**************
Saat: 19: 20
'Bir halsizlik var üzerimde, canım sıkkın... Başım ağrıyor. Çok yorgunum,
sanırım o yüzden.
Bir rüya görmüşüm, çok garip ve çok karışık..
Tam olarak hatırlamıyorum …
Herkes toplanmış bana bir şeyler anlatıyor.
Ama hiçbirini duymuyorum, bankta oturuyorum ve anlamaya çalışıyorum ama duyamıyorum
Sonra beni bir tekneyle uğurluyorlar. Uzaklaşıyorum oradan, nereye gittiğimi bilmiyorum.
Limandalar ve el sallıyorlar, herkes orada ve beni yolcu ediyorlar.
Nereye gidiyorum bilmiyorum sadece ağlıyorum …ağlıyorum..
Başım çok kötü ağrıyor, garip bir rüyaydı, hayırdır..
Yemeğe çağırıyorlar, gitmem gerekiyor.'
Saat: 23: 20
'Yemeği yedim, üzerime daha fazla ağırlık çöktü.
Başım kopuyor sanki yerinden. Uzandım biraz, müzik dinledim yine.
Aklımdan atamıyorum hala o rüyayı, çok garipti..çok karışık.. Her şey çok karışık.
Yemekte anneme anlattım... 'Sus, kapa çeneni, ağzını hayra aç, çok konuşma! ' dedi.
Anlayamıyorum onları, neden bana da iyi davranmıyorlar...
Ooff! ! Şimdi uyuyorlar, ben odamdayım.
Uyku tutmadı, günlüğümü aldım elime, ama artık yazacak mecal de kalmadı bende..
Halsizim, gözlerim kapanıyor,
bir ağırlık var üzerimde, nedenini anlayamı……………”
******
Bu bir son sayfaydı. Günlüğünün en son sayfasındaydı. Kalemin son yazdıkları.
Belki de sadece yazabildiyiğdi…
“Keşke” demiş midir sessizce içinden?
Cümleleri devrilirken içindeki yelkenliler de devrilmiş midir?
Eminim ki “demiştir”. Eminim ki; alabora olmuştur.
…
Hayat devam ediyordu kendi yolunda ve insanları da sürüklüyordu peşinden bir telaş, koşturmaca halinde.
Sağımızda solumuzda kim var görmeden geçiyorduk yolu, çoğu zaman bir şimşeğin hızına eş değerde…
Önemsemediğimiz ya bir kaldırım çiçeğini ya da kırda açan papatyayı, ezip geçiyoruz futursuzca…
Acele ettiğimizden ve hep işimiz gücümüz olduğundan görmüyoruz en yakınımızı ve yahut yakın uzağımızı..
Yine de zamanın ötesine erişebiliyor muyduk sizce?
Bu bir soruydu ve cevabını düşünür müydünüz şimdi, şu “an” da?
Ne o... Yoksa cevabı biliyor musunuz? Tanıdık mı geldi size?
…
Cevabı, 'hayır' dı elbette.
Bu iklimde, kendinize ait gerçek bildiklerinizin içinden sadece doğruları aldığınızda yalnışın siz de olduğunu anımsayacaksınızdır …
Peki ne yapmamız gerekiyordu bir an düşünsenize?
Değer verdiklerimize, değer verdiğimize dair kanıt göstermeliydik belki de..
Hani o değerli gördüğümüz zaman var ya işte onun belli bir bölümünü sevdiklerimize ayırmamız gerekiyordu..
Dinlemeyi öğrenebilseydik keşke.
Anlabilseydik, anlamayı becerebilseydik “keşke”...
Kalp taşıyan, düşünebilen, düşündüğünü kendi içinde irdeleyebilen önemli bir bireydir benim nezdimde ve kalbiyle düşünüp aklıyla kararlar alan, kendinden bir parça koyar ortaya, almanızı bekler içinden az da olsa…
Hayatımızda yeri olanlar, en yakınımızdakiler ya da yakın uzağımızdakilerdir...
Bu bir çocuk... Bu bir eş... Bu bir arkadaş, dost...
Bu bir sevgili... Bu bir anne ya da babadır...
Unutmayın ki; sevdiğimiz fakat sevgimizi göstermediklerimizi kaybettiğimizde bir parçamızı kaybederiz her defasında.
Zaman hiç acımaz. Bari siz acıyın kendinize ve sevdiklerinizi önemseyin dinleyin onların 'ne dediklerini'?
Yüzünüzde bir tebessüm ile okşayın başını, omzuna dokunun ellerinizle, sırtını sıvazlayın...
Dinleyin ' O ne diyor? ? ? '
Dinlemeye geçtiğinizde O’ da tüm benliğiyle vuracaktır kıyılarınıza, sığınacak bir liman bulmuş sandal misali...
Usulca yelkenlerini indirecektir size...
Zaman, bizi de çalmadan bu hayat yolundan sevmeye vakit ayırın ve sevdiğinizi, değer verdiğinizi, önemsediğinizi gösterin O' na...
Yüzünüzde ki 'evet sadece seni dinliyorum' ifadesinden,
O’ na doğru uzanan el ve kollarınızın güveninden,
gözünüzde ki 'seni ve senin düşüncelerini önemsiyorum' bakışınızdan,
sıcak ses tonunuzdan anlayacaktır... O’ nu ne kadar çok sevdiğinizi ve O’ na iyi davrandığınızı.
Zamanın darlığından şikayet etmeden, yaşamınızı değerli kılanlara vakit ayırın.
Önce durun, sonra susun ve dinleyin …
O’ nun size ihtiyacı var, sizin O’ na ihtiyacınız olduğu kadar.
Belki de sizin O’ na ihtiyaç duyduğunuzdan daha fazlasıyla.
Daha sonra çok geç olabilir. Hem sevdiğiniz hem de kendiniz için.
Ne dersiniz dinlemeyi becerebilir miyiz?
Kim bilir belki de bir gün bizim de anlaşılmaya ihtiyacımız olacaktır.
Etrafımıza baktığımızda bizi dinleyebileceklerin sayısı oysa ne kadar da azdı.
Bunu en yakınımızdaki ya da yakın uzağımızdakinden bekleriz.
Yarı açık kapıların yüzlere kapanması ne acıdır ve gerçekten çok acıtır.
Bir ağırlık üzerine/(nize) çökmeden, gözleri/ niz kapanmadan, değerli zamanı/ nız tükenmeden izin verin O’ na ve kendinize …
Anlamaya çalışın.. Dinleyin 'O (…) ne diyor? '.
Kayıt Tarihi : 4.5.2010 14:37:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Vildan Uyar](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/05/04/dinleyin-o-ne-diyor-deneme.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!