TÜLİN HANIMA SEVGİLERİMLE
*ruhun şaad olsun benim güzel arkadaşım*
Hiç yüzünü görmedim.
Gözlerin ne renk bilmedim.
..
Teknoloji doğdu unutkanlık bozuldu.Bilmem kaç megapikselli anılar her daim cepte taşınıyor ve eski moda bir kalbin içinde ikimizin resmini taşımak yerine, telefonumun arka planında süslüyorum resimlerini. Eskiler nasıl yaşamış aşklarını ve dostluklarını, anlayamıyorum. Ya, doğum günlerini hatırlamak önemsizdi ve kimse aynı yastığa baş koyduğu aile fertlerinin dışında başkasından haber beklemiyordu, ya da çevirmeli, çevirmesiz,telefonlara ve yahut kapıya iki kere vurupta kendini belli eden kapıcının yolunda mıydı gözler? Artık sorun yok cep telefonlarımızın hatırlatmalarına işliyoruz en güzel günlerimizi. Şarjı yettiğince en büyük sırdaşımız oluveriyor
Bizden daha akıllı zannediyoruz bazen, çünkü o; 200 tane isim ve numarasını aynı anda tutup, en güzel ve özel 200 mesajı aklında taşıyabiliyor Bizse, daha dün ne yediğimizden, yaşadığımızdan, bilhaberiz. Artık o kadar bağlıyızdır ki teknolojiye kendi doğum günümüzü bir gün önceye kurduğumuz’’ yarın doğum günüm oleeyyy’’ diye not düşdüğümüz hatırlatmalardan öğreniyoruz Ve saat 12’yi geçtiği gibi sanki 1 yıldır bu günü beklercesine, daha kendi doğum günümüzü hatırlamazken başkalarına çamur atıyoruz ‘’Teknoloji denen bir şey var kardeşim kaydet telefonuna ötsün, bak bana ‘’ Yok, yok, eskiden insanlar ya çok akıllıydı ya da doğum günlerini önemsemiyorlardı, ne de özel günleri...
Üretilen bütün aletlerin hepsini kişiye, ferte benzetmeye çalıştılar. Kahve makinesını ürettiler ki; annem kadar güzel kahve yapabilsin Oysa ki; o makinayı evde çalıştıran yine annemdi ve annem zamanla unuttu güzel kahve yapmasını, ben 3’ü 1 aradanın, arasında kaldım. Sonra biz mi benzedik, onlar mı bize benzedi anlamadım ama, bir telefon ile ne kadar ortak yanımız olduğunu anladım. Sevmiyorduk ama sanki seviyormuş gibi, bir alışkanlıktan, bir mecburiyetten yanımızda taşıyorduk onu, tıpkı sevmediklerimize kıyamadığımız günlerde ki gibi.Onlar da ve biz de alınıyor, satılıyor ve daha iyileriyle takas ediliyorduk. Canımız sıkılsa bile bazen vazgeçemiyorduk, aşktan ve sevişmekten vazgeçemediğimiz gibi. Papazdık, aynı pilavı her gün yiyemiyorduk.Sonra ara sıra, sıra, mıra kalmadı, yanımıza almayı unutuyorduk ve bazen ben seninle oturduğum o çay tadındaki sahil muhabbetlerinde, sandalyede seni, masada onu unutuyordum
..
DENEME 08.12.2007
Suat TUTAK
O, YALNIZLIKLARIN YAZARIYDI...
Birkaç gün önce bilgisayar ekranını kararttığı zaman, sabahın ilk saatleriydi. Ak-şam, geç saatlerde günün yorgunluğu sebebiyle, isteksizce oturmuştu bilgisayarının önüne... Mevsim güzdü.. Aylardan Aralık., bir Cumartesi günüydü...Biraz zorladı kendini.. Yazmakta olduğu yeni kitabına, birkaç sayfa daha yazı yazdı. Biraz daha yazdı... Çalıştığı kitabın dosyasını kapattı. Şiir kitabı çalışmalarının olduğu dosyayı açtı. Birkaç şiir de oraya yazdı. Amma olmuyordu...İçinde bir boşluk vardı.
Yaptığı işler zevk vermez olmuş, onun içindeki boşluğu dolduramıyordu. Ne yapabilirdi gecenin bu geç vaktinde? Gariplik, yalnızlık yine çökmüştü omuzlarına... Hiçbir arkadaşının, gece kahveye çıkma alışkanlığı yoktu.. Kendisinin de yoktu..? Kentin, Şairler ve Yazarlar Derneği vardı ama geceleri, orası da kapalı oluyordu. Zaten gece saat: 21.00’den sonra derneğin bulunduğu pasajın, dış kapıları kapatılıp, kilitleniyordu.. Derneğe, bir lokal açamamışlardı. Derneğin gücü yoktu.. Yoksuldu. Bazen, büronun kirasını bile ödemekte zorlanıyor, bağış alarak götürmeye çalışıyorlardı.. Onun için, çok istemelerine rağmen, dernek lokalini açamamışlardı. İşte ondan evde hapis kalmış, içindeki boşluğu doldurmaya çözüm bulamamıştı.
..
DENEME 08.12.2007
Suat TUTAK
O, YALNIZLIKLARIN YAZARIYDI...
Birkaç gün önce bilgisayar ekranını kararttığı zaman, sabahın ilk saatleriydi. Ak-şam, geç saatlerde günün yorgunluğu sebebiyle, isteksizce oturmuştu bilgisayarının önüne... Mevsim güzdü.. Aylardan Aralık., bir Cumartesi günüydü...Biraz zorladı kendini.. Yazmakta olduğu yeni kitabına, birkaç sayfa daha yazı yazdı. Biraz daha yazdı... Çalıştığı kitabın dosyasını kapattı. Şiir kitabı çalışmalarının olduğu dosyayı açtı. Birkaç şiir de oraya yazdı. Amma olmuyordu...İçinde bir boşluk vardı.
Yaptığı işler zevk vermez olmuş, onun içindeki boşluğu dolduramıyordu. Ne yapabilirdi gecenin bu geç vaktinde? Gariplik, yalnızlık yine çökmüştü omuzlarına... Hiçbir arkadaşının, gece kahveye çıkma alışkanlığı yoktu.. Kendisinin de yoktu..? Kentin, Şairler ve Yazarlar Derneği vardı ama geceleri, orası da kapalı oluyordu. Zaten gece saat: 21.00’den sonra derneğin bulunduğu pasajın, dış kapıları kapatılıp, kilitleniyordu.. Derneğe, bir lokal açamamışlardı. Derneğin gücü yoktu.. Yoksuldu. Bazen, büronun kirasını bile ödemekte zorlanıyor, bağış alarak götürmeye çalışıyorlardı.. Onun için, çok istemelerine rağmen, dernek lokalini açamamışlardı. İşte ondan evde hapis kalmış, içindeki boşluğu doldurmaya çözüm bulamamıştı.
..
Yine gönlümün baharı geliyor,
Hissediyorum kalbimde;
Gözlerimden ruhuma güneş akıyor,
Bir Kasım'ın içindeyken yine…
Kolyemin doğum günü geliyor,
Tenimden ayrılmadığı koca bir yılı dolduruyor…
..
bir kaç kırmızı gül,
yan yana...
her birinin hikayesi ayrı,
bir tanesi,
çingene kadının sepetinden seçilmiş,
ılık bir ekim gecesi,
sunulmuş,
..
seni bedava mı verdiler bana
iki milyar para saydım güzelim
enayiliği tuttu yüreğimin
en büyük kazığı babandan yedim
korsan bir aptaldım biraz budala
bu gönlüm lap diye kondu her dala
..
Teravihle başlayıp
Bayramla biten zaman
Sahurla başlar oruç
İftarlarla ramazan
Nurlar iner göklerden
Meleklerle beraber
..
TAŞ GİBİ DOSTUNUZ OLSUN
Seksenli yıllardı. Yoğun, ağır, acıtan ve acılı anılar bırakan, bir yanımızın tırpanlandığı yıllar… Çocukluktan çıkalı epey olmuştu ama yaşadıklarımın ağırlığını kaldırırken hala zorlanıyordum. Biraz yalnız kalmam, en azından bir süre yalnız kalmam gerekliydi. Bunu istiyordum. Ne var ki koşullarım buna hiç mi hiç uygun değildi. Oğulcuğum küçüktü. Eşime olmadık bir yalan uydurmak bana göre değildi. Zaten okul vardı ve ben en ağır derslerden birinin öğretmeniydim. Sık sık sarı zarf almaya alışmış biri olarak vara yoğa izin alamazdım. Aslında iki günde bir okulun hizmetlisi tarafından imza karşılığı zat-ı muhteremime(!) sunulan sarı bir zarf olmadığında meraklanmaya başlıyor, unutuldum mu acaba duygusuna kapılıyordum O gün de beklenen olmuş, ve okulumuzun hizmetlisi “hocam size bir evrak var şurayı imzalar mısınız” diyerek sarı bir zarfı bana uzatmıştı.
Gülümsedim.
İmzaladım.
Zarfı açmadan önce tarihine ve evrak sayı numarasına baktım. Nasılsa bir savunma isteyeceklerdi. Bu numaraları gerekçeli savunmamda belirtecektim. Bir çok tahminim vardı.Sınıfta gereksiz bir konuşma yapmış olabilirdim. Din dersinde cinleri anlatan konuya kafalarını takmak yerine iki soru daha çözmeleri gerektiğini anlatmış olabilirdim. Halkın değer yargılarına ters düşecek …
Birçok nedenden dolayı bir savunma isteği gelmiş olabilirdi.
..
Binlerce yıl önce diye hesap yapılmıyor,
İnsanın varlığına tarih verilemiyor,
Ve tabii aşkında;
Bilinen gerçek,aşkın doğuşu,
İnsan oğlunun varoluşuyla aynı zamana denk geliyor,
Yani diyebilirizki
Adem'le Havva'nın doğum günü
..
Bu gün senin doğum günü bebeğim
nice mutlu yıllara meleğim
sonsuza dek hep benimle ol
masmavi gülüşlerle çiçeklensin dudakların
gözlerin en görkemli güneşleri kıskandırsın
yüreğin gibi güzel bir yaşam sür
tutunduğun umut dalları yemyeşil kalsın
..
bugün;
doğum günü, ölümümün
tam bir yıl oldu, yüreğim vurgun yiyeli
içi boşaldı gönlümün
tam bir yıl oldu tenimden gideli, güzeller güzeli
hemen bugün,
akşamüstü
..
Sıradan bir gündü, güneşli açık,
Menekşeler renk, renk çiçek vermişti,
Kuş sesleri kulaklarla barışık,
Ham meyveler çok önceden değmişti,
Göklere uzanan yüce ağaçlar,
Bulutlarla şen bir sohbet başlattı,
Suya hasret o upuzun kıraçlar,
..
Acı verdi bir anda yalnızlık gülleri,
Açınca yüreğimde
Solu verdi sevdamın krizantemi,
Sen giderken yüreğimden
Ağlıyı verdi yıllardır suskun olan çocuk,
Yüreğim kaybolurken
Sızısı vardı sevmeyi kaybetmenin,
..
Kaç doğum günü sığar
Kaç ölüm bir güne?
Kaç tohum düşer toprağa,
Kaç ağaç kurur bir yerlerde,
Kaç mutluluk yaşanırda,
Hüzünler matemler erir.
Ümide ulaşmak için,
..
Bu gün yepyeni bir hayat başladı benim için,
çünkü seni yeniden özledim.
her özlemim yeni bir gün oldu bana,
yıldırım parlaklığındaki gözlerine esir düştüm,
hiç düşünmemiştim..!
önüne gelen ne varsa alıp götüren bir sel gibi,
sana kapılacağımı..!
..
Dünyaya gözümü açınca başlamıştı fırtınalı hayat
Babamın sayesinde gündemdeydim olmadım hiç bayat
Anacığım üşümesin diye beni sarmış sarmalamış
Şapkamı giydirip bir bez ile bir güzel kundaklamış
Asmışlar beni salıncağa akrep sokacak diye
..
Ben,
Türkiye`de doğmuşum
Güney`in sıcağında...
Sen,
Kuzey`in soğuğunda,
Avrupa`nın ortasında,
..
Anne denince: fırtınalar kopar, yüzüme eser.
Anne denince: taşlar parçalanır, yüreyimi ezer.
Anne denince: şimşekler çakar, beynime düşer.
Anne denince: gözlerim dolar, yaşlar iner.
Ah annem nerdesin? Çok ama çok özledim.
Daha ufaktım “anne anne” diye ağladım.
..
Yüreğimin götürdüğü yere gittim Bedelini ben ödedim….
Yaşadıklarımdan değil yaşayamadıklarımdan pişman oldum;
Gülen ve mutlu insanlar düşledim çevremde
Yaşama belki pembe değil ama en azından bembeyaz bakabilmeliydi insanlar...
Çıkarsız sevmeliydi birbirlerini. Dostluklar ve aşklar doyasıya yaşanmalıydı!
Dokunmak istediğinde dokunmaya korkan, yanında özlem duyan,
Ömründen ömür almak yerine, ömür veren, çıplak tenlerde bile bir tek dokunuşla sevmeliydi aşıklar.
..