Dülger Şiiri - Kemal Özer

Kemal Özer
23

ŞİİR


26

TAKİPÇİ

Dülger

Bakışın donup kalmış aşağıda,
belli uçan kuşları görmediğin.
Donup kalmış boşluktaki elin
uzanırken ördüğün duvara.

Yürüyorlar kırlardan sokaklara,
sımsıkı kapılardan içeri
dağlarda bekleyenler, kar altında,
ilkyazın amansız sürgünleri.

Baş aşağı ediyorlar ne varsa
çarşılar, sunaklar, pazaryerleri.
Toprağın horlanmış onuruyla
denize döküyorlar kenti.

Bakıyorsun ördüğü ellerinin
duvar değil koskoca bir dünya.
Hazır başka kentleri de yıkmaya
yeniden kurmak için yüreğin.

Kemal Özer
Kayıt Tarihi : 12.10.2002 07:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mehmet Binboğa
    Mehmet Binboğa

    Yunus sen bu sözleri
    Eğri büğrü söyleme
    Bir Molla Kasım gelir
    Seni sigaya çeker

    YUNUS EMRE ÖZER

    Cevap Yaz
  • Neris Bahar
    Neris Bahar

    Şimdi Neredeyse

    Böyle değildi bu kentte
    Sokaklar, şarkılar ve insanlar
    Yürüyüp giderdik birlikte
    Bir heyecanı paylaşarak
    Bir gergefe girip çıkan
    İğneler gibi ayaklarımız
    İşlerdi yürüdüğümüz yollara
    Coşkulu saatlerin nakışını.

    Alınlarımıza biriken güneş
    Şimdi neredeyse soğuyacak.

    Kemal Özer ( Araya Giren Görüntüler)

    Cevap Yaz
  • Orhan Balkarlı
    Orhan Balkarlı

    İçinden her okuyanın kendi ufkuna geniş kanatlı pencereler açtıran anlamlarla dolu güzel bir şiir.

    Şairin kabrine nurlar yağsın.

    Her daim şiirle kalalım.Bu gün şiirin çaşmesinden kana kana içtik.Rabbim sana şükürler olsun.

    Selam ve esenlik dileklerimle

    Aşık BALKARİ

    Cevap Yaz
  • Neris Bahar
    Neris Bahar

    Bir Gelgitin İki Ucunda
    ..
    ..
    ..
    Günlük kaygıların iğdiş ettiği
    Çağdaş bir kentli görüyor bana bakınca
    Benim gözümde ise o
    Kanat açan bir düş yeni kıyılara doğru
    Buluşuyoruz bir gelgitin iki ucunda..

    Kemal Özer (Araya giren Görüntüler)

    Cevap Yaz
  • İbrahim Necati Günay
    İbrahim Necati Günay

    Osman Nurani beye,


    Sis

    Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
    beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
    ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
    bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
    tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
    onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
    Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
    lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
    Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
    ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
    Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
    Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
    Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
    sefahate susamış bağrında yaşatan.
    Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
    sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
    Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
    ey bin kocadan artakalan dul kız;
    güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
    sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
    Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
    iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
    Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
    içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
    Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
    lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
    Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
    İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
    Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
    Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
    Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
    Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

    Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
    Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
    Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
    ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
    geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
    ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
    Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
    ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
    Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
    ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
    edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
    “Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
    Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
    canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
    Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
    ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
    vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
    Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
    sembole eden harap ve sessiz evler;
    ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
    kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
    ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
    Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
    her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
    Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
    bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
    her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
    gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
    Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
    olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
    Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
    ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
    Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
    ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
    Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
    her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
    Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
    yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
    Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
    ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
    Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
    vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
    ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
    Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
    Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
    ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
    Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
    zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
    Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
    ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
    Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
    ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
    hele sizler...

    Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!


    Tevfik Fikret

    Saygılarımla.....

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (23)

Kemal Özer