Domates Hırsızı Şiiri - Nuray Özgüney

Nuray Özgüney
102

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Domates Hırsızı

Çok güzel bir kadındı. Çerkez güzeliydi. Sırma sarı saçları koyu mavi gözleri öz yurdundan göç etmiş atalarının izlerini taşıyan duru mu duru, berrak mı berrak bir cildi vardı. Varlık içinde büyütülmüş, devrine göre de yeterince eğitilmiş idi. Ne var ki zaman O’na ailesi kadar sevecen, şefkatli davranmamıştı. Hatta, şefkâtsizliği hoyratlık nobranlık derecesine vardırmış genç kadının tüm sevdiklerini birbirinden acı sebepler ile elinden almış onu şu koca dünyada dalsız budaksız bırakmıştı. Ne yaslanacak bir omuza, ne sığınacak bir dam altına sahip değildi. Evsiz, yersiz, işsiz, aç-bi-ilaç sokaklarda kalmıştı. Çaldığı kapılardan eli boş dönmüş, ne temizlik ne bulaşıkçılık hiçbir iş bulamamıştı. Dilenmeyi beceremeyecek kadar onurlu, kendi eliyle ölemeyecek kadar da dirençli, inançlı biriydi.
Tam üç gündür ağzına lokma koymamıştı. Parklarda ıssız alanlarda dolaşmış gece şehir terminalinde zor da olsa kendine bir bank bulabilmişti. Neyse ki mevsim yazdı ve dışarda kalmak henüz donduran bir yalnızlığa dönüşmemişti.
Hayat öyle hızlı ve telaşlı akıyordu onca insan kalabalığının arasında kimse O’nu fark etmiyor, o amansız karanlık sel adeta üzerinden atlıyor ve O’nu yutup geçiyordu.
Üç günlük açlığın sonunda sokaktaki ilk gününde taşıdığı kaygıların hepsi anlamını yitirmiş ve sade koyu amansız bir açlık hem ruhunu hem bedeninin esir almıştı.
Bir lokma yiyecekten başkasını düşünecek hali yoktu. O kadar ki yiyeceğin ne olması gerektiğine dair bir düşünce kırıntısı hayali ya da özlemi de yoktu. Yiyecek bir şey olsundu. Midesine gitsin, homurtusunu burkultusunu sustursun yeterdi. Ama tek lokma dahi yiyecek bir şey yoktu. Belki şehirde değil de köyde, dağda ya da daha küçük bir yerde olsaydı yiyecek bulma şansı olabilirdi. Ama şu koca şehirden kaçabileceği hiçbir imkana da sahip değildi.
Böyle aç açına dolanırken birden kendini büyük bir süpermarketin kapısında buldu. Türlü çeşit yiyecekler adeta gel ediyor, sonra da nanik yapıyordu. Mıh gibi çakılıp kalmıştı. Yutkunamıyordu bile. Ne kadar öyle kaldı bilinmez. Donmuş gibi hiç hareketsiz bakıp duruyordu. Sonra birden ok gibi fırladı yerinden. Büyük bir hızla kimse ne olduğunu anlamadan manav reyonuna saldırdı. En uçtaki domates kasasını gözüne kestirmişti. Görevliler durumu kavrayıncaya kadar 3 tane domatesi midesine indirmişti bile. Ama midesinin bayramı bu kadarla sınırlı kalmak zorundaydı. Çünkü yakalanmıştı. Güvenlik görevlileri kadını bir anda kıskıvrak yakalamış dertop edip mağaza müdürünün huzuruna çıkarmışlardı. Büyük olay olmuştu. Mağazanın günlük rutininde böyle olaylar sık yaşanan şeyler değildi.
Müdür, önemli adam edaları ile kadını sorgulamış, aşağılamış, ezip tüketmişti. Ama çilesi bununla da bitecek değildi. Bitmemeliydi. Çünkü o hırsızdı. Bir insanın açlıktan da olsa hırsızlık yapması yüz kızartıcı bir suç idi. Ama bir insanın açlıktan hırsızlık yapması toplumun yüzünü kızartacak bir suç değildi. Kimse niye çaldın demezdi ki. Çaldıysan suçlusundur. Yargı kesindir.
Neyse, mağazadaki aşağılama faslından sonra kadın kendini bir anda karakolda ifade verirken bulmuştu. Çünkü, mağaza müdürü şikayetçi olmuştu. Ama ifade alma kısmı başarıyla yürütülemiyordu. Zira, kadın bayılmıştı. Polisler önce numara olduğunu sonra da korkudan bayıldığını sansalar da en sonunda kadının açlıktan bayıldığını anlamışlardı. O andan itibaren sorgu bir yemek ziyafetine dönüşmüş karakoldaki herkes türlü çeşit yiyecekler ile kadının karnını doyurma yarışına girişmişti.
Sonunda kadın doyabilmiş ve önündeki yiyecek tepesini nihayet bilinçle görmeye başlamıştı. Başından geçenleri kendince anlatırken, kadın polislerden ikisi tanesi arkada sessizce ağlıyorlardı. Polisler bir yandan kadın hakkındaki işlemleri usulüne uygun yürütürken diğer yandan da ona yardım etmeye daha kalıcı bir çözüm bulmaya çalışıyorlardı. Bu çaba ve samimi isteğin sonunda polislerden birinin yaşlı bir akrabasının yanında kadına kalacak yer bulunmuş; kadın da bunun karşılığında yaşlı akrabaya göz kulak olmayı kabul etmişti.
Sorun şimdilik tatlıya bağlanmıştı. Ancak, polislerin kadına olan ilgisi burada bitmemiş bir yandan yüksekokul mezunu olan kadının memurluk sınavlarına girmesi sağlanmış sonra da aldığı puan iyi olduğundan bulunduğu şehirde küçük bir memuriyet işine başlamasına yardım edilirken, diğer yandan mağaza müdürü şikâyetinden vaz geçmediği için kadının evrakı -mecburen- savcılığa intikal ettirilmişti.
Yaşlı akraba ile ana-kız olan kadın artık mutluydu. Çok şükür evi, ailesi, işi vardı. Kimseye muhtaç değildi. En önemlisi bu öğün karnını doyurur iken sonraki öğünde ne yapacağını düşünmek zorunda değildi.
Hayat rutin bir akışa oturmuş güzel güzel geçiyordu. Ancak, bu rüya çok uzun sürmemiş, zaten hasta olan kadın ev sahibi ve hayat arkadaşı yaşlı kadın ölüp gitmişti. Bunun üzerine genç kadın kendine çatı katında bir oda tutmuş işi ile evi arasında yeni bir yaşam kurmuştu. Bir müddet daha bu minval üzere hayat akıp gitmişti.
Ne var ki günlerden bir gün eline bir tebligat zarfı tutuşturulmuştu. O gün eline ulaşan bir tebligat yeni felaketlerin habercisi olabilir miydi? Kadın korkudan uyuşmuş hiçbir şey düşünemiyordu. Zira, çaldığı üç domates için hakkında dava açıldığı ve hırsızlık suçlaması ile yargılanacağı bildiriliyordu. Güzel günler burada bitmiş masal uçup gitmişti sanki.
Herşey çok hızlı gelişti. Yargılamanın nasıl olup bittiğini bile anlamadan dava sona ermiş ve 1 yıl hapis cezası almıştı. Adalet onun için çok çabuk işlemiş ve hapis cezası ne ertelenmiş ne de paraya dönüştürülmüştü. Hepsinden önemlisi de Devlet memuru olduğu için durumu kurumuna bildirilmiş ve hırsızlık suçu işleyenler memur olamayacakları için kadının memuriyetine son verilmişti.
İşte tam bu sıralarda kadınla Avukatın yolu kesişmiş ve kadının memuriyete iade edilmek için açtığı davada Devleti temsil etmek avukata düşmüştü. Avukat, kadının dosyasını incelediğinde “hırsızlık” sabıkası olan kadının acı hikâyesi ile karşılaşmış ve adeta çarpılmıştı. Her ne kadar kadının gerçek anlamda bir hırsızlık yapmadığı ve yaşamak için çalmak zorunda kaldığı ve çaldığı malın ekonomik değerinin olmadığı açık olsa da tüm bunlar ceza yargılaması aşamasında ortaya konulmadığı için ceza aldığı ve artık hırsızlıktan sabıkalı olduğu değiştirilemez bir gerçekti. Kanunların kesin hükümleri karşısında kadının çok aç olduğu için domates çalmış olmasının bir anlamı yoktu; ama, sabıkasının anlamı kendi varlığını bile aşıyordu.
İşte bu çaresizlikle savunmasını hazırlamış ve kadının suçluluğunu ve memuriyetten çıkarılmasının kanunen ne kadar doğru olduğunu çok da fazla anlatmaya çalışmadan belgeleri savunmasına eklemişti. Davayı kazanacağını biliyordu. Ama kazanmak istemiyordu. Davayı kazanması içinde oluşan sızıyı artırmaktan başka bir işe yaramayacaktı.
Evet, görünürde yapılan işlem kanuna uygundu. Doğruydu da. Ama bu bir insanın aç olduğu için çaldığı üç domates yüzünden ömür boyu açlığa yokluğa ve sokağa terk edildiği gerçeğini değiştirmiyordu.
Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen avukat ne kadını, ne de kazandığı için üzülüp kahrolduğu davayı unutabilmişti. Çalıştığı kuruma karşı görevini eksiksiz yapmış ve davayı kazanmıştı. Çok üzülmesine rağmen kadın için tek yapabildiği ise, üç domates için kadının hayatını karartan zincir marketten alışveriş yapmamak olmuştu. 04/02/2013

www.ozguney.av.tr

Nuray Özgüney
Kayıt Tarihi : 9.10.2013 17:16:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Nuray Özgüney