Dertli kaval Şiiri - Şükran Beşışık

Şükran Beşışık
337

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Dertli kaval

DERTLİ KAVAL

Kurt mu indi anam bu bağlara?
Yazık oldu canlarıma!
Söyle bana dertli kavalım,
Nerde benim anam babam kardeşim
Neden kışa döndü baharım,
Hani benim canlarım
Hani benim mor sümbüllü dağlarım
Hani benim meleşen kuzularım!
Tutuştu kor gibi yandı bağrım
Derdimi anlata, anlata,
Döndün dertli kavala…
Dayanamam bu acıya!

Şükran Beşışık
Kayıt Tarihi : 26.10.2008 18:40:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Çocukluğumdan beri yazmayı hayâl ettiğim bu hikaye, Birinci Dünya harbinde çekilen acıları gözler önüne seren, tamamen yaşanmış bir hikayedir. Bu hikayeyi dinlediğim zaman ilk okulda okuyan küçücük bir çocuktum… O gün çok ağlamış, ve bunun gibi günlerin bir daha yaşanmaması için çok dua etmiştim. Babamın kilitli bir dolabı vardı. İçinde ne var diye merak eder dururdum; o gün eve geldiğimde babam merak ettiğim bu dolabı düzeltiyordu. Çekine, çekine yanına sokuldum: -Babam gülerek bana döndü” Söyle bakalım bu gün yazılın nasıl geçti? ”- Güzel geçti babacığım yazılı kağıdı çantamda,- Ne ise şu elimdeki işi bitireyim de bakarız. Babam tekrar işine döndü; - Ben ise babama, baba sen bu dolabı hep kapalı tutuyorsun,ben hep merak ediyordum o dolabın içinde ne var diye.- Babam, gördüğün gibi bizlere ömür boyu lâzım olacak dosyalar ve evraklar bulunuyor,büyüdüğün zaman sen de bu dosya dolabını kilitleyeceksin. - Aaa! ... Baba şu köşede de bir kaval var neden şimdiye kadar bana göstermedin? Senin mi? Çocukken kaval mı çalıyordun? Onu bana verirmi sin… Almak için elimi uzattığımda- Olmaz dedi acı bir tebessümle. Ben ise halâ ısrar ediyordum. -Git elini yüzünü yıka, önlüğünü çıkart, annen yemek hazırlıyor, çok güzel yemek kokuları geliyor, yemek ten sonra baş başa otururuz sorularını cevaplarım… Benim işimde bitti zaten, ben bu kavalın hikayesini sana anlatacaktım; Bize hayat dersi olması için senin büyümeni bekliyordum... Yemekten sonra, babamın çalışma odasında babamla baş başaydık. Babam yaşanmış olan bu hikayeyi gözleri dolarak anlatmaya başladı: -Dünyayı bölüşmekte anlaşamayan büyük devletler bir birlerine savaş açmak için bahane arıyorlardı. Bir Sırplı Avusturya prensini öldürdü, bunu bahane eden İtilâf Devletleri Macaristan’ın tuna filosunu ve de Sırbistan’ın başkenti Belgrat’ı bombaladılar. Bu yüzden aralarında savaş çıktı. Bu savaşa Osmanlıyı idare edenler bilinçsizce katıldı. İtilâf Devletleri buna çok sevindiler. Osmanlıyı yok etmenin tam zamanı, bundan iyi fırsat olmaz.Asırlardır Haçlı Seferleri yapan atalarımız Hilâli yok edemedi, şu an onların en zayıf anları.İçimizde çeşitli azınlıklar vardı. Onları gizli, gizli silahlandırmışlardı.Bu azınlıklara çete kurdurup üzerimize saldılar, içeriden onlar,dışardan da kendileri bize savaş açtılar.Şimdiye kadar kardeşçe yaşayan bu insanlar canavar olup çıkmışlardı! .Ekilen tohumlar meyvesini veriyordu… Köy kasaba demeden baskınlar yapıyorlar. Yaşlı, kadın,çocuk demeden türlü işkencelerle öldürüyor her tarafı ateşe vererek gidiyorlardı.Eli silâh tutan erkekler ise hepsi cephedeydi. Çünkü, savaş o kadar genişlemişti ki, türlü cephelerde var şiddeti ile devam ediyordu. Büyüklerin deyimiyle yurdumuz da seferberlik hüküm sürüyor halkımızda bu büyük felakete karşı direnme gücü veriyordu. Allâh, bizlere bu biçim günler vermesin! Halk Erzurum,Trabzon, Van,Bitlis, Sarı kamış Muş vilayetlerinden göç ederek daha emin yerlere kaçıyorlardı. Bu göç eden mültecilerin sayısı sekizyüzbine ulaşmıştı.İşte o sekizyüzbin mültecinin bir tanesi de Mehmet’ti. Mehmet ve hüzün dolu kavalı,okuyanların hafızasından ebediyen silinmeyecektir. Mehmet’ tin babası da Sarıkamış’ta cephedeydi. Babası giderken bütün ailesini bir araya topladı:- Ben gidiyorum, hepinizi önce Allâh ‘a, sonra Mehmet oğlum sana, Annene benim yokluğumu aratmayacağına söz ver.- Mehmet ağlamaya başladı … Babası. oğlum erkek adam ağlar mı? koskoca delikanlısın tam tamına on üç yaşındasın gözlerini sildi Mehmet babasının boynuna sarıldı. -Babacığım söz! elimden geleni yapacağım. Köyün meydanında gidenler toplanmıştı.Köyün altından geçen yoldan Fetih orduları geçmişti; Şimdi bu yoldan onlar da savaşmak için giden birliğe katılarak cepheye gidiyorlardı.Köy garip bir yalnızlığa terkedilmiş gibi idi. Çocuklar yaşlılar ve kadınlar geride kalmıştı.Mehmet annesinin işlerine yardım ediyor, değirmene gidiyor,koyunlarına bakıyor ve babasına verdiği sözü yerine getirmeye çalışıyordu. Gittiğin den beri babasından hiç haber alamamışlar merak ediyorlardı.Annesiyle beraber Muhtar Dede’ye gittiler: -Anlıyorum, merak ediyorsunuz da geldiniz. -Cepheye gidenlerin hiç birinden haber gelmedi.Gelirse ben size hemen bildireceğim, sizin kadar bende merak ediyorum.Bizler dua edelim inşâllah kısa zamanda haber alırız.Kızım sizi korkutmak istemem amma,buraya yakın köylere Ermeni çeteler baskınlar yapmışlar, yaşlı,çocuk demeden öldürmüşler diğer köylerden de halk panik içinde kaçıyormuş. Bende bu durumu çok düşündüm galiba başka çaremiz kalmadı. Hepinize haber vermeyi düşünüyordum siz gelince size söyleyeyim dedim onlara da haber vereceğim.Oğlum bu gün. her şeye hazırlıklı olun. Koyunları götüreceksen dikkatli ol... Ana oğul eve geldiler; çok tedirgin olmuşlardı.Koyunlar kuzular meleşiyordu, belli ki acıkmışlardı. Mehmet azığını aldı,yola koyuldu. Hep aklı Muhtar Dede’nin söylediklerindeydi. Rüzgardan sallanan yaprakların hışırtıları bile içini ürpertiyordu.Sanki ağaçların arasından gelecekler gibi bir his sarmıştı içini kayalıklardaki yırtıcı kuşlar dengesizce uçuyor, korkunç çığlıklar atıyorlardı kara bir haber varmış gibi! Bütün gün kavalına bile dokunmadı. Ağır.ağır ortalık kararmaya başladı. Hava kararmadan evde olmalıyım, gelirken toprak ayaklarının altında kayıyor gibiydi. Köye yaklaştık ca Çıkan dumanlar köyün üstünden kavis, kavis yükseliyordu. Yanık kokusuna,karışan koku ise değişikti. Yaklaştık ca yanık et kokusu gibi gelmeye başlamıştı.Mehmet artık sürüyü bırakmış bilinçsizce koşuyor ve bir an önce orada olmak istiyordu..Geldiği zaman gördüğü manzara korkunçtu! Bütün köy yakılmış canlı olan ne varsa hepsi öldürülmüştü … Büyük bir gayretle evlerine yöneldi.Karabaş’ta sürüyü bırakmış, annesinin ve kız kardeşlerinin yanmış cesetlerinin başında toprağı eşeleyip ağlıyordu,Mehmet ne yapacağını bilmez bir halde köylerinin altından geçen yolda koşmaya başladı; O yolun nereye çıktığını bile bilmiyordu. Sadece koşuyordu nereye gittiğini bilmeden… Artık gece bitmek üzereydi. Tan yeri ağararak soluk bir sonbahar güneşi doğuyordu. Gece yağan kırağı yerleri beyaza bürümüştü,yolun kenarlarındaki su çukurları buz tutmuştu.Koşmaktan Mehmet’in dizlerinde derman kalmamış düşünceleri de donmuştu! Olduğu yere diz çöktü, öylece kaldı. Karadeniz sahil yolundan gurup, gurup insanlar aç susuz Rus İstilâsından Ordu,Fatsa, Ünye Çarşamba,yönüne doğru kaçıyorlardı. Çoğu çocuk, kadınlar ve ihtiyarlardı.Çocukların ve yaşlıların bir kısmı hastalanmış, zor hayat şartlarına dayanamayıp yollarda ölüyorlardı. Bir mezarları bile yoktu, nereyi bulurlarsa ölenleri oraya gömüyorlar yollarına devam ediyorlardı! İstilâdan kaçan bir gurup Mehmet’in çöküp kaldığı yerden biraz ötede bir ağacın altında konaklamışlar, çok soğuk olduğu için çalıları toplayıp ateş yakıp ısınıyorlardı. Çalı toplamaya gidenlerden birinin sesi duyuldu: - Hey bakarmısınız? Burada bir erkek çocuğu var, anladığım kadar ölmemiş, fakat kendinde değil. - Yaşlı Adam bekle geliyorum dedi,nabzını tuttu yaşıyor,burada bırakırsak ölür.Bana yardım et ateşin yanına taşıyalım. Getirdiler elini kolunu hareket ettirdiler kendileri için yaptıkları un çorbasından biraz ağzına verdiler.Mehmet yavaş, yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Bir müddet içini çekti, boş gözlerle baktı etrafa, başında bir sürü insan vardı. Hiç birini tanımıyordu; Yaşlı adam:Çocuk kendine geliyor açılın dedi… Rüya mı görüyordu, yaşadıkları bir, bir gözünün önünden geçip gidiyordu -Anneciğim, anneciğim diyerek ağlamağa başladı. –Yaşlı adam eliyle Mehmet’in saçlarını okşadı, ağlama anlıyorum ki büyük acılar yaşamışsın Biraz kendine gel, biz biraz sonra yola koyulacağız seni burada bırakmaya gönlüm razı değil. Biz nasıl yaşarsak sende öyle yaşarsın. Burada kalırsan kurda kuşa yem olursun; yetmişe merdiven dayamış bu yaşlı adamın en zor günleri bu günler olsa gerekti. Daha da başımıza neler geleceğini bilmiyoruz. Aklını başına topla hepimiz düğünden bayramdan gelmiyoruz yıkılmış yakılmış bir cehennemden kaçıyoruz! ... -İsmin ne senin, çoban mıydın? İyi ki kepeneğin sırtındaymış, yoksa donardın.Baksana şu ayaza kar yağmış gibi.Haydin toparlanın yola devam… Çoğunda derman kalmamış, ayaklarından kan sızıyordu; Çocuklar devamlı ağlıyor, yaşlılar sızlanarak dua ediyorlardı. Bütün gün yol teptiler. Mehmet de onlarla beraber sessiz sedasız yürüyor,hem de geri dönmeği düşünüyordu, fakat şu anda nerde olduğunu bile bilmiyordu.-Geri dönsem ne yapabilirim ki, onlar ölmüşler diye kendini teselli ediyordu. Yine bir gün akşam oluyordu umutla - Yaşlı adamın sesi duyuldu,- Arkadaşlar,geceyi burada geçirelim. Tarif ettiği yer, terk edilerek viran olmuş bir handı! Bu han savaştan önce insanlara hizmet veriyordu.Ortalığın kargaşasından faydalanan eşkıyalar buraya gelen yolcuları ya soymuş ya da öldürmüştü...O günlerde sadece çeteler değil, bazı kanı bozuklar da eşkıya olmuş, devletin zayıflığından faydalanıp mazlum insanlara zarar veriyorlardı.Onun için terk edilmişti. Her şeye rağmen onlar için bulunmaz bir yerdi. Sabah ki hava değişmiş peşi,peşine şimşekler çakıyor, gök gürültüsü bir biri ardından patlıyordu! Yağmur bir kırbaç gibi yağmağa başlamıştı.Yaşlı Adam -Yine de şansımız varmış en azından ıslanmadan buraya girdik. Haydi şuraya ateş yakalım da hem ısınalım hem de biraz olsun dinlenip, bir şeyler yiyelim,dedi. Yanlarında taşıdıkları kazana azık torbasından biraz un katarak yağsız tuzsuz bir çorba yaparak bölüştüler. Çocukların ağlamaları biraz durmuştu.Hepsi yorgunluktan yerlere serilmiş, sessizce uyumaya çalışıyorlardı.Kimisi oturarak, kimisi uzanarak… Çocuk ağlamaları yerini, yaşlıların horlamasına bırakmıştı.-Yaşlı adam çok yorgun olmasına rağmen kendini tam olarak uykuya verememiş, ara,ara gözlerini açıyor- Acaba bizim için bir tehlike olabilir mi burası? Neresi olduğunu bile bilmiyoruz. Hele.şu hanı bir dolaşayım …Fırtınaların olduğu denizden gemiyi limana getiren kaptan gibi olmalıyım,dedi ve teyemmümle abdes aldı,sabah namazını kıldı! Sonra da dolaşmaya çıktı. Üst kata çıktığı zaman gördükleri karşısında şoke olmuştu. Çünkü yerler hep kandı … Üç kişi hunharca öldürülmüş, yerde yatıyordu. Bir süre gözlerini kapattı,bir rüyadan uyanırcasına Allâh,Allâh! Burası tekin bir yer değil tedirgin olmam boşuna değilmiş. Bir an önce insanları buradan uzaklaştırmam gerek. Hızla aşağı indi. -Soğuk kanlı olmak lâzım şimdi beni iyi dinleyin bu günde hiçbir aksaklık olmasa gitmek istediğimiz yere ulaşacağız. Onun için bir an önce buradan çıkalım. Haydin şu çorbayı yine kaynatın-.Ayşe Nine: Zaten kaynatmıştık çocuklara verdi anneleri,bizde aldık hakkımızı,bir sen kaldın, seninki şu tasta,iç … Burada bir gece daha kalalım diyecektim ama unumuz bitmek üzere.-Tamammısınız, haydi! -Yukarıya çıkmıştın ne var işe yarayacak bir şey var mı? -Yok….Pislikten başka bir şey yok. Tekrar yola koyuldular.Yağan yağmur durmuş, havanın yine yağacak gibi bir hali vardı. Ağlıya sızlıya yürümeye devam ediyorlardı. – Yaşlı Adam bunlar kaderimizdeki sayfalar, düne kadar evlerimiz bağ bahçe bostanımız vardı.İnsanlar bazen öyle akıl almaz durumlarla karşılaşır ki,aynı bunun gibi direnmemiz lâzım dua edelimde bu günler geçsin vatanımızın üstüne çöken bu kara bulutlar dağılsın. Bu günlerde elbet geçecek… - Galiba geldik,gelececeğimiz yer burası olmalı. Arkadaşlar şurada gördüğünüz ceviz ağaçlarının olduğu yerde durun. Görüyorsunuz , bir çay geçiyor su ihtiyacımızı oradan karşılarız etraf hep mısır tarlası, karşıda gördüğümüz bu köyün olmalı. O köylülerin ekmekleri vardır ,siz buraya yerleşe durun.bende gideyim yardım isteyeyim.-Mehmet oğlum sen de benimle gel! .Mehmet ise hep susuyordu.İçinde sevdiklerini yitirmenin acısından başka bir şey yoktu.Kapkara bir yalnızlığın ortasında başları taşlarla ezilmiş kanlı gövdeler görüyor bunların içinde annesi kardeşleri de var… Güneşi bile karartacak bu tablo herkesin dayanamayacağı türden! Kafileden bir iki kişi başından geçenlerin neler olduğunu öğrenmek istemişler,Mehmet fakat yanıt verme cesaretini kendinde bulamamıştı - Yaşlı Adam kaşla gözle onların sormamalarını, zaman bırakmalarını,elbet bir gün öğreneceklerini söylemişti.Vakit alaca karanlıktı.Beraberce köye geldikleri zaman onları gören köyün köpekleri hepsi birden havlıyorlardı.-Yaşlı adam elindeki sopasını sallıyor, hemde sesleniyordu -Kimse yok mu? Hüseyin Dayı köpekleri susturdu. Gelenlerin yanına gitti. –Selâmün aleyküm – Ve aleyküm selâm –Buyurun kimsiniz? -Yaşlı adam böyle ayak üstü olmasın,çok yorgunum dedi ve beraberce eve geldiler … -Anlatın bakalım: –Rus istilâsından kaçtık, günlerdir aç ve susuz yollardayız. Bizler gelen ilk kafileyiz, eğer müsaadeniz olursa ceviz ağaçlarının olduğu yere konaklamak istiyoruz. Ayrıca, bize verebileceğiniz her türlü yardıma ihtiyacımız var.-Hüseyin Dayı oğluna haydi durma bütün köye haber ver, tüm komşular buraya gelsin,hanımına da seslenerek yemek getir dedi-Yaşlı adam olmaz Çünkü arkadaşlarım aç, onlar açken ben yiyemem! Köy halkı birer,birer toplandı.-Yaşlı adam gelenlere bir,bir durumu anlattı.-Hüseyin Dayı, hayat inişli yokuşlu bizde onlar gibi olabiliriz.Nitekim, düşman Trabzon ‘a gelmiş vaziyette. İnşallah bir çare bulunur; Gece çok, soğuk bağ evlerimize yerleştirelim! Sonra yardım eder baraka yaparız. Hepiniz evlerinize gidiniz ve yiyecek bir şeyler getiriniz. Beraberce gidelim onları oraya misafir edelim. Ertesi gün hepsi bir araya gelerek o dedikleri yere barakalar yaptılar: Yatacak yatak yorgan verdiler,yiyeceklerini bölüştüler.Hüseyin Dayı sık, sık elinden geldiği kadar yardımlarını esirgemiyordu.Mehmet dikkatini çekmişti.- Yaşlı adama bu çocuk oğlun mu? -Hayır, onu yolda bulduk.-Baygındı,sonra kendine geldi. Sahip çıktık şimdi bizimle. Ne dersem yapıyor ama, hiç konuşmuyor,büyük acılar yaşadığı belli- Çağır buraya gelsin dedi.Geldi, Hüseyin Dayı’nın elini öptü. – Oğlum Mehmet,seni o geldiğiniz gece görmüştüm … Senin yaşında bir oğlum var, o gece sende onu gördün, seni alıp bize götürmeyi istiyorum. Beraber arkadaş olursunuz, seni de okula gönderirim. Okuma yazma biliyor musun? Mehmet’in birden gözleri parladı… Evet, savaş çıkınca okulumuz kapandı çünkü öğretmenlerimiz Savaş çıkınca Çanakkale cephesine gönderildiler,ondan sonra da okula gidemedim. Babamda, annemi ve kız kardeşlerimi bana emanet ederek o günlerde o da cepheye gitti. Maalesef,babamın emanetini koruyamadım; köyümüzü çeteler basarak bütün insanları öldürmüşlerdi,onların içinde annem ve kız kardeşlerim de vardı. Ben ise akşam eve geldiğimde onları ölü buldum ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyetteydim. Ondan sonrasını hatırlayamıyorum.Kendime geldiğimde bu amcalarla beraberdim.Geriye dönüp bir şeyler yapmayı çok düşündüm, bu amca ise bana kurda kuşa yem olursun dedi.Bende bunu göz önüne alarak onlarla buraya kadar geldim – Yaşlı Adam,Mehmet’i hayretle dinliyordu. Halbuki şimdiye kadar susmuştu… Kafile başkanı münasip görürse sizinle gelmek isterim. O iyi birisi, bana sahip çıktı. O olmasa ben ne yapardım? Yaşlı Adam, bu teklif ten dönülmez dedi. Hüseyin Dayı onu alarak eve getirdi. - Emine Hanım’a: Bak hanım sana bir oğul daha getirdim- Hasan ne der, ona sordun mu? -Gülerek zaten o getirdi aklıma, aşağıdan Hasan’ın sesi duyuldu, işte bak o da geliyor. Hasan yukarı çıktı Mehmet’i görünce sevindi,- Babacığım, çok teşekkür ederim. Koşarak Mehmet’i kucakladı- Hoş geldin dedi.-Emine Hanım,Mehmet oğlum önce gel bir banyo yap,sana temiz giysiler bıraktım onları giy sonrada yemek yeriz …Hasanın odasına annesi bir yatak daha sermişti.İki çocuk hemen anlaştılar konuşa,konuşa uyudular.Mehmet uzun zamandır yatakta yatmamış,banyo da yapmamıştı! İlk defa o hayırsız günden sonra rahat bir yatakta hemen uyumuş, derin bir uykuya dalmıştı.Çoktandır rüya falan görmüyordu.Bu gece ise gördüğü rüya kader çizgisini belirtiyordu: Çok güzel bir bahçede koşuyor, Hasan ise ona dur, koşma! Az ötede bir bataklık var.Fakat, o dinlemiyor, durmadan koşuyordu. Birden kendini bataklıkta buldu… Yavaş, yavaş o bataklık onu yutarken çığlıklarla uyandı! Sesi Emine Hanım duymuş olmalı ki,koşarak odaya girdi –Onu sallayarak ne var bir şey mi oldu? Bu arada Hasan’da uyanmıştı.- Bir rüyaydı ama,çok korktum – Olur bazen hepimiz görüyoruz hayırlara gelsin … Mehmet için artık güzel günler başlamıştı. Hüseyin Dayı ona bir baba gibi davranıyor,Hasan’dan hiç ayırmıyordu.Hasan ve Mehmet iki kardeş gibi idi. Beraber okula gidiyor geliyorlardı.Mehmet yaşadıklarını içine gömmeye çalışsa da,zaman,zaman kimsenin olmadığı yerde ağlıyor,annesinin, kız kardeşlerinin, komşularının taşlarla ezilmiş başları, köyünün yanan evleri,onları öylece bırakıp gelmiş olduğu için kendini suçluyor koyunlarının kuzularının melemelerini, Karabaşın havlayışını duyuyor gibi oluyordu. Ne kadar unutmak için dirense de başaramıyordu! Hele de, o son gün seher vakti: Kalk yavrum, sabah namazını beraber kılalım, dua edelim. Namaz örtüsünün içinde,annesi melekler gibi idi. - Mehmet oğlum içimde kaç gündür bir sıkıntı var acaba diyorum kötü bir haber mi alacağız? Mehmet annesinin boynuna sarıldı tekrar, tekrar kucakladı- Anneciğim güzel şeyler düşünelim üzülme- Ah! benim bir tanecik bebeğim demiş onu kucağına almış sevmiş, koklamıştı. Sanki kendine mağlum olmuş gibi, onunla vedalaşmıştı. Gökyüzü tamamen aydınlandığında, annesiyle beraberce muhtar Amcaya da o gün gitmişlerdi. - Ah anneciğim! Nerelerdesin? Bu hayırsız oğlun burada, sana bir faydası olmadı. Babacığım acaba sen hayatta mısın? İnşallah sağsın,aslanlar gibi düşmanla savaşıyorsundur. Yurdumuzun başına çöken bu kara bulutları dağıtmak için: Allâhım babama yardım et, O ölmesin,onu bana bağışla, gazi olarak dönsün onu tarih bir kahraman olarak yazsın. Bu günler geçince ben onu bulurum, ya bulamazsam o zaman ben ne yaparım! Mehmet tüm sevdiklerini kaybetmiş geçmişinden sadece bir tek kavalı vardı. Oda o gece boynunda asılı kalmıştı. Kavalı Mehmet’in her şeyi idi.Çektiği acıları Onunla paylaşıyor, yaşadıklarını bestelemiş acılarını onunla dile getiriyordu.! DERTLİ KAVAL Kurt mu indi anam bu bağlara? Yazık oldu canlarıma! Söyle bana dertli kavalım, Nerde benim anam babam kardeşim Neden kışa döndü baharım, Hani benim canlarım Hani benim mor sümbüllü dağlarım Hani benim meleşen kuzularım! Tutuştu kor gibi yandı bağrım Derdimi anlata, anlata, Döndün dertli kavala… Dayanamam bu acıya! .. Emine Teyze, uzun müddet kendini göstermeden Mehmet’in çaldığı kavalı, çalarken döktüğü göz yaşlarını içi sızlayarak izledi! Ne yapmalıyım ki, ona teselli olmalıyım? En iyisi hiç görmemiş gibi sesleneyim de kendine gelsin. O anda Hüseyin Dayının atının nal sesleri duyuldu. Mehmet,baktı bir gelen var hemen göz yaşlarını sildi.Hüseyin Dayıda atından indi, -Emine Teyze: Hoş geldin dedi.Hüseyin Dayı da ona-Hasan nerde? - Gelir şimdi, Yusuf la konuşuyor.- Şu aldıklarımı eve taşıyın Mehmet Emine Teyze’nin elindekileri almak için koştu - -Bırak Emine Teyze ben taşırım. -Bundan böyle bana Emine Teyze demeyeceksin, Ana diyeceksin,bilki bende senin ananım bundan sonra.- Hüseyin Dayı, beni de baba bil. Elindekileri içeriye koşa, koşa bıraktı geldi. Onların boynuna sarıldı. - Hasan gülerek, bakıyordu.- Gel sen de sarıl kardeşine, o bundan sonra bizim öz oğlumuz,seninde kardeşin. –Hasan siz demeden de biz kan kardeşi olmuştuk zaten … Beraberce okula gidip geliyorlardı.. Hayat şartları günden güne daha da kötüleşiyordu. Yollar ana baba günü, kafileler aç susuz, sığınacak yer arayan yüzlerce mülteci Yaşlı adamın barakasının yakınlarına,kırık dökük bir çok barakalar yapılmıştı. Bir lokma ekmek bile bulamıyorlardı; yerli halk ellerinden geldiği kadar mültecilere yardım etse de, bu onları aşmıştı.Olanları sadece uzaktan izlemek kalıyordu. Bütün kış böyle geçmiş, ilk bahar kendini göstermişti.Su zambaklarının kıyılarını süslediği çay. ezgilerle akıyor,yeşilin her tonundaki ağaçlar çiçeklerle adeta gelin gibi süslenmişti! Çaresizlikten insanlar etrafta yeşeren otları toplayarak yemek yapıyorlardı.Açlık ve sefalet çığ gibi hüküm sürüyordu. -Çocuklar o gün okula geldiklerinde,bütün öğretmenlerin ve öğrencilerin okulun bahçesinde toplanması için anons yapılıyordu. Birbirlerine soruyorlardı,- Acaba ne var? Şimdi öğreniriz …-Bak Başöğretmen kürsüye çıktı. Çıt çıkmıyor merak içinde dinliyorlardı.-Sayın Hocalarım, Sevgili Yavrular, durumu biliyorsunuz bütün cephelerde savaş var, en emin yer olarak buralar gösteriliyordu. Bu gün alınan istihbarata göre Rus gemileri harekat halindeymiş bütün sahillerdeki yerleşim yerlerini bombalıyorlarmış, bir iki saate kadar burada olacaklarmış halkada haber verildi. Allâh yardımcımız olsun. Haydi hepiniz dağılın bombaların ulaşamayacağı yerlere gidin. Bir uğultu içinde dağıldılar. Mehmet İle Hasan bir an önce eve ulaşmak için koşuyorlardı. - Mehmet, A.. bak! gemiler gelmiş. -Hasan şaşkınlık içinde ya öyle mi! Bu tam bir felâket,o zaman yoldan yürümeyelim.- Ne yapalım? -Bilmiyorum, yol olmasa da bahçelerin içinden belki bir yere çıkarız.- Gir öyleyse! Bombardıman başlamış, Ünye şiddetli patlamalarla sarsılıyordu! Cehennemi bir gürültü ile biraz önce çocukların olduğu yere bomba parçalara bölünüp ateş olarak düşmüştü. Büyük bir çukur açmış, düşen şarapnel parçaları otları tutuşturmuş yanıyordu. İki çocuk ne yaptığını bilmez bir halde sürünerek uzaklaşmaya çalıştılar. Artık akşam oluyordu, ikisinin de elleri ayakları dikenlere takılmış kanıyordu. Tam köye gelmişlerdi, ki Mehmet arkadaşına ben seninle eve gelmeyeceğim,-Neden? - İstersen sende gitme - şaşkınlık içinde sorar: Bir şey mi var-? Evet,bu gün seni beklerken duydum: İki kişi konuşuyorlardı,bu gece köye eşkıya gelecekmiş. Neden önce- haber vermedin babama? - Zaman olmadı ki …-Gel benimle- Hayır,ben gidiyorum,- gelirsen sen gel – Ben gelemem,beni merak ederler.Mehmet geçip gitmişti. Hasan şaşkındı, kızarak söyleniyordu. Ne kadar da vefa sızmışın! Ne yapacağını O da bilmiyordu.Ya hakikatsa … Ne yapmam gerek,ortalıkta karardı! Gelirlerse doğru bize gelir bu eşkıyalar. O zaman ne yapmalıyım? Az ilerideki ceviz ağacının gövdesindeki oyukta geçirebilirim geceyi, nasıl olsa gece geçince tehlikede geçer, gerçi annem babam merak eder ama, hiç yoktan kendimi tehlikeye atmamış olurum! Eğer gelmişlerse, şimdi çoktan köyü sarmışlardır.Hızla ağaca yöneldi, gökyüzü bulutlarla kaplı karanlık bir gece idi. Acaba içinde yılan ve ya böcek olabilir mi? Oyuğun içine eğilerek baktı, bakar bakmaz bir el uzandı, sert bir şekilde tuttu bileğinden Hey… çocuk ne arıyorsun burada? Ben, ben mi? Evet sen! - Keçim eve gelmedi de onu arıyorum.- Kimin oğlusun? -Koca Selim’in. Koca Selim köyün en fakiriydi.Ha! Onun mu. Git, defol. Beni gördüğünü söyleme. Hasan koşarak Koca Selim’in evine geldi, kapıyı yumrukladı,- Koca Selim, kim var orda? – Aç diye fısıldadı çocuk, Koca Selim onu içeriye aldı.- Hasan,sen titriyorsun, ne bu halin, nefes nefesesin! Hemde terden sırıl,sıklam,ellerin ayakların çizik içinde. –Sorma bu günkü yaşadıklarım kabus gibi! Selim Amca, köye eşkıya gelmiş,şimdi onlardan biriyle karşılaştım. Senin oğlun olduğumu söyledim, o zaman beni bıraktı. Beni sakla! Koca Selim kapıyı iyice kapadı, arkasına da kalasları dizdi.Selim Dayının hanımı - Şu sırtındakileri de çıkart, bizim çocuğunkileri giyin dedi. –Şimdi çıt çıkarmayın, ışığıda söndürelim bakalım ne olacak. -Hüseyin Dayı, merak içinde çocuklar dönmedi! Acaba başlarına bir şey mi geldi? Veli, Veli diye seslendi – O da buyur ağam! - Çocuklar gelmedi, atları çıkarda bakalım. Hüseyin Dayı dışarı çıktı, Veli’yi bekliyordu: O anda bir el ağzını kapadı, diğer eşkıya ise kollarına sarılarak ellerini arkaya bağladı. Çeke, çeke eve girdiler … Her yeri delik,deşik ediyorlar, bir yandan da altınlar nerde diye dövüyorlardı. İşlerine yarayan bir şey bulamadıkça daha da azıtıyorlardı. Emine Teyzeyle Veli’nin hanımı korkudan ağlıyorlardı. Onları evin bir odasına kapattılar.- Sizde düşünün, muhakkak altınların nerde olduğunu biliyorsunuz,yoksa hayatınızla ödersiniz! . Tekrar Hüseyin Dayıya döndüler: Canın mı malınmı daha kıymetli? Hüseyin Dayıyı o kadar dövmüşlerdi ki, her tarafı çürük içinde idi …Sürüyerek dışarıya çıkardılar -Konuş be adam, konuşmazsan seni diri, diri gömeceğiz.Hüseyin Dayı, yalnızca Allâhım beni kurtar bu zalimlerden diye dua ediyordu.Eşkıyalar kahkahalar atarak, gelsin de kurtarsın, o gelse bile seni kurtaramaz! O anda nerden geldiği belli olmayan bir mermi,onu döven eşkıyanın başına saplandı. Of! ..anam Yandım dedi,yere düştü. Yakınında olan diğer eşkıya eğildi. Reis ölmüş! Eyvah! .. basıldık Çabuk olun burayı terk edelim. Ve hepsi birden ortadan kayboldular.Hüseyin Dayı şaşkındı elleri bağlı öylece duruyordu. Yerde ise eşkıyanın ölüsü yatıyordu. Veli eşkıyayı fark edince atların ot yediği yere saklanmış, üstüne de otları örtmüş nefes almadan ortalığı dinliyordu.Silah sesini duyunca, Eyvah, ağamı vurdular, ne yapmalıyım? -Yazık oldu, iyi insandı. Bir müddet etrafı sessizce dinledi, bütün sesler kaybolmuştu.- Ne olursa olsun dedi oradan çıktı. Kapının önünde cesedi gördü, eğildi baktı… A! .. bu eşkıya. Etraf karanlık olduğu için her şey hayâl meyâl seçiliyordu. Ağam nerde acaba? -Ortalıkta da kimse yok.- Nereye götürdüler? Sağa sola bakınıyordu ki, Hüseyin Dayı baygın bir şekilde duvarın dibine çökmüştü. Yanına gitti,ölmüş sandı. Baktı ki, yaşıyor, koşarak su getirdi, elini yüzünü yıkadı. Ağam, Ağam kendine gel! O arada köylüler de birer ikişer oraya geldiler.Hüseyin Dayıyı eve taşıdılar. Kadınları elleri, ayakları ve ağızları bağlı buldular. Onları çözdüler, kadınlar ağlaşıyorlardı… –Veli, susun hepimize geçmiş olsun. Ağam yaşıyor …Hüseyin Dayı kendine gelir gelmez, ilk sözü çocuklar geldi mi? oldu. -Koca selim, ne olur ne olmaz ben gideyim bakayım, ne var ne yok. Hasan, sen burada kal, ben sonra gelir sana haber veririm, sen o zaman gelirsin. Koca Selim Hüseyin Dayının kulağına eğildi: Korkma Hasan bizde - Söyle ona, ortalık yatışıncaya kadar sizde kalsın. – Veli, Ağam eşkıyayı öldürmüş birisi,kapıda yatıyor. Seni onun için bırakıp kaçmışlar. Bütün köy ayaktaydı; kimse uyuyamamıştı… Sabahleyin jandarmaya haber verdiler, jandarmalar bir katırla geldiler, eşkıyanın ölüsünü yüzü koyun hayvanın sırtına bağladılar ve alıp gittiler. – - Babası,Hasan’a: Mehmet nerede görünmüyor? –Hasan da o günkü yaşadıklarını bir, bir anlattı:Köye gelene kadar beraberdik, köye eşkıya geliyormuş dedi. Sen nereden biliyorsun? dedim yanımdan geçen insanlardan duydum,bana da benimle gel dedi. Bende hayır dedim beni bıraktı gitti.- Nereye gitti? -Bilmiyorum –İnşallâh barakalara gitmemiştir.Neden? -Orada salgın hastalık çıkmış… -Galiba oraya gitti- Eyvah! .. -Yaşlı adam başını ellerinin arasına almış düşünüyordu.Bu hastalık çok korkunç! Bir sürü korku yaşadım ama,bu seferki başka.Elle tutulmayan,karşı çıkılmayan, tüm korkulardan buraya kadar kaçmıştı. Ama, bu seferki kaçılacak cinsten değildi! Başını huzursuzca kaldırdı, bir karaltı ona doğru yaklaşıyordu.Mehmet’e çok benziyor.İnşallâh o değildir …Ne yazık ki,gelen Mehmet’ti! hiddet dolu bir sesle bu saatte,neden buradasın? Bir adım daha atma,derhal geri dön! – Gidemem.- Neden? Olanları bir, bir anlattı, yazıklar olsun Arkadaşını neden yalnız bıraktın? – Korktum- Asıl korkulacak yer burası. Salgın hastalık çıktı. İnsanların çoğu kolera! Niçin geri gideceğini anladın mı.Gider özür dilersin. –Hayır, asla gidemem. Annemi, kardeşlerimi bu gecede arkadaşımı bırakarak kaçtım. Burada kalacağım, sana yardım edeceğim.Yaşlı Adamın tüm ısrarına karşı inatla direniyordu.- Öyleyse ne halin varsa gör Yaşlı Adam barakaya geldi,hastalara su dağıttı.Barakanın dışında kendine bir yer yapmış, oraya oturdu,bir müddet uykuya dirense de uyumuştu. Elinden gelen bir şey yoktu.Mehmet uzaklaşır gibi yapmış ama, oralarda dolaşarak sabah etmişti. -Yaşlı adam uyanınca Mehmet’i başucunda gördü. - Sen deli misin? Ben sana ne söylüyorum, sen ne yapıyorsun. Yerinden kalktı içeriye girdi, dışarı ya çıktı. Üç kişi daha ölmüş, şimdi sağlık ekibi gelir, seni burada görmesinler,karantinaya alırlar; Orada sende onlar gibi ölürsün! Baktı ki gelenler var, oraya yakın bir ağaca çıktı. Mehmet olanları gözlemeye başladı. Yüzlerini ellerini kapamış dört kişi barakaya girdiler, ölenleri sedyelerle dışarı çıkardılar, biraz ilerideki çukura taşıdılar, üst üste koydular, üstüne kireç dökerek kapadılar. Mehmet büyük bir pişmanlık içinde idi. Oradan köye geri dönmeyi düşündü, cesaret edemedi. Çaresizdi, deniz kenarındaki kayalıklara gitti, yapayalnızdı …Enine boyuna düşündü. Köye geri dönmeye karar verdi, bir şey derlerse onu o zaman düşünürüm dedi ve köyün yolunu tuttu.Yüreği küt.küt atıyordu, kapıyı yumrukladı.- Bak hele! Kim gelmiş? Nerdeydin? Bu ses Hüseyin Dayının sesi idi. İnşallâh barakalara gitmemişsindir.- Mehmet bir süre Hüseyin Dayının gözlerine baktı. Evet oradaydım! –Hata üstüne hata yapmışsın: Bir defa arkadaşını yalnız bırakmışsın, sonrada oraya gitmişsin. Orası karantina altında, duymadın mı? Ya oraya gitmemeliydin, ya da buraya gelmemeliydin… Kendine acımayana kimse acımaz. Tehlike geçene kadar köy odasında kal, sakın dışarı çıkma. Veli sana yemek getirir,seni geri göndermeye gönlüm elvermedi.Çaresiz denileni yaptı.Her gün gidip yokluyorlardı.Bir hafta geçmeden Mehmet hastalandı, birkaç gün sonra da sesi hiç çıkmadı. belliki ölmüştü! Sağlık görevlilerine haber verdiler, gelip aldılar,köy odasını kireçleyip kapısına kilit vurdular. Belirli bir zaman köyü de karantinaya aldılar. Bu günler insanlık tarihinin unutmayacağı günler olmalı. Bu acıları benim milletim yaşamıştır! Sevgi saygı ile bütünleşelim, hain eller aramıza girmesin! Hiçbir şeyin adı barış ve özgürlük kadar güzel değildir. Biz Mehmet’le arkadaş olmuştuk ama, bütünleşememiştik. Mehmet beni o gece yalnız bıraktı. Hayatıyla ödedi! Düşünmeden yapılan hatalar insanları uçurumlara sürükler. Ama ben onu hiç unutmadım. Kavalını yıllarca sakladım! kendisinin yazıp, kavalı ile dile getirdiği şiiri de kendi yazısıyla burada durmaktadır…Kendisine Allâh’tan rahmet dilerim.!

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Şükran Beşışık