DİL BİRLİĞİ (MONOGENİST) TEORİLERİ
Societe de Lingiustique de Paris (Paris Dil Bilimi Cemiyeti) tarafından 1866’da savunulması yasaklanmış Dilbirliği teorisinden bahsedeceğiz bugün…Bilim neden yasaklanır, neden kısıtlanır bilemem..Bir yazımda “Ancak Oğuz Düzgün``ün ortaya attığı fikirler, pek çok bilimsel görüşten etkilenerek geliştirdiği yeni teoriler birilerini oldukça rahatsız ediyor..” diyorum.Yani ben açıkça pek çok bilimsel görüşten terimsel manasıyla, teoriden etkilendiğimi ifade etmişim..Zaten dilbilimle uğraşan bir insanın hem de pek çok kitabı okumak zorunda olan bir araştırmacının kendisinden önceki görüşlerden etkilenmemesi, onların tesirinde kalmaması düşünülemez..Fakat görüldüğü gibi tarihte de bizim savunduğumuz savların benzerlerini savunanlar hep dışlanmışlar, Dilbilimi tekellerine alan kurumlar tarafından…İşte Societe de Lingiustique de Paris…Monogenist teorileri savunan bilim adamları “bizim fikirlerimizi yasaklayamazsınız” diyemeden onları bilim arenasından alaşağı etmiş bu bilimciler…Ancak yeni yeni daha 1980’lerde başlanmış bu konular tartışılmaya ve de daha detaylı bir şekilde araştırılmaya..Atatürk’ün savunduğu “Güneş Dil” teorisi de bu tarz Monogenist teorilerden biri..Ancak bu teori köken dilini “Türkçe” olarak belirlemesi ile diğer görüşlerden ayrılıyor..Yani bu haliyle bu teori nevi şahsına münhasır bir teoridir…Başlı başına bilimsel bir kuramdır..Tabii ki biz dünyada konuşulan ilk dil Türkçe idi demiyoruz.Zaten Atatürk de bu iddianın ispatlanmasının zorluğunu anlamış ve de bu teoriyi savunmayı bırakmıştı.Ancak bizim de kendimize göre, Monogenist teorinin literatürlerine girecek özgün savlarımız mevcut..Yani kökende bütün Monogenist teoriler birbirlerine benzer ancak hepsinin de birbirinden oldukça farklı yönleri vardır..
Alfredo Trombetti, Sapir, Morris Swadesh gibi dilbilimciler bizim savlarımıza kökendaşlık edebilecek kuramlar ortaya atmışlardır..Ruhlen’in 1994’te ifade ettiği gibi: “Dil bilimciler, HintAvrupa dil ailesinin bilinen akrabası olmadığı şeklindeki kolaycı hikayeyi benimsediler(Bugün de Türkiye’de ve de dünyada benzer hikayeler tabu gibi önümüze konuyor O.D) Bu görüşü benimseyenlere göre karşılaştırmalı metot 58000 yıl için kullanılabilirdi ki bu, HintAvrupa dil ailesinin bilinen yaşını içine alıyordu.” Bilhassa 1980’den sonra geleneksel dilbilim görüşlerini eleştiren oluşumlar ortaya çıkmışlardır..Bu oluşumlar oldukça da taraftar toplamışlar bilim çevrelerinden..Ancak Türkiye’de çok değerli bilim adamlarımız olmasına rağmen ve bazı istisnaların dışında bu “Dünya Dillerinin Birliği” görüşü resmi olarak kabul edilmemiştir…Ancak dünyada bilhassa da ABD’de gen biliminde yaşanan gelişmeler, bilim adamlarını Dil birliği teorilerine götürmüştür.. (Gen Bilimi ve Türkçe, Kuantum Fiziği ve Türkçe, Termodinamik Kanunları ve Türkçe gibi konuları bildiğim kadarıyla ilk defa biz irdeledik) “Dünya Dillerinin Birliği” teorilerini savunan bilim adamlarının en son basamağı kabul edebileceğimiz Merrit Ruhlen, “5000 civarında olduğu tahmin edilen dünya dillerini “Greenberg’in görüşleri ışığında” önce 23, sonra 12 büyük aileye ayırabilmiştir.Bu aileler 1Hoysan, 2NijerKordofan 3NilSahra, 4Avustralya, 5HintPasifik, 6Ostrik, 7Dene Kafkas, 8AfroAsyatik, 9Kartvel, 10Dravit, 11Avrasyatik, 12Amorind” Evet Merrit Ruhlen bu alanda yapılabilecek en son yeniliği yapmıştır şeklinde kabul edilmektedir..Elbette yeni çalışmalar, yeni kuramlar yeni araştırmalar vardır yapılan…
Biz şunu söylüyoruz yıllardır..Türkiye’den “pek çok başarılı dilci” çıkmıştır…Çünkü Türkçe’nin mantıklılığı onunla uğraşanların da çalışmalarına yansımaktadır yer yer..Ancak bu denli mantıklı ve de matematiksel bir dili olan milletten de “Dilbilimin Temellerini Eleştiren” onun “köklerini sorgulayan” çalışmaların çıkması normal kabul edilmelidir..Biz burada gösteri yapma telaşında değiliz.Bir anlayışın değişimi konusunda mücadele ediyoruz öncelikle..Bu noktada bizim görüşlerimizin kabul edilip edilmemesinin de çok da önemi yoktur..Ancak bir zihniyet yenilenmesi muhakkak gereklidir..Dilbilimin gelişmesine teorileriyle katkıda bulunanlar neden Rusya’dan, ABD’den, Fransa’dan çıksın hep? Neden kendimizi bu denli küçük görüyoruz düşünce bakımından? ..Neden öncelikle bizim daha sonra da dünyanın dilbilim anlayışını kökünden değiştirecek farklı anlayışları geliştirmeyelim? ..Bu tarzda çalışmalar olmuş ülkemizde..Ancak bir şekilde bu insanlar Societe de Lingiustique de Paris’in Fransa’da yaptığını Türkiye’de uygulayan çevrelerce adeta aforoz edilmişler..Esameleri bile okunmuyor onların.Ancak biz bu konuyu “milli bir dava haline getirerek” ve de onu “kendimize özgün görüşlerle güçlendirerek” bizden öncekilerden farklılaşıyoruz...
Buradan ilgililere sesleniyoruz: “İvedilikle “Dilbilim” araştırma merkezleri kurulması gereklidir..Ya da Türk Dil Kurumu gibi Kurumlar bünyesinde başta dilimizi, ardından Anadolu dillerini ve daha sonra tüm dünya dillerini araştıracak merkezler teşkil edilmelidir..) Tevrat, İncil ve de Kuran gibi Kutsal kitaplarda bile gücün sembolü olarak kabul edilen “dil” konusu bu denli önemsiz olsaydı Atatürk, daha ilk başlarda TDK gibi bir kurumu kurmazdı..ABD, Rusya, Fransa gibi devletler dil araştırmalarına bu kadar önem vermezlerdi..Biz ufak çaplı da olsa bu çalışmalarımızla bu konuları gündeme taşımak gibi bir misyonu da şu zayıf omuzlarımıza yüklenmiş bulunuyoruz..Şimdi de bizim görüşlerimizin bizden önceki teorilerden farklı yönlerini ifade edeceğiz:
Adettendir,seven vurulur
Sevilenindir gurur
Sevgi dolu dizgin
Sevgi içten
Sevgi savunmasız