Dört Adam Şiiri - Erhan Turan

Erhan Turan
87

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Dört Adam

Aydınlık yarınlarla gelecek olan,
Umutlarımız vardı bizim...
Aynı amaç için çarpan,
Ama ayrı diyarlarda yanan,
Ayrı, apayrı gözlerde kaybolan,
Ama hep beraber çarpan,
Dört ayrı yürektik biz,
Dört ayrı bilek, dört ayrı gençtik biz...
Ama umutlarımız vardı bizim.
Aydınlık yarınlarla gelecek olan,
Normalde küçük, gerçekte büyük hayallerimiz,
Genç, güçlü ve zinde olan heveslerimiz vardı.
Bizi aydınlık sabahlara neşeyle uyandıracak olan,
Her birimizin uğruna yanıp yanıp diriliği sevdaları vardı,
Belli etmemek için içine kazıdığı...
Doğduğumuz topraklarda ev yapacaktık mesela,
Birbirimize yakın bir şekilde, bahçesi bile bir olan.
İsteyip alacaktık babalarından, sevdiğimiz kızları.
O evlerde çocuklarımız olacaktı,
Birbiriyle oynaya oynaya büyüyen...
Dedim ya umutlarımız vardı bizim.

Aydınlık yarınlarla gelecek olan,
Coşkularımız vardı mesela,
Bir an bile yerimizde durmamıza engel olan,
Budaktan sakınmayan, ışıl ışıl parlayan gözlerimiz vardı.
Yüreklerimiz vardı, korku nedir bilmeyen...
Bir de davamız vardı bizim.
Güzel ve özgür bir dünya, güzel bir gelecek için,

Savaşırdık hiç durmadan emperyalist düzene karşı aklı-
mızca,

Mücadele ederdik gözümüzü kırpmadan bu uğurda.

Hasretle beklediğimiz, sevdalarımızı gözlerimizde sak-
layarak,

İçimizden akan gözyaşlarını tekrar içimize akıtarak,
Dava adamıydık ya,
Dava adamı üzülmez, hasretlik nedir bilmezdi ya,
Keskin bir bıçak gibi,
Bizi korkuyla uyandıran kurşun sesiyle başladı her şey...
Telaşla sese doğru koşarken,

Necmi’yi gördük köşe başında, alnının tam ortasında vu-
rulmuş hâlde!

Açık kalan gözleri, elinde kana bulanmış, sevdiği kızın
resmiyle...
Ensemizde o soğuk tabanca namlusuyla kalıverdik!
Ayağa fırladık aniden, korku dolu genç yüreklerimizle,
Kalk ayağa diyen memurun gür sesiyle...
Aklımız durmuş bir hâlde,

Necmi’nin baş ucunda diz çökmüşlüğün ruh hâliyle...
Ne olmuştu ki, biz ne yaptık ki böyle?
Oysa sadece aydınlık yarınlarla gelecek,
Umutlarımız vardı bizim...
Daha ne olduğunu anlamadan,
Yaka paça, elleri arkadan kelepçeli bir hâlde,
Askeri araçta bulmuştuk kendimizi,
Yüzükoyun yere yaratılmış vaziyette...
Oradakilerin deyimiyle kodesi çoktan boylamıştık bile!
Hakkımızda vatan hainliğinden açılan,
İdamlık davasının şaşkınlığıyla birbirimize bakarak,
Hani biz vatanı kurtarıyorduk ya, der gibiydik şaşkın
gözlerimizle...
Hiçbir şeyi duymaz, hiçbir şeyi hissetmez bir hâlde,
Pınarları kurumuş gözlerimizle,
Demir parmaklıklarla örülmüş pencereden bakarken
rengini unuttuğumuz gökyüzüne...
Bu haksızlığa daha fazla dayanamayıp,
Tuvaletin çürümüş demir parçasıyla,

Yılmaz’ın kendisini öldürülüşünün beşinci ayını geçir-
miştik bile...

Bizim de on beşinci yılımız olmuştu.
Sebebini hâlâ öğrenemediğimiz suçun,
Kabul edilemez cezasını çektiğimiz bu lanet olasıca yerde...

Ve bir kurşun sesi daha çınlatırken kulaklarımızı sabahın
köründe...
Peşinde siren sesi ve gardiyanın kapıyı tekmeleyerek
içeri girip,
“Sıraya dizil, sağ baştan say, firar var!” sesinin eşliğinde...
O an anlamıştım bizim Hakkı firarın eşiğinde!
Cezaevi duvarının en yüksek tepesinde,

Tellere asılı kalmıştı koca bedeni, uzun namlulu silahlar-
la vurulmuş hâlde...

Oysa bizim hayallerimiz vardı,
Aydınlık yarınlarla gelecek olan...
Ve ben, yani Umut;
Babamın umudu, umut dolu yarınlarım olsun diye,
Umut ismini vermiş bana zamanında.
Dışarıda bulmuştum kendimi girişimin yirminci yılında,
Birkaç özel adamın hatırına verilmiş bir afla...
Suçsuz biri nasıl affedilir ki!
Kim onu suçlar, hangi kanun, hangi yasa?
Ve kim onu affeder düşüncesinin çelişkisi içinde,
Buluvermiştim kedimi Hayal’in evinin önünde.

Hayal; nazlı çiçeğim, sevdiğim kız, geleceğim, umu-
dum, hayalimdeki eşim...

Hayal; her şeye eyvallah dedim ama bir sensizlikle bah-
şedemedim...

Babası onu apar topar vermişti,
Ben anarşist damgası yedikten sonra hiç tanımadığı birine!

Bir de oğlu olmuş, o an öğrendim ki Umut isminde.
Ve ben boynu bükük, gözü yaşlı geldiğim yolun dönüşünde...
Nereye giderim ne yaparımın çaresizliğinde...
Şimdi avazım çıktığı kadar size sesleniyorum!
Duyan duysun, duymayan ne hâli varsa görsün!
Doğruluğunu asla kabul etmediğim,
Ama içimden söyle diye bağıran iç sesimin ruh hâliyle...
Neydi şimdi, bunca yaşananın amacı neydi?
Sebebi neydi yaşadığımız bu kadar haksızlığın?
Peki, şimdi ne yapıyoruz, ne yapmaya çalışıyoruz?
Hangi dava bu bizimkisi, hangi amaç, hangi gaye?
Hesapsız mı kalacak sanırsınız bunca yaşananlar?
Aslı hesap sorucunun hesabı sorduğu günde...

Erhan Turan
Kayıt Tarihi : 10.9.2020 17:41:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Erhan Turan