Bazen öyle duygusal anlar yaşanır ki; bir kırsal kesimden örneğin birinin, hızla ilerleyen teknoloji, geçim kaynağının gün ve gün daraldığı kentlere gelerek, orada yaşam mücadelesi vermeye başlamasıyla, başarılı ne çok anılar anlatılmıştır sonraları, yabancı ülkelerde yaşayan olarak, bir gurbet yaşamını iliklerime kadar hissettiren yıllarımda buna benzer duygularla ne çok baş başa kalmışımdır… bir şehit haberi acısının boğuyor hisleriyle daha, bir duyarsız yazıyla karşılaşınca bazen, neler söylenmiyorum ki kendi kendime… bir duyarlık dolu yazıyla karşılaşınca da yine;
yoğun ilgi doğallığı, duygusallığı taşıran zamanın artılarında boğulma duygusundaki yoğunluk doğallığıyla eşitliyor olsa da, düşünerek devam etmeye tercih ve tesellilerin hiç zayıf olmadığına işaret oluyor gibi izlenimler bırakıyor...zaman zaman ezici duygularda kalem izleri dinlendiren bir soluk arası olabiliyor...düşünmek için dinlendiren...
vatan sevgisi, aile sevgisi, yaşam sevgisi, inanç sevgisi bir soy ağacı gibi zaman zaman sevilesi olguları yanında ağır bedellerle de karşılanıyor... en zoru mutlaka ve elbette, eli kolu bağlı halde olmak, dili bağlı olmak hatta... kalem tutabilme olanağı yine de hafifletiyor, okuyabilmek, görebilmek, duyabilmek, dinleyebilmek gibi...
zor anları atlatabilmek her çağda olduğu gibi, çağımızda da varlığı belirgin. Zorlanan insan, zorlandıran çağ deniliyor yıllardır, ben hatta utanç uygarlığı çağı demeye taviz vermedim, gelişen çağın korku dehşetlerinin utanç sızlatan boyutlarda sadece sunumuna, vermeyeceğim de...
Çok sık, insan hayatının genel düzeni bir takım bilinçsel verilere bağlıdır deniliyor. Ne anlatabilir bu? Bir genç insana...
İlk akla gelen her nedense ‘çok ilginç’ demek oluyor. Anlamsız söze anlamsız yanıt gibi bir şey, ki beğenemiyorum, ya konuş, ya sus dedirtir bu işte. Hep derler söz büyüğün diye. Oldum olası hep küçüğe önem değerinde kaldım, böyle seviyorum yaşamı, çocuğa çocukluğu yaşatılan bir yaşamın küçüklükten başlayışı, aynı zamanda içimizdeki çocuğumuzun da olduğuna. Bunu kaç zamandır uyguluyor olduğumu hatırlamıyorum, çok uzun zamandır, öyle doğdum, öyle kaldım hiç zedelemeden...
İnsan hayatının genel düzeni bir takım bilinçsel verilere bağlıdır denilince, gençliğimde mutlaka, ‘değişen dünya sorunlarının’ geçmişi, şimdisi ve geleceği peşinden koşulmasına taraf bir insan olarak ‘’sormak isterim’’ demişimdir… Bugün de bir genç böyle der ve de diyecek doğal olarak...Yani, soru bir yanıt değeri taşıyabilsin, eğer bu yoksa, konuya yakınlaşmaya önce ulaşabildiğim bir genelde olduğum kendimi sunarak, al gülüm ver gülüm olanağına mekanı hazırlarım demektir… Yani soru sormaya bilgilenme ihtiyacı…
Sonra, dünya değişmesi deyince, o işini kendisi yapar demek geliyor insanın aklına… yörüngeden fırlatmaya devam edelim, bak o nasıl yuvarlanır, gümbürder… sonra ay, yıldızlar, güneş nasıl da kapaklanırlar üst üste… yerden lavlarını akıyor volkanlar sevgiyle, doğallığını...
gerçi, dünya değişmiyor da denilmez hani, insanız ya, onu da çöplük olarak, daha hızlı kirletme yarışında maraton koşarcasına kirletiyoruz… hayvanların silahı yok, olsaydı eminim ki, onlarda yaşam alanımı çok daralttın diyecekti ya… yazık mı değil mi, bilmiyorum…yok işte… doğa değişmesi denilen, gerçekte doğayı istila etmeyi başardığımızdır… hayvan, bitki en ücralara sıkıştırıldılar… toprağı örtüyoruz betonla, soluk almasın diye...insanız, çoğalarak istilaya güçlendik…
burada ‘dünyada değişen yaşam şartlarıyla sorunların’ geçmişi, şimdisi ve geleceği denilmesi mantıklı ve düzgün olduğuyla, anlaşılması da sözü kısa tutmaya yarıyor… Amaç da ne söylediğini bilmek olmalıydı zaten… Karşıdakini veya kendini yormak değil….peşinde koşmaya değerlikler diye vurgulayabiliriz sonra…
İnsan hayatının genel düzeni derken, insanın önce kendini bulması için, sevgiyi tatmalı, kendini sevmeye güçlenmeli, seviyorum diyebilmenin güven ve rahatlığını hissetmeli, başkasında kendi sevgisini deneyebilmeli, başkasının kendisine sevgiyi deneyişinde güvenini koruyabilmeli, tüm bunların başarılı neticeleriyle, her bulunduğum zaman ve mekanda çevremle birliği kurabilen, koruyan ve korunabilen olmuş oluyorum ancak… bir birliğin varlığı ve bütünlüğünü sağlayarak... ayrışarak gruplaşmak ise özendirilmeye güçlü daha...
işte şimdi diyebilirim ‘’insan hayatının genel düzeni bir takım bilinçsel verilere bağlıdır.’’ diye. Şimdi bir takım bilinçsel verilere bağları aranabilirim… Varsın bunlar da sözde yokmuş olsun, ama vatanım, hissiyatım, bağımsızlık karakterim var… seve seve azında kavrulur, varında yoğrulurum…
Ve hatta böylesi imajlar dahilinde ‘’Bu verilerin içinde yer almayanlar, kendini bulmaya aramak zorundalar.’’ denilebilir… toprağı, havayı, suyu, başka canları yormak, tüketmek midir bu kendini aranma?
bunun paralelinde ama kişisel olarak, daha yaşamın bedelini ödemek zorundayım… buna, her yöre, aile, çevre, cemiyet vs. mutlak benim gibi diyecek kadar bir katılıkta değil, bir cemaat varlığı saklanmaları değil, ama benimle de paylaşarak anlayışına adım atılabilir (bir yörede at, birinde davar, sürü, öbüründe fabrika gibi alış-veriş kapasitesi doğuyor ufka)
Tüm bu olgular için her ülke kendi genelinde, belki çok bozuk olduğu kadar, çok güzel örneklerle de boğuşuyor elbette. Ama en sevdiğim Asya, bu benim kapasitemle erişebildiğim görüşüm olarak mutluluk, sevgi kavramının korunduğu var olan verilere dayandığına inandığım için seviyorum. Bu da benim açıklamam tabi ve büyük aşk duyumu ile doyuruyor, okşuyor içimi...
Eğer, kimi grup içinde kimi boş lakırdı anları yaşanıyorsa, ki öyle geliyordur belki kimine... Ben örneğin, çok ciddi, hep prensiplerime yıl ve yıl artılar katarak ve yine de dolu dolu yaşadım çocukluğumdan beri, kendimce…
boş laf etmeyi sevemiyorum dersem ayıp ederim, bilmiyorum ki ne olduğunu, öyleyse, becermeye çalışmayı deniyorum diyebilirim ancak…
ne kimseyi rahatsız etmeye hakkım olduğuna büyürüm,
ne kimseye zamanımı istila etmelerine küçülürüm
prensibimden biridir örneğin… bu benimkisi de insan hayatının genel düzeninden biri işte… her kişi ayrı birer verileriyle mutlu olmayı bilmeye öğretilen ve öğrenilen değerlerdir.
Mutsuz olmaya ise, başkası şunu yapıyor, var-yok özentileri haricinde, bir de en az ile geçinmeye zorlanılan yaşam içinde, bunu hızlandırmaya ‘bilinçsel’ kavram süsü katarak zorlandırmalar olumsuz kaynaklardan biridir…
Soru sormaya yetenekli olalım her geçen gün daha da becerili, ama sormak zorunda değiliz… yanıt alabilecek kadar soralım, ama yanıt vermek zorunda değiliz’’ diye bir konu da çok dikkatimi çekmiştir hep… 70’li yıllarda çok sevimli, heyecanlı konularımdı…
verebileceğimiz kadar isteyelim
üstesinden gelebileceğimiz kadar suçlayalım
konusu da bu benzerlikte seyreder sanırım. Kararlı ve ısrarlı olduğum ise, bu vatanda çeteliklere son verilmesi. Ermeni oyunu tuzağı kürt adı verilmeye çalışılan toplum bireylerini aydınlatmaya tanınan zaman süreci aşırılığa boylanıyor, kararlı ve ısrarlıyım sert ve son verici darbeyle bitirilmesine, zira, her yavaşlatılan, gevşetilen durumlarda, yeni kurbanlar bulabiliyorlar…
hiç olmazsa ne kurtarılırsa, onlar yaşatılabilsin…
azı yaşatabilmek,
çoğun, çeteciliğin tuzağına olanak olmasından daha hayırlıdır…
eğer dünyada yaşam, tek bir doğruyla yaşanılabilecekse, o tek ne çok türlerde ve zenginlikte var, demeyi deniyorum:
verebileceğimiz kadar isteyelim
üstesinden gelebileceğimiz kadar suçlayalım
eğer dünyada yaşam, tek bir doğruyla yaşanılabilecekse
o tek ne çok türlerde ve zenginlikte var, demeyi deniyorum:
sevgi-aşk -sevda yükselen halleriyle güzellikler
sevgiden sevdaya köprüdür aşk
bitki-hayvan-insan keza öyle
toprak-su-hava-ateş: birbirine zıt ve tamlayan güzelliği
yer-gök: avuç içinde su taşımaya benzeyen nadide güzellik
yer altı – gök ötesi: beden ve ruha mekanlar güzelliği
Allah tek: inanç güzelliği
Vatan tek: hissiyat güzelliği
Dünya tek: şimdilik tek, ileride üç beş olsa ne fark edecek?
Birlik varlığına bu birini yaşatmayı başardık mı?
Hakkınız var mı daha da paralamaya, parçalamaya?
İnsan olarak da hayvan, doğa yaşamını kendimize bedel etmedik mi? Öyleyse, dünya varlığına her insan bedel olmalı değil mi? Bir de şöyle düşünmeyi deniyorum:
El, kol, bacak, ciğer, mide gibi organlarımızın hangisi eşit haklara sahip? Hangisi tek olarak öncelik sırtarıyor? …hangi eşit haklarıyla?
...ama birlikte kainat kadar büyük, fabrika gibi bu bir tek bedenimiz ve hem ne çok fonksiyonlarla: yarattığımız fabrikaları benzetmeye özeniyoruz elbette
Bir cemiyetin eli, kolu, bacağı, midesi, ciğeri gibi öyleyse, çocuk, kadın, erkek olarak bir aile, bir cemiyet, bir Millet, bir kıta, bir evren birliğine yükselerek giden görevler paylaşımı olmalı değil mi?
Bu kadar çok görevi herkes biliyor, herkes kendi başına tüm görevlerden bilgili bir varlık olabilmeyi göze alabiliyor olmalı mı? Koluma kalkıp, artık sen bundan sonra burnum ol demeyi neye benzetiriz? Burnunu her işe sokmaya benzer sanırım….Ama bu, bilmeyi engeller mi?
***Ben mimarım, doktorluk yapma hakkı da olur mu?
***Yaşamın mimarı da olunabilir… sanatın mimarı da olunabilir… sağlığın mimarı da olunabilir…
Bu iki mimar kavramı arasındaki nüans ne kadar ince. Ama o kadar da güzel…
Her sanatın uzmanı kendi alanının mimarı olabilir denilmesi zayıf bir imaj oluyor denilebilir mi? Ve ya daha mı doğrudur: Her mesleğin uzmanı olunabilir, buna okullardan ulaşılabilir denilmesi...
Ama her insan kendi mimarı olarak, her birey genel kültürüyle ustalaşabilir, sadece bina inşa etmeye kalkışılmasın ama lütfen! O işi yine okullardan uzmanlığa ulaşanlar yapsın! Bu da güzel bir vurgu içeriyor:
Kendimi bir sorunun kenar köşesinde arayayım derken, son düşünceyi nasıl da dağıttım, nasıl da darmadağın oldum… Ve ne kadar gerekli bir zorunluluk olarak belirdi ünlem işareti, yani, emir, yumuşacık bir lütfen ile üstelik…
Disiplin doğumu hiçte zor değilmiş…
Sadece bir duygusallık konusunu ele alabilmek, bu kadar kapsamlı olabilmeyi gerektiriyorsa eğer, sözlüklerimizde daha ne çok terimler var, onları kullanmaya yasak yok, alabildiğince olanaklarla dokulu üstelik, onları bilenler olabilmek için ve beş sağduyu hakkı var daha, beş sanat bileşeniyle varlığımız, beş şartlı -Müslüman- imanımız...
Yaşamımız ne çok zenginliklerle dolu… hepsine sahip olarak mı mutluluk duyulmalı? Bir teki dahi mutlu olmaya ne çok yeterliğe donatılı değil mi? …
Sevgi, küçücük sevgi, bir tek minicik bir kelimeyi dahi sevmek, ne büyük zenginlik kaynağı yaratabiliyor halbuki. Severek düşünmek… severek konuşmak… severek selamlaşmak… severek çalışmak… severek okumak…
Sevinmek doğumu hiçte zor değilmiş… gibi örnek varlığımız örneklere çoğaltılamaz mı?
Aralık 2006
Sevinç KavukKayıt Tarihi : 9.12.2006 07:45:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kutluyorum...
saygılarımla.
Antalya da çektiğim fotoları bir adres verirseniz size yollayacağım.
Güneyin Kızı
Münevver DÜVER
basit görünsede emek çok yoğun bir etap
severek okudum
kutluyorum Sevinç Hanım...
Sevinmek doğumu hiçte zor değilmiş….
muhteşem...
harika bir çalışma daha...
sevgi herşeyin başı olmalı.....
tebrikler
saygılar usta kalem
TÜM YORUMLAR (5)