Ufuklarımın hepsi çocukluğumdaydı…
Oyuncaklarımın yanımda olmadığı bir hayata derdimi
nasıl anlatırım!
Soğuk, az konuşan büyük insanlar…
Bu yer tuhaf…
Dünya değişik…
Ya da değişken!
Biraz daha büyürsem nereye varır bu iş bilmiyorum…
Bir pazar sabahı…
Erken uyanmak…
Bir bardak su koymak komidine…
Baş duvardan aşağı…
Ya da duvar baştan yukarı…
Tefekkür…
Ah memleket!
Ah benim yurdum!
Biz meğer yazılarımızı soluk duvarlara yazmışız…
Dostlarımız bizi okuyamadı!
Gözlerimizle de haykırdık fakat yaş yoktu anlaşılmadık…
“Hep gidenler oldu safımızdan…
Kaldık bir başımıza…
Dertlerimizin dar ağacında…”
Davayı bırakanlar oldu…
Yolumuzdan çelmeye çalışanlar oldu…
Arkamıza bakmadık…
Yolumuzda devam ettik…
Kaçan dostlarımız da arkasına bakmadan gitti…
Seslendik!
Haykırışımızı duyuramadık…
Nafile seslenişlerimiz…
“Safımızdan bir bir gitti dostlarımız…
Umutlarımızla vedalaşmadan üstelik…”
Bir de baş ağrılarımız, bizim başımız üstüne madalya…
Ne kadar sussak kendimize gürültü kelimelerimiz…
Eskimiş yazıları okuduk, sayfaları eskiyen kitaplardan…
Onları anlattık, dinletemedik!
Ah bu baş ağrılarımız…
Ne çok birikmiş!
Ne çok beden eskitmişiz…
Siyah olmuşuz, beyaz olmuşuz.
Bazen batı, bazen doğu olmuşuz…
Anlatamamışız!
Dinletememişiz!
Ak sakallı, bol pantolonlu, mesh giyen dedelerimiz vardı
bizim…
Kâh cami avlusunda sohbetteydik!
Kâh pazarda tezgâhta…
Çağırdılar savaşta…
Bizim başımız hep ağrır!
Ne zaman olsa yastıkta…
Kayıt Tarihi : 2.6.2018 11:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
MAKAM-I AŞK KİTABINDAN...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!