yıllar geçse de feleğin çemberinde
arzularım ve hevesim yerinde
olur dersen hayatım düzgün
kabul etmezsen hayatım sürgün
mevsimsiz umudun arkası hüzün
olsa da görünemem üzgün
ama sen yine de bunu düşün
..
Günlerdir tanışınca gençler,
Sevgi aşk ikisini kenetler,
Nişan gününü belirler,
Eşler sarınca yarayı,
İnsanın çağıdır balayı.
Nihayet düğün kurulur,
..
Bubam beni o zalime verdiyse verdi
Ne deyim kader bu,Ali’yi bekledim de gelmedi
Ha Ali ha Veli, başındaki kelinden belli
Bir de yakışıklı derler, kocaman elli
Beklerim beklerim kader bozulmaz
Sonunda olan olur sana sorulmaz
Kel kızın kaderi, başından belli.
..
Mishor köyünde yaşayan Abiy Aga'nın biricik kızını anlatmak zordur,
Kırım içinde dillere destan güzellikteki Arzı’nın pek çok taliplisi vardır.
Kimsede gönlü olmayan Arzı Kız bir gün çeşme başından su taşır,
Yolda komşu köyden Emir Asan adlı yiğit bir delikanlı ile karşılaşır.
Birbirlerine aşık olan iki genç sevgilerini kalplerine oya gibi işlerler,
..
Deliyi düğüne göndermişler de;
"Burası bizim evden iyi, dermiş…”
Aklıselim olmayan gider düğün evine,
Gördüğüyle mest olur, bizim evden iyi der!
Kendi evi saraydır, aklı sıra övüne,
Gördüğüyle mest olur, bizim evden iyi der!
..
Alem yapmak harem kurmak saltanat,
Bizde içki içmek belliki sanat,
Sarhoş olur uçar hayelci kanat,
İçince kendinden geçer hortumlu.
Durmaz içer sonra ayılmaz baygın,
Bizde alem yapmak her yerde yaygın,
..
bıraktığın yurduna
umar olur derdine
bahar dalına gülsün
karlı dağın ardına
bin yılların izidir
düğün dernek tazedir
..
Pontus. İş ilanlarının
İlgili daire duvarında
Belli bir
Zaman süresince
Asılığ durması.
Hastanelerde kırık kol
Veya bacakların
..
Mahi nur demiş bir bah
Bah nurum gelin sevah
Gelin duvağın ardı
Ba ağlı ufah ufah
Ay kız aman dokuz ne
Kız dedi dokuz nine
..
Bu günler hüzün
Bu günler kara
Her gün cenaze
Her gün daha bir kara
İnsanız işte
Bir gün düğünde
Bir gün cenazede
..
Bazen güllerin rengi değer gözbebeklerimize
Bazen de küçük küçük kokuları siner üzerimize
Düşünürüz hani;
Gecenin mi yıldızları var
Yoksa yıldızların gecesi var diye
Düşünürüz hani;
Gün güneşten öncedirde
..
Yoksulum doğuştan, yüzüm gülmüyor
Evim yurdum viran, baca tütmüyor
Bahar gelmiş bağda bülbül ötmüyor
Derdime hiç çâre olmadın gurbet! ..
Bir tahta bavulla rızık bulmaya
Düğün dernek için başlık salmaya
..
Gül dalında baykuş öter
Kabuk tutmaz yaralıyam
Eller düğün bayram eder
Matemim var karalıyam
Yar yitirdim ahu gözlü
Tatlı dilli şirin sözlü
..
Vaktiyle bir zindan fedaisi, iki metre boyunda, pala bıyıklı, ihtişamlı, korkusuz bir fedai yaşarmış kuytu köşelerde. Nice azılı katiller, yol kesici, haydutlar ağırlamış bu zindanda. Gelenler, gidenler, ölenler, bir tek o müdavim yaşamış soğuk duvarlara. Senelerce üstün bir çaba ile korumuş yuvasını. Karanlık ama yaşadığı yer itibari ile yuvası kabul etmiş. Öyle savunmuş bulundurulduğu yeri. Hakka hakkı verilmeli elbet yuvası saymış karanlığı. Hakka hak verilmeliymiş.
Gün gelmiş çıkıyorsun demişler zindan fedaisine. Bundan sonra yeni yerin padişah kızının yanı. Sağ kolusun, serdengeçtisin bu vakit. Baş eğmiş fedai, zindanın kartalı. Boy, ihtişam kapıdan çıkıncaya, sonrası bir garip kul elbet, O da bir garip devlet görevlisi, boyun eğmiş bu atanmışlığa. Bu vakte kadar ser almaya odaklı bu insan nasıl olurda geçermiş serden. Ama susmuş, çıkmış yuvasından.
Sarayda tertemiz güneş gören bir oda vermişler bu adama. Temiz çarşaflar yastık yatak. Bundan sonraki görevi padişahın kızını korumakmış ya, ülke de çalkantıda, tüm yiğitler gurbette savaşta. Halk isyanın eşiğinde, korkak ıslak kediler gibi orada burada, her sokağında bir iç kargaşanın kokusu varmış.
Ve kız nişanlıymış uzak eyalet beylerinin birine. Daha on yedisinde, altın parçası evlenecekmiş ülkesinin umudu, tanımadığı görmediği bir bey ile. Çaresiz yıllar, umut yalnız kız alıp vermelere, akraba ilişkilerine güçler birliğine bağlı. Siyasi hesapların içine gömülmüş aşk meşk.
..
On sekiz Mart tarihi gün, Conkbayırı,Dumlupınar,
Dünya gelse baş edemez, Görenlerin kanı donar.
Çanakkale geçilemez. Seyitçavuş gibi çınar,
Türklük için kutlu düğün, Yıkılmadı,yıkılamaz,
Türk milleti ezilemez, Çanakkale geçilemez.
Çanakkale geçilemez.
..
Artık yaşamak ne kadar anlamlı
Sevginin ayak sesleri direniyor.
Daha ne isterim.
Birleşirse Halk Milli merkezde
Dünya bir kez daha yenilir,
Paylaşım hevesinde.
Yaşasın iyilik..
..
Yine kan,
Yine ölüm.
Yine bu topraklar kırmızıya gebe,
bir yanlışlıgın tohumu atılmış habil ve kabilden bu güne
Yine doğruların savaşı,
Yine yaşanan hataların bedeli.
Yine kan istiyor Dicle ve Fırat
..
Başka diyarlarda lale kaygılı
Gökyüzüne bakar,bahar dalından
İnce güzellikler mahzun ve yorgun
Kaybolur gecenin karanlığından
İnleyen bir namedir, siner boşluğa
….ve dillerde dua.
..
Gidermisin kalırmısın
zamanın önüne düşüp
yol sarmadan
iz sormadan
gidermisin yoksa durmadan
e git öyleyse
zaman bana düşman
..
Zeliha sabaha karşı birden yekindi, kalktı yatağından.Bir ses mi duymuştu ne? Yoksa yanılıyor muydu? Bu kaçıncı yatağından irkilerek kalkmasıydı, bilmiyordu. Uzaklardan gittikçe çoğalarak, yankılanarak kendisine ulaşan ses yabancı gelmiyordu. Önce pek kestiremedi. İçini kemiren bir duyguyla odadan dışarı çıktı. Çevresini dinledi. Hiçbir ses duyulmuyordu. Endişeliydi. Bir çırpıda damın merdiveninden dama ulaştı. Damın ucuna kadar geldi. İleriye mezarlığın üst tarafından geçen yola baktı. Sabaha karşı her tarafı sis bastırmıştı. Gözlerini kıstı. Bir elini gözlerinin üstünde tutarak, bütün dikkatiyle mezarlığın üstündeki yola bakıyordu. Birisini bekliyor gibiydi. Birden içinde bir ürperti duydu. Mezarlığın üst tarafında bir karaltı vardı. Bunun bir armut ağacı olduğunu anlayıncaya kadar sürdü sevinci. Armut ağacının orda olduğunu biliyordu oysa. Sarsılmıştı. Bir umutsuzluk çöktü içine, gidip loğun üstüne oturdu. Taş buz gibiydi. Sabaha karşı düşen çığ damı ıslatmıştı. Damın üstünde ve saçaklarında, yeni sararmnaya başlayan küçük yeşil otları görüyordu. Bakışlarını armut ağacına dikti.
Kuzeydeki dağın etekleri dar bir boğazdan geçtikten sonra, aşağıya doğru kayardı. Dağdan gelen rüzgar bu yamaçları yalayarak giderdi. Dalları çalıya benzeyen armut ağacı bu rüzgara karşı boynunu bükmüş gibi dururdu. Armut ağacının kaç yaşında olduğunu bilmezdi Zeliha. Kendisi bir çocukken bile bu armut ağacı vardı. Şimdiye dek merakta etmemişti. Armut ağacının kaç yaşında olduğunu. Çok yaşlı olması gerekirdi. Gövdesinin bir kısmı çürümeye yüz tutmuştu. Yine de ayakta kalmak için gösterdiği çabaları görüyordu armut ağacında. Mezarlığın üst kıyısında, ayakta durmaya çalışan armut ağacının yanında iki küçük armut ağacı daha vardı. Ağaçlar mezarlığın sessizliğini bozmak istemiyor gibiydiler. Rüzgara karşı suskun ve ürkek duruyorlardı.
Zeliha, bakışlarını sağa güneye, ileriye doğru uzattı. Bağlar deresinin sisi tepelere kadar uzanıyordu. Tepeler sisin içinde belli belirsiz gözüküyordu. Sis yavaş yavaş dağılmaya başladığında, tepeler birbiri ardınca büyüyerek, çıplak dağlara doğru uzanıyordu.
İşte şehir bu çıplak dağların ardındaydı. Zeliha’nın içinde bir sevinç dalgası kabardı. Ne zaman şehir aklına düşse, bir çocuk gibi seviniyordu. Bu hep böyle oluyordu. Sevinçten yerinde duramıyordu.
..