Derinlere dalan gözlerin, okyanusun karanlık çocuğu,
Yüzeyde parlayan deniz kabuklarını unutmasın…
Balıkların fısıltısına kulak verirken,
Kumun üstünde titreyen ışığı da gör
Bir midyenin içinde saklı incinin sessiz çığlığı,
Dalgaların ezberlediği bir ninni gibi
Usulca kıyıya vuran.
Yıldızları sayan ellerin, göğün haritasını çizerken,
Yeryüzünde kırılan cam parçalarını da toplasın…
Evrenin sonsuzluğu kadar
Bir çocuğun düşüp kanayan dizine de
Bir ıhlamur çiçeği kadar narin dokunuşlar bırak
Ilık bir nefesle ısıtılmış mendil,
Zamanın yorgunluğunu silecek.
Felsefenin labirentinde kaybolan zihin,
Platon’un mağarasından çıkarken,
Kapının eşiğinde duran
Yarısı yenmiş bir elmayı da fark etsin…
Bilgelik, kökleri toprağa değmeyen ağaç kadar çürük,
Yaprakları düşerken bile
Toprak, düşüşün şiirini fısıldar.
En derin şiirler, gözyaşlarıyla yazılan,
Ama sokak lambasının titreyen ışığında
Dağılan dize kadar insan…
Ruhun dipsiz kuyusunda bir kova sallarken,
Kovanın ipini tutan avuçların terini de hatırla –
Her damla, bir umudun tuzuyla yoğrulmuş.
Derinlik, yüzeye vuran gölgenin sırrıdır belki de…
Kıyıda bir çocuk, denize taş atarken,
Her halka hem dibe hem göğe dokunur.
Unutma:
Dalgaların altında ne varsa,
Üstünde de aynı deniz var
Yüzeydeki köpük, derinlerin nefesi,
İncinin kabuğu, okyanusun kalbi.
Derin, yüzeyin aynasıdır;
Biri diğerine hayat verirken,
İkisi de aynı suyun hikâyesini taşır.
Bak, bir kum tanesiyle bir yıldız
Aynı ışığı yansıtıyor…
Biri göğe tutunur, biri toprağa,
Ama ikisi de muhtaçtır ışığa .
Kayıt Tarihi : 28.3.2025 12:07:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!