İnsanların ön yargıları kuvvetlidir. Kuvvetlendirilmiştir. İnsanlardaki ‘tembellik’, kolaycılık yanları buna yatkındır. İnsanoğlunun en tehlikeli virüslerinden biri… Bu zaafından dolayı kontrolü başka ellere kolaylıkla geçebiliyor.
Egemen din hangisi ise ona göre diğer dinler düşmandır…
Egemen milliyet hangisi ise, diğer milliyetler ona göre düşmandır.
Egemen tarikat hangisi ise, ona göre diğerleri düşmandır.
İnsana boyun eğmek öğretilmişse boyun eğmeyenler düşmandır.
Toplum kadını kapalı olarak tanımışsa, açılınca ahlaksızlıktır.
Yönetici güçler, ilk çağlarda insanları kontrol edebilmek için koydukları kurallar, zamanla işlerine yaradığını görmüşler bundan kendileri için çıkar sağlamaya başlamışlar. Medenileşme, uygarlık gibi cilalı sözler arkasına sığınarak bu kuralları, kendi işlerini kolaylaştırmak için kullanmaya başlamışlar. Bunlar zamanla insanların beyinlerinde maddeleşen önyargılara dönüşmüş…
İşte bu önyargıları kırmak ve suçlamalardan kurtulabilmek, ölüm korkusunu azaltabilmek için, dışlanan düşünceler içerisinden bazıları, diğerlerinin düşüncesine dört elle sarılıyor… Yüksek sesle kendisinin de egemen düşüncenin hizmetinde olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. İç dünyası neyi kabul eder bunu kimse bilemez… Ne olursa olsun egemen olanın hanesine artı puan kazandırıyor.
Egemen olanlar, boyun eğenlerin mutlu olmadıklarını bilir. Bu nedenle bir boyun eğmeyen, bir isyankar kötü örnek olursa, diğerleri üstündeki baskı da etkisini yitirir. Bu nedenler itaatte kusur işleyenler affedilmez.
Ölümle kalım arasındaki ince bir sınır… Döneklik.
Önyargılar kuvvetlendikçe farklı düşüncelerin çıkış yolu arayışları da artıyor… Kimi direnirken karşı tarafa, kimi dönmeyi tercih ediyor kolaylıkla… Böylece önyargılar nasıl yaygınlaşmışsa, döneklik de yaygınlaşmış, yaygınlaşıyor.
TUDEH’in Humeyni’den aldığı dersi, bizin küçük dükkancı anlayışlarımız da bir gün AKP’den alacaklar. İşte o zaman, birlik ve beraberlik sağlamak kolaylaşacak, güçlü bir muhalefet olabilmenin cesaretiyle ve haklılığıyla, fetiş hale gelen güce tapınç ve güç karşısındaki korkudan kaynaklanan sinme, kendine dönmeye başlayacak, kendi olabilecek. Önyargılar pratik deneyler sonucu kendiliğinden mi silinecek? Hayır.
Hiçbir proje teori olmadan, hiçbir teori de pratik olmadan gelişmez. Pratik gösterdi ki, yıllardır çok güzel siyasi programlarla bir adım bile ileri atamadık. Çünkü pratik uygulama alanındaki elemanlarla, (halkla) tanışamadık. Programlar uygulama alanına inemedi. Masa başında devrimci sloganları en yüksek sesle haykırmak hiçbir şeyi değiştir miyor? ‘’Yüksek sesle söylenen yalanlar’’ ancak yerinden kıpırdamak istemeyenlerin kulaklarında gerçeğe dönüşüyor. Gün gelecek, bu teorisyenlerle, tabandaki uygulamacılar kaçınılmaz olarak, egemen güçler tarafından buluşturulacak. Buluşturuluyor da, küçük burjuvalar yoksullaştıkça, sosyal demokrasinin yoksullaştığı gibi, bu ara tabakalar da iyice silinecek… Dengeler dar gelirliler lehine dönecek… Dönüyor. Dün emekli anababaların emekli maaşlarıyla bu günü idare etmeye çalışanlar yarın bunları da bulamayacak, enerjilerini spor sahalarında amigolukla tüketenler, amigoluktan doyulmayacağını da öğrenecekler. Hiçbir burjuva partisi o yığınları tetikçi olarak istihdam etme gününe sahip olamayacak.
Pratik olarak tabanda bu doğal dengeler değişirken, aydın olma iddiasında olanlar da bu ekonomik yapılanmalardan nasibini alacak… Yığınla kendini şair, aydın, senarist ilan eden insan olduğu halde tiyatrolar kapanırken kimseden ses seda çıkmadı. Bir avuç maaşlı tiyatro emekçisinden başka. O kendi kendini sanatçı ilan eden yığınla insan burjuvalardan sponsor bularak ünlü olacaklarını sanıyorlar. Derde merhem olmayan, havadan sudan dizeler ve cümlelerin sahipleri ya kendilerini sorgulayıp yenilenme yolunu seçecekler, ya da silinip gidecekler. Yani emekçilerin ayaklarına takılan çalılar da kalmayacak bir gün.
Bu doğal değişimin önünü açacak olan aydınlardır. Kendini toplumsal mücadeleden sorumlu tutan, kendini bu toplumun parçası olduğu bilincine varan aydınların sorumluluklarını yüklenerek, hayatın içine dalarak ve hayatla beslenerek, daha canlı bir şekilde yenilenmenin içinde ve en ön saflarda yerlerini alarak süreci hızlandıracaklar.
Fabrikalar satılarak topraklarda, tarımda KOTA uygulayarak, istihdam kaynakları daraltıldı. Dolayısıyla işgücü fazlası öylesine arttı ki, egemenler Kürt işgücüne ihtiyaç duymayacaklar ve bu nedenle de Kürtlerin bölünmesine karşı gelmeyecekler… ABD ve diğer emperyalist güçlerin Ortadoğu politikası da rahatlıkla uygulanabilecek. Bizim ulusalcılarımız da bilerek mi bilmeyerek mi belli değil, ulusalcılık adına emperyalizmin bu politikasına çanak tutuyorlar. Tam da en sıkı şekilde Kürt hareketinin yanında yer almaları gerekirken… Marksist olanlar ‘’Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ‘’ için, ulusalcılar ise, bir ulusun kurtuluş için mücadele etmesinin ne demek olduğunu Kemalizm’den öğrenmiş olmaları gerektiği için… Ulusal kurtuluş mücadelesi veren dünya halkları Mustafa Kemal’i örnek aldıkları konuşmalarla övünülerek anlatılır ama, kendilerine en yakın bir ulusun ‘dil özgürlüğü’ ne bile tahammülleri yok. Bölünmeye karşı çıkanlar ne yazık ki böylece bölünmeye hizmet ediyorlar. Bilemiyoruz tabi Kürtler fedarasyon istiyor, belki de onlar bölünsün gitsin de biz saf bir T.C.’ye kavuşalım diye de düşünebilirler. Ama 90 yıla yakın birlik beraberlik havası çaldıktan sonra dönüş yapmak işlerine gelmediği için de böyle karmaşık bir politika da izlemiş olabilirler. Bizim ulusalcılar da koyun kuyruğu gibi yağlı olduklarından uluslar arası sermayenin ekmeğine lezzet veriyor olmalılar ki Cumhuriyet mitinglerine bile dışarıdan destek geldiğini duyuyoruz.
Bu hengame en çok AKP’ye yarıyor. Bölünmeye karşı öyle bir konsantre oldu ki, (tabi AKP’ni borazanı durumundaki kitle iletişim araçları sayesinde aynı zamanda halk olarak da) Köklü değişiklikler için alt yapıyı hazırlıyoruz… Roma İmparatorluğunun en önemli dönemi olan (M.Ö. 509- 027) tarihlerinde, Yargı, Yasama, Yürütme birbirinden ayrılmıştı… Bu gün o üç kuvvet bir başkanlık çatısı altında birlik ve beraberlik içinde yürütülecek şekilde alt yapı çalışmaları yapılıyor… Bunun için de emekçi kesimi temsil ettiğini iddia eden bazı solcularda, sırtlarındaki adamın havucunu yemek uğruna, çırpınıp duruyorlar… Bu da ortaçağ yasalarının tersini yapıyoruz gibi görünerek, AKP’yi ortaçağ mantığıyla suçlayanlara güzel bir cevap oluyor. Ardından da sürekli ordu yerine milis kuvvetleri örgütlenmesine sıra geleceğinden kuşkumuz olmayacak… İftar sofraları ve seçim paketleri pilot uygulama olarak denenmekte… İşsizlik ve açlık iktidarı sağlamlaştırmak için en önemli taktikler… Açlıktan ölmek yerine (ki bunun kurtuluşu yok) hiç olmazsa kurtulma umudu olan paralı askerlik ve tetikçilik gibi işler için iktidarın önünde el ayak ve hatta… taş…oklarını öpeceklerin sayısı önemli ölçüde artacaktır. Milislere de ilk başta sınav olarak da ‘çocukları asma’ işi verilebilir.
Tecrübelerimiz bize şunu öğretti ki, ne zaman zam yok dedilerse ardından zam geldi, ne zaman kalkınma var dedilerse ardından kriz geldi, ne zaman bir karış toprağı bile vermeyiz dedilerse parsel parsel satıldı bu ülke, ne zaman İsrail’e karşı gibi göründülerse, gizli gizli el sıkıştılar ve askerlerini eğittiler bu ülkede, ne zaman emperyalizme karşı gibi göründülerse yeni üsler için yeni topraklar verildi… Bütün bunların bize öğrettiğine göre ve son yıllarda ‘’Güçlü devlet’’ sözü dillerde çok dolandığına göre devlet çöküyor demek… Zaten çocukları tutuklayan, çocuklarına kurşun sıkan bir devletin gücünden şüphe edilmez mi?
Yargıda hedef doğruyu söylemek değil de davayı kazanmak olunca, yalanlar da meşruluk kazanıyor demek.
İnsanlarda önyargıları besleyen sebeplerden biri de aşırı güvenden kaynaklanır. Osmanlıya güven sarsılınca yeni bir ülke için, halk kolları sıvamıştır. Osmanlıyı tanımamış kendi gücüne dayanmış, yeni bir devlet kurmuştur. Bu yeni devletin kuruluşu sırasında olağanüstü mücadele veren, üstün yeteneklerini kullanan kuruculara güven, aynı zamanda devlet yapısına olan güven olarak onyıllarca sürüp gitti. Devlete olan bu güven uzun yıllar önyargı olarak insanlarda devam ediyor. Devletin çökme aşamasına gelişi de önyargı halinde devam eden bu güvenden kaynaklanıyor. Ama bu güven ilanihaye gidecek diye bir şey yok. Söylenenlerin tam tersi gelişmeler olunca bu güven de gün geçtikçe azalmakta ve bir gün tam olarak dibe vuracak… İşte o zaman bu önyargılar da kum saati gibi tersine dönecek… Devlet ne dese, doğruyu bile söylese, kimse inanmayacak.
İşte o zaman asıl güçlü ve güçsüz ortaya çıkacak, bir avuç egemen güç, önyargılarını kullandığı bu halkı karşısında görünce ne kadar güçsüz olduğunu görecek. Halk da ne kadar güçlü olduğunu yeniden keşfedecek…
İşte, o zaman, bir kedinin ölmemesi için, itfaiyesini seferber eden devlete, (kedilerin kurtarılmasına karşı olduğum için değil, insanların ölümüne duyarsızlığı vurgulamak için söylüyorum.) neden ölen insanlar için sessiz kalındığı ve neden Yunan’lıların tabak kırıp parasını ödedikleri gibi, insanları öldürüp ‘’ Tazminatınız ödenmedi mi, daha ne istiyor sunuz? ’’ diye köpürenlere bunun hesabını da soracaklardır.
Sonuç olarak sanatçılara ve aydınlara duyurulur ki Ezberlere, önyargılara, alışkanlıklara karşı mücadele etmeden devrim olmaz. Bunlardan türeyen milliyetçilik, şövenizm, ırkçılık gibi türevlerine karşı en etkili silahlar da sanatsal etkinliklerdir.
Yoksa, içinden geldiği halkın mücadelesine sırtını dönüp, egemen güçlerin ekmeğine yağ süren, vurdumduymazlıklarla sanatçı olunmuyor. Ancak kendi geleceklerini karartıyorlar, sınıflarının geleceğini bulandırarak… Çoğu sermaye sahibinin utanıp söylemediklerini söylemek cesaret değil dönekliktir.
Kayıt Tarihi : 22.11.2012 01:08:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmet Halil](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/11/22/donme-sofudan-tehlikelidir-diyorlar-neden-duz-yazi.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)