Açılmamış Mektup...
’Her öykü özünde bir can taşır... Her öykünün yolunda mutlak sevgi kırıntıları vardır. Ve kırılma noktasında bu Kırıntılarla tutunarak yaşama, anlam Katar.’ r.d
Canımın içi, ciğerparem… Sancılı sevdam, ağrılı başımın tatlı belâsı… Yokluğunda eksilip yok olduğum;
Yine bilmem kaç şiddetinde depremlerimsin bakışlarındaki fay kırıklarınla! Hançeri saplayarak yüreğimin ta ortasına; yine dipsiz kuyularda bilinmeyen denklemli söylem ve eylemlerinle bırakıp gittin, kaldım bir başıma!
Ne olacak bu gidişin sonu can... Ne yapacak nasıl baş edeceğim seninle, bilemiyorum? Sen, benim ele avuca sığmazım, sen nazlım, sen kırılgan sevdiceğim, sen sevimlim, yoluna bin kurban olduğum; sen istedin bu kopuşu, seni sevmememi… Sen istedin sana sevgimi haykırmamamı… Bütün bunları sen istedin bir tanem! Sana olan sonsuz saygım, ezel-ebed bitmez sevgimdi kaale aldığım sözlerin! Söz konusu senin dinginliğin, mutluluğun değil miydi? Dayanırım, uzaktan da severim seni ben... Beklentisiz art niyetsiz sevgimdir senin doğrularına saygımı, sabrımı zorunlu kılan. Kolay mı sandın bütün bunları? “Olsun! Yeter ki o bir tanem, o sevdiğim narçiçeğim mutlu olsun ” dedim, kendi kendime. Seni beklentisiz sevdim…
Son söylediklerini anımsıyor musun can? Hani beni kısıtlayan, elimi kolumu bağlayarak ötelere iteleyen…
Artık sesini duyamaz, varlığını göremez oldum; gerdin, gerildim! ... Seni görememek, sesini duyamamakla cehennemde yanmanın ne farkı var ki? Cenderenin içinde sıkışıp kalmış, kapana kıstırılmış fare yavrusu gibiydim, anlayacağın... Kaç kez telefona uzandı da elim, açamadım… Yanına gelmeye hazır adımlarım geri geri gitti, gelemedim! Çünkü sen istedin böyle olmasını can... Her zamanki sevecen hitaplarımı, seslenişlerimi çekip aldın benden; beni dalsız budaksız bıraktın! Oysa sen benim ürkek nazlı ceylanım, şafağıma doğan güneşim, vakur edasında huzur bulduğum canımın içi, bir tanemdin… Sana hep böyle hitap ederdim safiyane bir mutlulukla… Seni merak ettiğim için arada bir de olsa varlığını, hayatta olduğunu hissettirmeni beklerdim... Bak işte! Onu da çok görüp kıstın sesimi, esirgedin! …Günlerce yedim bitirdim kendimi sessizliğinle; sana hasret, sesine, kokuna, yüzüne, sıcacık sevgi seslenişlerine hasret…
Dedim ya: Razıydım seni uzaktan sessizce bir başıma -içim kan ağlayarak da olsa- sevmeye… Yeter ki mutlu ve erinç ol! Sana oracıkta söz vermiştim ya canımın içi… Artık sevgimden söz etmeyeceğime, sana dokunmayıp, yüzünü bile—zorunlu olmadıkça—görmeyeceğime ve de sesini… Oooffff of! ...Bunları sana söylerken tepki vermediğini -onaylarcasına- bana teşekkür ettiğini anımsıyor musun? Ben daha ne yapabilirdim? Beni de kendini de bağladın, kilitledin, kısıtlayıp susturdun sözlerinle, ama yok edemedin bende ki seni! ...Nasıl yok edebilirdin ki? Ne senin ne bir başkasının gücü yetebilir mi buna? ...Yetmez bir tanem, yetemez…
Ne çok istedim koşarak sana gelmeyi, sevgimi haykırmayı, “canımın içi” demeyi... En çok da yüzümü o tatlı boynuna gömmeyi ne çok özledim, bir bilsen! ‘İyi mi kötü mü, derdi kederi var mı, mutlu mu? ” sorularının kahredici karanlığında kaldım, daraldım... Sevgim çağladı sana… Gözlerim... Gözlerim kahve acılığında ıslandı yağmurlarınla da; sen bilmedin, duymadın, görmedin bunları caan... Senin içindi bu kabuğuma çekilmelerim… Sessizliğim, uzaklığım hep senin için… Senden uzaktaki her sessizliğimde eksildim, yolundu kanadım kolum... Her gece falezlerin doruğundan atıyordum kendimi Akdeniz’ in karanlık sularına… Sevdamla birlikte seni o karanlığa gömmeyi düşünerek… Yine de yok edemiyordum bendeki sen’i... Tek korunağım, tek varsılım, görkemli sarayımdı bende ki sen; sıcacık, masum ve biçare…
Seni böyle sevdim can... Bu can hiç olmadığı kadar mutlu ve istekli yoluna serilmekten... Bin ölür, bin dirilir; bir kez olsun kırpmam gözümü; çıkarır atarım, sıyrılırım giyindiğim bu can gömleğimden...
Ben seni özümle, ruhumla, gören gönül gözümle sevdim… Sana “can” dedim canıma sardım… Bu can can’ ıyla can bulacak, can’ından uzakta değil… Sen sevmesen de, ben seviyorum ya, yeter! Seni yüreğimin korunağında taşırım sonsuza dek; tıpkı kanguruların o minicik keselerinde yavrularını taşıdığı gibi, göğsünü siper edercesine…
Seni seviyorum… Seni seviyorum hüzün yüzlüm, kahve gözlüm! ...Sen bin kez desen de “sevme beni! “ diye, seviyorum işte…
Bir damla yaşına, hüzünle yıkılmış kaşına dayanamam! O güzel, o narin benliğin örselenmesin; kıyamam sana…
Beni öksüz, bir başına bırakma yokluğunla bir tanem! Boğulurum sensizliğin bulanık sularında… Uzakta da olsan; nefesine tutunmuş varlığım… Canıma can katan nefesine…
ben seni
bedenin, tenin için sevmedim ki
seni
malın-mülkün, mevkiin için sevmedim…
ben seni
bir gün-beş gün- on gün için sevmedim ki
seni
giyindiğin güvercin donu
arındığın ab-ı hayat suyu…
ben seni
çile dergâhında hak yolu
yunus odu’ yla yanan serinle…
seni
bir nefeslik canım
yaşadıkça yaşatacak kanım…
yanardağlarım, doruğumda karım,
edebim - ar’ımla sevdim.
ben seni
soldukça açan İrem bağım
bir avuç gökyüzü, birazcık mavi umut
kalbimde saklı gülşen çağımla…
seni
sana feda canım
özverili
hoş görülü
yalın insan yanım…
seni “ adam gibi adam” lığınla
bir ömür sevdim; bilmez misin can?
seni severken
bir şey istemedim, beklemedim ki;
Nefes alman, mutlu olmandan gayrı…
ben seni
senin bile bilmediğin bir yürekle sevdim, bambaşka…
seni hep sevdim be can! sevdim, inandım aşka…
koşullar uzak düşürse de;
seviyorum…
seviyorum seni
ah bir inansan keşke...
refika doğan
Serap DemirtürkKayıt Tarihi : 30.3.2010 21:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Serap Demirtürk](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/03/30/dostlarimin-yurek-sesleri-6-acilmamis-mektup-yorum-serap-hoca-2.jpg)
TÜM YORUMLAR (3)