Aptal değildim. Söylediklerinin doğru olmadığını biliyordum (en azından bir kısmının) . Ama umurumda bile değildi. Duyduklarım bir süre de olsa mutlu ediyordu beni. O söylemek istediklerini söylüyordu ben de duymak istediklerimi duyuyordum. Ve bu ikimize de iyi geliyordu. Belki bu esnada bir sürü doğru piç olup gidiyordu ama olsun. Doğru ne ki diyordum. Beş sene boyunca her sabah, hep bir ağızdan "doğruyum" diye bağırarak güne başlayan çocuk korosuyla büyüdüm ben. Küçüklerini sevmeyi yasa olarak kabul edip sonra küçüklerin götünün altına raptiye koyarak eğlenen bir neslin parçasıyım. Ne önemi var lan doğrunun, yalandan da olsa mutlu hissetmenin yanında?
Mevzuyu detaylandırıp lafı uzatmak istemiyorum. Birincisi, anlatacaklarım onu kızdırabilir; ikincisi, detaylar sizi hiç ilgilendirmez. Ama şu kadarını söyleyeyim bizim üzüntümüz onun artık yalan söylemekten vazgeçmesiyle başladı. Doğrular boynumuzu büktü çünkü. Oysa ben yıllarca oynayabilirdim başlarda oynadığımız oyunu. Ya da bilmiyorum belki de oynayamazdım, ama denerdim. Nafile.. Kağıtları dağıttı kader. Zarlar atıldı. Son taş çekildi ortadan ve kimse açamadı. Oyun pat'a kaldı..
Ne istediğimi soruyor sık sık. Ne istiyorsun diyor? Ne istiyorum? Bütün samimiyetimle söylüyorum bunu, sadece ve sadece iyi olmasını istiyorum. İyiyim diyerek geçiştirmesini değil ama. Gerçekten iyi olmasını istiyorum. Eğer böyle bir şey mümkün olsa, onun hep iyi olabilmesi için gerekirse sol elimi kesebilirim. Sikik bir mübalağa romantizmiyle söylemiyorum bunu. Gerçek bir satırı gerçek sağ elimle tutup gerçek sol bileğimin köküne tek seferde indirip kopan parçayı ayağımla tekmeleyebilirim eğer acıdan bayılmazsam. Bir keresinde, yoğun böbrek acısıyla kıvrandığım zamanların birinde, bana eğer böbreğim tamamen çürürse kendi böbreğinin birini hiç düşünmeden verebileceğini söylemişti. Verirdi de. Şimdi de verir. Senin için gözünü bile kırpmadan böbreğini verecek biri söz konusuysa elin lafı mı olur lan? Valla keser atarım n'olacak. Başka bir zamanda şey sormuştum ona. Demiştim ki, çok sıcak bir havada birer dondurma aldık ve yürüyoruz. Sonra birden benim ayağım takılıyor, sendeliyorum ve dondurmam yere düşüyor. O zaman kendi dondurmanı bana verir misin demiştim. Yine hiç düşünmeden veririm demişti. Ben de onu sevmeye karar vermiştim.
*Hiç dondurma yiyemedik beraber, ama ben onu hep çok sevdim..
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Aptal değildim. Söylediklerinin doğru olmadığını biliyordum (en azından bir kısmının) . Ama umurumda bile değildi. Duyduklarım bir süre de olsa mutlu ediyordu beni.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta