük çıkarları, abartıyor, hatta çıkar değil zararları bile çıkar göstererek kitleleri yanıltıyor…
Yabancı şirketleri, genetiği değişmiş gıdaları, hazır gıdaları reklamlarla aklıyor. Ama doğal gıdalarımızı sıradanlaştırıyorlar… Hastalıklar ölümler intiharlar kazalar, cinayetler, bütün bunların artışları ardındaki gerçekler gizleniyor.
İnsanları ‘cip’lemek; Dünya İmparatorlarının yeni hedefi, dünyayı daha kolay yönetebilmek için insanları tuşlarla idare etmek… vatandaşlık numaralarının gelecekteki rolü bu olacak… Kredi kartı gibi herkesin bir numarası, herkesin deri altına yerleştirilen bir küçük işlemci, bu işlemcide onu taşıyan insana ait bütün bilgiler (sağlık durumu eğitim durumu, siyasi yapısı, düzene karşı tutumu vs…) nasıl kredi kartını istedikleri gibi açıp kapatabiliyorlarsa, insanları da istedikleri gibi kullanmak. O bilgilere göre iş vermek, işten atmak, parasını kesmek veya ödeme yapmak gibi… Mideye giden yol paradan geçiyor, midesiz de yaşanmıyor… Dünyanın 50 büyük şirketi dünya ülkelerinin %70’şini kontrolü altına almış ama hala doymuyorlar…Evet hedefleri belli, basit, yoksullara yiyecek bir şey bırakmıyorlar, bırakmayacaklar, ama farkında olmadıkları bir şey var, hiçbir yiyecek bulamayınca insanlar onları yiyecektir…
Tüm dünyayı tek bayrak altında birleştirmek (tek tipleştirmenin devamı) : Bütün imparatorlar hırslıdır. Hedefleri her zaman bütün dünyayı ele geçirmek ve bu dünyadaki her insanın onlara itaat etmesini beklemek, itaat etmeyene karşı zor kullanmak. Bizans İmparatorluğu da bunu denemiştir Persler de bunu denemiştir Timur, İskender, Osmanlı, İngilizler, Hitler, nihayet bütün zayıflığına rağmen Turan ülkesinin rüyasını bile görenler vardır… Onlar bütün bu heyecanı veren kitlelerin kayıtsızlığı zayıflığı, boyun eğişidir. Onlar güçlü olsalardı, hiç biri yıkılmazdı. Kitleler kendi gücünü fark ettiğinde onlar yerle bir olmaya mahkumdur. Tarihte bunların örneği çoktur. Onları yaşatmak da, yok etmek de kitlelerin elindedir.

Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 1.8.2013 15:16:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Halil