Replik Yayınları
dili zaman şiirleri / c. inal
REPLİK YAYINLARI
Şiir Dizisi: 9
Birinci Basım
Şairin Diğer Kitapları:
Dili zaman şiirleri (Öteki Yayınevi, 1997) , şüpheli ve sakıncalı, geniş zaman şiirleri, edip cansever’e güzelleme, antik kahveden sarıya dönüşürken (Replik Yayınları, 2001)
© Replik Yayınları - Celâl İnal
Kapak Tasarım:
Seda YILMAZ
Kapak Uygulama:
Ayal Reklam Tanıtım Film Yapım Ltd. Şti.
Baskı Tarihi
Haziran 1997
Baskı ve Cilt
PRESTİJ MATBAASI
ISBN 975-.............
İLETİŞİM ADRESİ
Bağcılar Mahallesi 2. Sokak. Villa Gür Apt. 1/1
Gaziosmanpaşa/ Ankara
Telefon: (0-312) 447 11 33 – Fax: 446 89 59
e-posta: [email protected]
celâl inal
dili zaman şiirleri
Saduşka’ya
Celal İnal '64 Yunusoğlu / Yüreğir (Adana) doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Adana'da yaptı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Hungaroloji (Macar Dili ve Edebiyatı) bölümünü bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü'nde yüksek lisans yaptı. Değişik yayınevlerinde editörlük yapan İnal, Promete adlı aylık edebiyat dergisinin sorumlu yazıişleri müdürlüğü ve Ankara’da dört ayrı yerel radyoda (Çağdaş Radyo, Radyo Mozaik, Radyo İmaj, Ekin Radyo) kültür, sanat ve politika ile ilgili programlar hazırladı ve sundu. Kitap-lık, Düşler Öyküler, Üçüncü Öyküler, Çağdaş Türk Dili, abece, Amida ve Bahçe adlı edebiyat dergilerinde şiir, şiir kuramı ve öykü üzerine yazılar yazdı. Günlük bir gazetede düzeltmenlik yaptı. 'Dili Zaman Şiirleri' adlı kitabın ilk baskısı 1997’de yayımlandı. Demokrasi bilincinin yaygınlaştırıl-ması amacıyla Ankara’daki iki yerel radyoda siyaset, kültür, sanat ve edebiyat programları yapıyor.
hayata dair şiirler
yunusoğlu’ya
basık tavanlı evleri
hardal rengi
iri çiçekleriyle
daha çok bir yorganı
çağrıştıran
perdeleri
ve
tek tip pencereleriyle
çocukluğum geliyor aklıma
kocaman afişler
yazlık sinemayı kaplayan
salkımsöğütlerin gölgesinde
biriktirdiğim
çocuk düşlerim
köyüm geliyor aklıma
küçüklerin gözlerinden öperim
bedeller
yaşar kemal’e
o güzel insanlar
binecek bir at dahi bulamadan
çekip gittiler aramızdan
bir soru bir yanıt
bu soru
yaşamının en güzel günlerini
en izbe yerlerde geçirmiş
onbinlerce insandan
sadece birine yönelitmiştir.
olumsuzluklarını sordum dününün
kendince yanıtladı:
“kapı varken bacadan
girdik evin içine
girmesine girdik ya
düştük ateş üstüne…”
toros
uçsuz bucaksız bir bozkırdan
son hızla geçerken toros dağları’nı,
belleklerde bal tadında
bir şeyler
ve tanımsız bir öğle güneşi sıcaklığı
ve inceden bir rüzgâr
ve yaşam
duyurulur
yakıcı bir güneş altında
bir öğle vakti
bir dağ
bulutla sevişirken
suçüstü yakalandı.
bir ben gördüm.
zamanlı yağmurlara
ahmet ada’ya
sesimi sesine uladım adana’dan
yağmurla toprağın dansını okuyorum
“yaz kırlangıcı olsam”ında
dikkatini çekiyorum
yarınki sınavlara
hazırlanan arkadaşların
ve ara bütün hışmıyla yağıyor
yağmur
uzak iklimlerde
suya hasret topraklar
ve bir de ağaçların çiçeklenme telaşı
düşsel bir savaşa dair
delinir zırhı iğrençliklerin
geride yürekler kalır
bir de bilmem kaç ton ağırlığında
terkedilmiş teknoloji harikaları
düşman zırhlıları
yaşama
tapınıldı üretkenliğine yaşamın
can yeni bir can çoğaldı
bir can çoğaldı elif
gün ışıldadı
dölyatağında gecenin
ve haykırdı fadime kızı elif
ses verdi yeni yaşam
ağlamaklı…
ve bu can taze kandır
sevda türkülerine
hasretidir umutların
ışımasına yeryüzünün
yansısına insana
zamanlı sevinçlerin uğrağı
pırıl pırıl bir istasyondur yüreği
fadime kızı elif’in…
geçmişe dair
günbatımında
ay, güneş ve toprak
ve insan
gizemli bakır sarısı
kupalar ve şarap
sırları dökülmüş bir ayna
kenarına iliştirilmiş eski bir fotoğraf
ve geçmiş günlerin saadeti
ve kitap
ve gramofon
ve taş plak
bir gidip bir geliyor ses
ve münir nurettin:
“dönülmez akşamın ufkundayız
vakit çok geç….”
nostalji
kimler terketmedi ki bu kenti
arnavut kaldırımlı parkelere
bırakıp son yürüyüşlerini
bal tadında macun satan
yaşlı, pos bıyıklı macuncular
ve son saltanat turunu atan
tahta tekerlekli faytonlar.
ve çocukların yüzünü
pamuklu şekerlere gömüp
güneşe gülümsemesi
ve ………… HATIRASI
sokak fotoğrafçıları
ve büyülü kutu
ve şipşakçılar.
haberler
rüzgâr esiyor
köpekler uluyordu
televizyonda ana haber bülteni
adresi belirsiz mektuplar
bir top yirmiyedi pare
ateşten bir top gibi
düşüyordu ölüevlerine
“başımız sağolsun”lar
rüzgâr esiyor
köpekler uluyordu
küçücük sarı pencerelerde
savaş sonrası ağıtlarını biriktiriyordu anneler
çarparak çığlıkları komşu evlerine
“ağlarsa anam ağlar
gerisi yalan ağlar”
rüzgâr esiyor
köpekler uluyordu
telaşlı, tedirgin bir hüzündü
giden sevgilinin ardından kalan
yarım kalmış sevişmeler
yarım kalmış gelecek tasarımları
zamansız bir terkediş
yaşarken de ölünebilir elbet
“gayrı dayanamam ben bu hasrete
ya beni de götür, ya sen de gitme”
rüzgâr esiyor
köpekler uluyordu
silik ışıkları altında sokak lambalarının kıvrımlarında gece bekçileri
avuçlarında lacivert biriktiriyordu
uğulduyordu sokakları kentin
rüzgâr esiyor
köpekler uluyordu
bezeli bir balkondan
bir çocuk yüzü topluyor
sarı sıcak düşlerini geleceğinin
küçücük ellerini büyüterek
rüzgâr esiyor
köpekler uluyordu
uzak bir iklimde
çakallar eşlik ediyordu bu ulumalara
okyanusta pusulasını yitirmiş
bir zenci denizci duydu bunları
kıyıda bıraktığı sevgilisini düşünerek
baskın çıktı her şeye
sevgilinin kırmızı öpücüğü
pır pır etti de göğsü
ardından
denize soktu ayaklarını
yolculuk
hiçbir kent
bir sabah erkenden
kalkılıp gidilmeyi hak etmedi
bundan mıdır bilmem
ben bu suçu geceleri işlerim
kent uykudayken
usulca…
çaktırmadan
bir sokak lambaları tanıktır gidişime
bir gece bekçileri
bir de telefon direkleri
aşk şiirleri
“… korkuyorum, ömrümün
aşkımdan uzun olmasından”
Suat Vardal
aşk şiirleri
saduşka’ya
I.
güneşe direnen karbeyazlığıyla gelip
giriverirdin düşlerime
herkesin geçerken
kendi renklerini bıraktığı
kaldırımlara
gökkuşağı renkler bırakırdın usulca
toprak kayardı ayaklarımın altından
yeryüzü güzelleşirdi
güzelleşirdi insan
II.
kimi zaman
gül kurusu hüzün ilişirdi dudaklarına
kimi zaman
cebinde bir tutam bulutla gelip
an’ı geniş bir zamana yayardın
konuşmaya başladığında
volkanlar suskunluğu yeğler
akarsular akışta tereddüt ederdi
III.
yankılandı bütün sözcükler
sana çıktı yollarım
nihavent bir şarkı gibi
usulcacık
can tellerime kondun
istedim ki örselenmesin sözcükler
istedim ki sözcüklerin en güzel yerinde
seni tanımlasın lacivert gece
düş ortasına karanlığın
düş düşlerime
düş ki aydınlasın gece
matisse’in laciverdine
van gogh’un sarısı gibi düş
düş ki güneş yarılsın orta yerinden
IV.
bu sabah
en erken saatinde günün
yemyeşil yaprağın altında
ancak dikkatle bakan
gözlerden kaçmayan
bemberrak bir
çiğ damlası gibi
geldi sesin
tatlı bir ürperti
içindeyim…
V.
sende bütün imgeleri tüketip
yeni bir şiir yazıyorum
her şey siliniyorken
sen görünüyorsun ardından
biraz güleç
yarısı muzip
son fotoğrafın gibisin
ben
seni
çocukluğum gibi sevdim
VI.
büyük sözler söylemeyi öğrendim nicedir
ve seni bitmeyecek bir şiir gibi yaşamayı
bitimsiz, upuzun bir geleceğe
dokunmak gibi
yakınım
sesine, gülüşüne
ve pervasız renklere dokunmak gibi
cesur
bal rengi gözlerinden görmek gibi
batışını güneşin ve görkemli gizemini
akşamın
sabaha dokunur gibi
düşe dokunur gibi
VII.
ne zaman bir maviye uzansam
sana açılır bütün kapılar
ne zaman dokunsam
alacakaranlığına kırmızının
susardın
saatleri çalınmış bir kentin
orta yerinde zamansız ve mekânsızken
çanlar susar, gök diner
sen gelirdin.
VIII.
geçmiş zamanların
bütün güzelliklerini biriktirdim,
ekledim olası heyecanlarını
gelecek zamanların
ilmi simyadan ya da kehanetten değil,
ürpermekten, korkmaktan
kaybetmekten, kazanmaktan
ve sevgiden
söz eden ismine düştü yolum
dili zaman şiirleri
Zifiri bir Adana karanlığında
Bir yıldız gibi kayıp geçen
dostlarıma…
Hüseyin Güzel’e
Ali Karakız’a
ve
Tekin Akış’a
dili zaman şiirleri
I.
düşlerimiz en çocuk yanımızdı
o zamanlar
en kural tanımaz yanımız
bir umman içre olup deryadan
sorumluyduk
korku bir kez olsun usulca çalıp
giremezdi kapımızdan
korkusuzduk
geniş mercekti açılar
tek bir noktayı dövüyorduk
düşlerimiz en çocuk yanımızdı
o zamanlar
en kural tanımaz yanımız
zümrüt bir kayadan engin bir denize dalar gibi
renklerin en güzelini kovalar gibiydik
ayaklarımızla mağmaya dokunup
başımızla yıldızları yoklardık
düşlerimiz en çocuk yanımızdı o zamanlar
en kural tanımaz yanımız
II.
naftalin kokuyordu zaman
eski yaşamlardan
sözediliyordu durmadan
hasletlerden
kadirşinaslıklardan
ahde vefa
güzelliklerden
“her şey son hızla kirleniyorken”
duru kalandan
kalanlardan
sözediliyordu durmadan
III.
telefon tellerine takılmış
uçurtmalar gibiydik
sınırsızdı ve tanımsızdı
sevgimiz
yanardağlar gibi konuşup
azgın fırat sularıyla
yanıt veriyorduk
ancak bir okyanus zaptedebilirdi bizi
bir de zamansız yakalandığımız
bir çocuk kahkahası.
IV.
bir zamanlar öylesine yoksunduk ki
yalnız bile değildik
gök dahi gürlemiyordu üstümüze
bir zamanlar öylesine yoksunduk ki
topladığımızda sefaletimiz çoğalıyordu
o zamanlar
makineden, topraktan alırdık hıncımızı
en çok da birbirimize benzerdik
sanki, yeryüzü bizimle güzeldi
toprak bizimle güzel
su, çamur, taze asfalt kokusu
ve her santimetrekaresine tırnaklarımızı
geçirdiğimiz kent bizimle güzel
görkemli minareleri şehrin, saat kuleleri
kampanaları, kapı aralığından sızan ışıklar
ve geniş eyvanlara açılan bütün kapılar
bizimle güzel
olacak
V.
yazlık sinemalar gibiydi çocukluğumuz
laciverdi akşamın ipil ipildi yıldızlarımızla
yeryüzü görebildiğimiz kadar genişti
gökyüzü hayallerimiz kadar büyük
yaşam
bitmesini istemediğimiz bir film kadar kıpırtılı
“yeni dünya”lara açılan ağır bir kapı gibi yavaştı
yeryüzü görebildiğimiz kadar genişti
gökyüzü hayallerimiz kadar büyük
inceden bir rüzgâr eşlik ederdi çocuk düşlerimize
olası yaşamlardan konuşurduk
gerçekleştirilemeyen düşlerden
yeryüzü görebildiğimiz kadar genişti
gökyüzü hayallerimiz kadar büyük
yeni renkler, yeni yaşamlar
yeni dünyalar kuruyorduk
sözcüklerin yakınlıklarından
en çok da beyaz perdedeki
yansımalarımıza gülüyorduk
yeryüzü görebildiğimiz kadar genişti
gökyüzü hayallerimiz kadar büyük
VI.
karanlık olanca ağırlığıyla çökerdi
ayın takılıp kaldığı
beyaz badanalı evlere
portakal çiçeği kokardı
dar sokaklar
ve taçlandırırdı bahar
pencere önü çiçeklerini
bütün tonları kahverenginin
bal renginde düş ülkelerine dönerdi
ve ardından
sabahı muştulardı şellakiler
zakkumlar boyverirdi yol kenarlarında
ergenlik düşlerimizin kapılarından
süzülerek girerdi
tüm zamanların en güzel kadını
yaşam,
ilk ağlayış ve ilk gülüş arası kadar
yalındı
çocuklar kadar mutluyduk
çocuklar kadar bilge.
şiire dair
hiç bitmeyecek bir şiiri
yazmaya koyuldum kimi zaman
akıntıya kulaç atmanın o hınzır sevinci
yanı başımdaydı
yaşam peşpeşe ödenen bedellerdi
o zamanlar
ve hâlâ öyle
anaforuna tarihin
yakalanmadım değil
okyanuslarca büyüdüğüm de oldu
korktuğum da
fakat hep zor sınavlarında
tarihsel dönemeçlerin
ben tarihi ve yüreklileri sevdim
hey siz
sessiz kalabalıklar
suskun çoğunluklar
kahramanları sessizliğin
“kuytuluklarda gizlenmiş
kadim yunan harabeleri” gibisiniz
renk verin dokunalım
ses verin tınılasın mızrap
mezopotamya dağları
asur bağları
ve hitit
tınılasın mızrap
bir geçmiş zaman senfonisi
durgun su
atılan taş
halkalar…
ehlen ve sehlen
mehmet latifeci’ye
gazetelerde sessiz sedasız geçiştirilen
ölüm haberi arap memed’in
kızı elif che-su’nun
imgeleri dize getirişi
“havada asılı kalmış izin var
gördük, izini süreceğiz”
topal bir atın
dört nala geçip gidişi gibi
amik ovasından
antakya’dan bir pegasus geçti
kanatlarını amik ovası’na vurup
yükselirken
yeryüzünde hâlâ ters giden bir şeyler var
bir de
havada asılı kalmış sesini gören
izini sürenler
çocuklar
tuhaflaştı çocuklar
şimdilerde
ana-babalarına karşı barikat kurup
“faşizme karşı omuz omuza”
oynuyorlar
küçücük ellerinden öpüyorum
şaşırıp gülüyorlar
avuntu
ya istiridyede bir inci suskunluğunda
ya da bir haykırış sonrasında
sorguluyorum yaşamı
kimi zaman
terkedilmiş bir kasaba istasyonu
hiçbir zaman ve hiç kimsenin
dokunmayacağı
yabanıl bir yalnız kalış
kimi zaman da
devasa kalabalığın ortasında
el yordamı ile aranan yöne döndü
yaşam
fakat unutulmamalı
yalnızlıkta yeşerir tohumları çoğalışın
çağcıl bir aymaz
şiddetli bir gök gürültüsünde
geçmişimi yitirdim
şikâyetçi de değilim
çünkü artık dün yok
yarına da tutsak değilim
kent ve insan
insanlara ve kentlere
değer vermek için
ille de
yıkımlarına mı tanık olmak gerekir
monolitik
daima konuşma cezasına çarptırılmış gibiyiz
bu yüzdendir
uzunca bir tümcede
kendimizi anlatmanın telaşı
belki de konuşmayı “şehvetle sevmemiz”
bu yüzden
bu yüzdendir
daima konuşma cezasına çarptırılmış gibiyiz
bilanço
insanı insan yapan
bütün değerler
hızla düşüyorken
aymazlığımıza çarpıyordu
fildişi kulelerimize
sadece düşüşünü izliyorduk
öylesine I
mantığın ileri geri seyri
eşittir: IQ-ZOOM
duramayışı kürenin
medin cezirin
akıntıya salsam da kendimi
mendireklerine çarpıyorum
IQ BOOM
öylesine II
sonsuzluğa söylenmiş bir çift söz kaldı
kumsalda yitirilmiş bir çift göz kaldı
kutsallıkla bezenmiş bir tutam ateş
yarısı örselenmiş gizli köz kaldı
ben ve biz
ben değilken
biz olduk
gün geldi
ikinci bir milat düşüldü tarihe
ve kirletildi eylül
ve onikincisi günün
bugünse bizliğimizi
yoksaymada benliğimiz
tedirginiz
tedirginliğimiz
bir inkârın
doğruyu
galebe çalmasındandır
susanlara
bu şiir “hayır” diyenlere ithaf edildi
söz tükendi
duydular
gördüler
biliyorlar
şükrettiler
susarak eşlik ettiler suça
dinlediler
- duymadım.
- görmedik ki
- bilmiyoruz… dediler.
gidenlere
“çok şey söylendi onlara dair”
yarım bir türkü gibi yaşayıp gittiler
sövgüler dizdik yarımadanın
yalancı tanrılarına
derken bir tufan beklemede ömrümüz
bir kasırga
bir akdeniz kır kahvesi
bir de cam bardakta buz.
yarım bir türküyü tamamlamaya
geliyoruz…
akrepler gibi
yaşam çaldığında kapısını direncin
direnmektir namuslu
zorlanınca kapısı yüreklerin
haykırabilmektir onurlu
daralırken çemberi sevgilerin
göğüs gerebilmektir dirençli
ve direnç
ve sevda
ve onur
yenik düştüyse korkuya
ve rahimde katlediliyorsa cenin
suç senin…
elimizden ne gelir ki diyeceksin
soyunup soysuzluğa
sunuvereceksin et pazarında beynini
ve zengin bir sofrada kendini
pazarlayacaksın…
ve direnç
ve sevda
ve onur
çalıverirse kapını apansız
soruverirse dününü
gitgide yükselen bir acı
hanende borç düşen
ödeyeceksin...
ve bir akrep gibi kendini
yok edeceksin.
küçük bir not
sukutumuz ikrardan bellendiyse
yalandır
tekzip etmedikse
kaale almadığımızdan.
fragmanlar
“dilenciler” diyordu
hatip
“kentin kanayan yüzüdür.”
çok acele kararlar veriliyordu
ölenlerin ardından
yüzümüzü kırık aynalara gömüp
bütün saatleri ütopyalarımıza
kuruyorduk
yeter
“parlayan her şey altın değildir”
anladık
süslü sözler avutamıyor bizi artık
muamma
şimdilerde çok temel bir matematik
yasasını tersliyoruz
anlaşılır gibi değil
birleştikçe azalıyoruz.
tarihçe
ilk suda boyveriyordu yaşam
yadsınmaz bir gerçekti ateş
sürüyordu taşın ateşle dansı: demir
ellerini keşfetti insanoğlu: ateşi, demiri, suyu
dönen tekerlek, deli dolu akan su
taşın taşla, insanın insanla serüvenine
yanan ateş, dönen tekerlek eşlik ediyordu
ince sazlar, nihavent ünlemeler
marazi duyarlılıklar ve kahredilen kaderler yoktu.
kederli nağmeler dizilmemişti henüz
insan, ateş, su, dönen tekerlek ve derin bir hayret.
akan suya bakılır gibi bakılmıyor fakat,
kızgın bir top gibi doğuyorken güneş
keşfedilmemiş dağların doruklarından
büyük insanlık yürüyüşünü ve tarihini insanlığın
kendi tarihimizle bir görmenin
gafletini yaşıyorduk.
yıldızlar ki düşlerimizi ulardık duruşuna
en çok düşüşlerini fark ediyoruz.
vatan, bayrak, ezan
ve bilcümle hamasi nutuklar yoktu,
gökkubbe mavinin bütün tonlarıyla
örterken üstümüzü
ne vatan, ne bayrak, ne ezan
sınırsız bir yeryüzü
sınırsız bir heyecan
kalabalık ve çocuk
başkant akşamının
mahşeri kalabalığında
altı-yedi yaşlarında
amerikan traşlı bir çocuk
-yanında babası; asker-
sert, kararlı, uygun adımlarıyla
yürüyordu babasına öykünerek
öylesine ciddi, öylesine militer
görmeliydiniz
kalabalığı yararak
azametle geçip gittiler yanımızdan
yürüyüşün eve kadar
böyle devam ettiği
kuvvetle muhtemeldir
alnında iki paralel çizgi babanın
çatık kaş, asık yüz ve gurur
çarpıcı bir metamorfozdur yaşanan
işi insana değil
insan içine dönüşür
uygun adım, sert bakışlar,
sevinmeli mi, yoksa üzülmeli mi insan
bilemem
öylesine hızla büyüyor ki çocuklar.
yolculuk II
bitimsiz bir serüvenin ilk adımı
antik zamanlardan kim bilir
kimlerin parmak izlerinin toplamı
bir örselenmiş harita
bir pergel
-yeryüzünün en güzel yuvarlaklarını çizen-
bir cetvel
-heyecanları ölçemeyen cinsten fakat-
selamlar götürülecek uzak dostlara
zor zamanlarda açılacak bir zarf
içinde bir tabibin reçetesi:
arının zaman ve mekân duygusundan
“sadece kendiniz olun”
yeryüzünün bütün sokaklarına
adımlarını düşürüp
bir solukta geçerek kıyı kentlerinin
ağlarını onaran deniz insanlarını
ya da sünger avcılarını
adını bilemediğimiz ülkelerin
geçtik yolboyu ağaçların
ve meraklı bakışların arasından
harmanın her dilden aynı savrulduğunu
mektubun her dilden aynı açıldığını gördük
ünlemler her yerde aynıydı
sevinçler her yerde aynı…
ilk aşklar bütün dillerde aynı yaşanıyordu
ilk dokunuşlar aynı…
gökyüzü her zamankinden
daha da geniş ve dingin
toprak her zamankinden daha sıcaktı
kaç darbenin tanığıydı sokaklar
kaç zafer türkülerinin
biz
bir çift yolcuyduk
zamandan ve mekândan azade
bir tek balıkları bilirdik, balıkçıları
köpüklü dalgaları
ve geçmiş zaman harikaları gemileri
salları yahut
meğer korsanlar da varmış
zorun her iklimde elçileri…
“dili zaman şiirleri”
için ne dediler?
SiyahBeyaz Gazetesi
SiyahBeyaz Gazetesi’nin 5 Ağustos 1997 günkü sayısında M. Mahzun Doğan’ın şairle yaptığı söyleşiden:
Dağların o görkemli duruşlarını, hayranlıkla sey-rettiğiniz oldu mu hiç? Peki, dağların bulutlarla sevişmenize tanık oldunuz mu? “Yok canım, dağlar bulutla sevişir mi? ” diye bir soruyla da yanıtlayabilirsiniz bu soruyu. Şair, belki de, dağ-ların bulutla sevişmesinin tanığı olan insandır.
“Yakıcı bir güneş altında/bir öğle vakti/bir dağ/bulutla sevişirken/suçüstü yakalandı/ bir ben gördüm” diyen....
Bu dizeler, Celâl İnal’ın ilk şiir kitabı “Dili Zaman Şiirleri”ndeki (Öteki Yayınevi, Birinci Baskı: 1997) “Duyurulur” şiirinden. Daha doğru-su, şiirin hepsi bu! Celâl İnal, şairin şiiriyle yaşamının örtüşmesinden yana. Şiirde yaşamın nabzı duyulsun istiyor. Şiirin yalnız bir “ustalık gösterisi”ne dönüşmesine karşı. Onun içindir ki, “İmge çapkınlıklarını değil, anlaşılırlığı seçtim” diyor. Yalın bir şiiri var İnal’ın. Yaşamdan, yaşa-mından beslenen, duru imgeler kuruyor. Celâl İnal’la, şiir serüvenini ve şiire bakışını konuştuk. İşte anlattıkları:
“Bir yığın toplumcu ozan gibi benim şiirle tanışıklığımda Nazım Hikmet’le başladı. Özellikle onun ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’yla. Daha sonra, büyük ölçüde toplumcu gerçekçi geleneğe sahip ozanların yapıtlarını okumayla devam etti şiire ilgim. Dolayısıyla, benim şiirimin eklendiği damar da toplumcu gerçekçilik. Ancak ilk çıktığı zamandan farklı anlamak gerekiyor toplum-cu gerçekçiliği. Hem ‘anlaşılabilirliği’, hem topluma iletisinin olması, hem de toplumcu gerçekçilik dışında kalan, özellikle de İkinci Yeni’nin özeninin de bir sentezi olan şiir. Bugün klasik anlamda toplumcu gerçekçi-liğin yaşamı gerçekten tanımlayacağı kanı-sında değilim.”
Önce Macar şiirinden yaptığı çevirilerle çıkmış okur karşısına İnal. Sonra şiirleri de yayımlan-maya başlamış. Kostolany Dezsö’den, Pilinszky Janos’tan çeviriler yapmış. Halen Macar postmo-dernist şairlerinden Kukorelly Endre’nin “Bir Şifalı Bitkiler Bahçesi” adını taşıyan şiir kitabının çevirisi üzerinde çalışıyor. Büyük bölümünü çevirmiş. Hatta, Kitap/lık dergisinde yayımlan-mış bir kısmı.
İnal, şiirlerinin tematik coğrafyasını, yerellik ve evrensellikle ilişkisini şöyle anlatıyor:
“Şiirlerin tematik alanında Çukurova var. Bu da bir diyet biçiminde algılanabilir. Doğduğum topraklara… Şiirlerimin yerel-likten fazlaca izler taşıyor olmasının nedeni bu biçimde algılanabilir.
Yerellik ve evrensellik birbirinin karşıtı süreçler gibi algılanıyor. Oysa, bana kalırsa, bunlar tartışma götürmez bir şekilde birbiriyle ilgili olan kavramlar. Birbirinin karşıtı değiller. Yapıtın yerel özellikleri fazlaca işlemesinin nedeni, büyük ölçüde anlaşılabilirliğe verilen primdir. Yani, imge çapkınlıklarını değil, anlaşılır-lığı seçtim.
Yerellik daha çok kitabın giriş kısmında var. Ortalarına doğru gittikçe evrensel temalar ortaya çıkıyor. Yeryüzünün en asli duygusu aşk örneğin… Sınıfsal çelişkiler giriyor sonra.
İroni önemli. Düzeyli bir mizah yapılacak-sa, bunun yolunun ironiden geçtiği kanısın-dayım. Çünkü, eşyayı direkt adıyla çağırı-yor olmak her zaman sanat olmayabiliyor. Nitekim, değildir de… Sıklıkla okur karşısı-na çıkmasa da, şiirlerimde ironi de var.”
Çocukluk, bütün şairlerin at koşturduğu temel bir izlek. İnal’ın şiirlerinde de çocukluktan izler, sık sık çıkıyor okur karşısına. İnal,
“Çocukluk, temel izleklerimden. Çünkü en parlak yılları içerir çocukluk. İnsanın, en hükümdar olduğu yıllar. Çocuk emreder ve bu emir yerine getirilmek zorundadır. Baş-ka seçenek yok. Çocukluğun, bütün sanatçı-ların yaygın izleklerinden olması biraz bundan kaynaklanıyor”
diye anlatıyor bu durumu.
TÖMER Dil Dergisi
Ankara Üniversitesi TÖMER Dil Öğretim Merkezi tarafından yayımlanan Dil Dergisi’nin Nisan 1997 sayısında Füsun Oralalp “dili zaman şiirleri” için şunları söylemektedir:
Celâl İnal’ın yetmişbeş şiirini topladığı ilk şiir kitabı “dili zaman şiirleri” geçmiş zamana, gidenlere, yazlık sinemalara benzer çocukluğu-muza, eksik kalan yaşamlara hüzünlü bir bakış tadında. Şair kitabın ikinci bölümünü oluşturan “Aşk Şiirleri” ve üçüncü bölümüne adını veren “dili zaman şiirleri” gibi uzun, akışlı şiirlerin yanısıra kısa şiirlerine de yer verdiği kitabıyla okura şiiri hakkında derli toplu bir fikir vermeyi başarıyor. İnal’ın belli başlı izlekleri arasında çocukluk, çocukluğun ve ilkgençliğin yaşama izdüşümleri, yitirilen arkadaşlar, küllendi sanılan başkaldırı ateşinin yeniden tutuşacağı inancı ve kararlılığı yer alıyor.
1964 Yunusoğlu/ Yüreğir (Adana) doğumlu şair Adana’yı, Torosları, Çukurova’yı eksik etmiyor şiirinden. “Dili Zaman Şiirleri”ni “Zifiri bir Adana karanlığından bir yıldız gibi kayıp geçen” dostlarına ithaf eden İnal, “O güzel insanlar”ın binecek bir at dahi bulamadan aramızdan çekip gidişlerinin acısını, özlemini yüreğinden satırla-rına taşımış. Ancak bu umutsuz, çaresiz bir özlem değil. “Gidenlere” başlıklı şiirini, yarım bir türkü gibi yaşayıp gidenlere ‘yaşamınızı boşuna yitirmediniz’ demek istercesine, umutla ve dirençle,
“Yarım bir türküyü tamamlamaya
geliyoruz…”
diyerek bitiriyor.
Celal İnalKayıt Tarihi : 16.5.2005 16:45:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Celal İnal](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/05/16/dili-zaman-siirleri.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!