her şey değişiyor
ecel değişmiyor
ecelin olduğu yerde
her şey yarım değil midir zaten
burası eksiklikler alemi
insan boşuna çabalar tamamlamak için
ancak ölüm tamamlar
bütün eksiklikleri
biberonda bitmemiş bir süt
henüz kora dönüşmemiş bir ateş
renklerini açamadan
enkazla griye dönen bir çiçek
hiçbir zaman tamamlanamayan hayaller
varsın zulüm bütün dünyayı sarsın
varsın sevinçler de başka bahara kalsın
madem ölüm tek bir defa gelecek
o da neden Allah için olmasın
yalnız Allah için
ve ölüm
yalnız O’nun için olsun
bir huzursuzluk ki
adı çok eski zamanlarda konulmuş
el ayak çekilince
karanlık örtülere bürünerek
şehrin üzerine çarşaf gibi serilir
gecenin tedirginliği her gün batımının ardından
usulca çöktükten sonra
şehrin kavruk sokaklarında envai çeşit sinsilik
ve cahilliğine
ve cahillik ekleyerek
çoğalır durmadan gölgeler halinde
damsız evlerin
çığlıklarla örülü kerpiç duvarlarına yansıyan
gün doğumlarıyla varlığını devam ettiren
pörsümüş gölgeler
sorgulayıcı bir yalnızlığı
sarsıcı şüpheleri
için için besleyerek büyütür de
şirke bulanmış ulularının elinden
eziyetten
işkenceden
başka bir şey gelmez
derin uykuda şehir
sadece musab uyanık
ve asırlık ağaçlar gibi ayakta
çöl rüzgarlarının mihmandarlığında
sevinçle bekler kalbini süsleyecek sessizliği
cennet bahçelerinden esintiler yollayarak
tutkuyla
musabı bekler
ondan daha bakımlı
ondan daha zarif
başka kimse gösterilmezken
nimetler denizinde yüzen soylulardan
herhangi biri değildir musab
muştularla dolu
başka dünyanın ölümsüzlüğe açılan kapıları
musabı bekler
hayatın bütün zevkleri anlamsızca
yanı başında durur
gecenin ziyası
gündüzün aydınlığı
musabı bekler
bu keşmekeş
bu dağdağalı vakitlerde
bu çetin
bu sıkıntılı zamanların rahatsız günlerinde
süregelen hayatı allak bullak edecek
darmadağın hale getirecek
bir elçinin eteğine ilişmiştir musab
gözü ondan başkasını görmez
o emsalsiz inci tanesinin
dudaklarından dökülerek
kalbini besleyecek billur sözleri bekler
musabın hassas gönlüne nasıl bir ateş düşürmüştü ki
Allah’ın nuruyla parlayan ruhu
dünya hesabına ne varsa
her birinden teker teker
vazgeçirmişti musabı
şehrin en soylu
ve en zengin ailesinin biricik oğlu iken
göz kamaştıran şaşaalı dünyayı terk eder
kimse bir anlam veremez
garipler gibi yaşamasına
o eşsiz gül yapraklı yumuşak yüzüne
bir yağmur damlası gibi tutunarak
ebedi saadeti bekler musab
nimetler denizinde doğan
şatafatlı evlerde büyüyüp serpilen
ipek elbiseler giyinip
hoş kokular sürünen
şiirler okuyan
lezzetli sözler söyleyen musab
endamı biçimli
yakışıklıdır…
karanlığın yumuşak gölgesi
serin sularda dolaştıran heyecanı
dünyalara sığmazken
annesinin dudaklarının kıvrımlarına sinen
şiddete meyyal sözleri
yer gök kabul etmez
ey musab nereye gidersin böyle
varımı yoğumu uğruna feda ettiğim oğul
varını yoğunu bırakır da nereye gidersin
tanrılara söyleyin musab nereden gelir
merhametli yuvamız varken
nereyi yuva bilir musab
hangi yollarda dolaşır
ataları yolunu çizmişken
ey oğul
kimin elini tutarsın, ben elimi uzatmışken
benden yüz çevirip de kimin yüzüne bakarsın
canım sana feda iken
hangi bağı bahçeyi
hangi gülistan yerleri mesken edinir de
şimdiye değin görmediğim bir içtenlikte
gözlerimin içine bakar.
Allah ne
melek ne
vahiy ne
elçi ne
musabımı elimden alan
bu yol gösterici de kim
musab bir güzellik deryası
onun çehresini anlatmaya çaba sarf eden
çoğu genç kız
kelime yetiremez de
güzelliğin saf ruhuna sığınır
kulağına bir şeyler fısıldar mı diye
annesi ve babası umut ederken
musab Rabbine sığınır
annesi
onu sarmaşık gibi sarmalayan karanlığın eline
bırakmaya güç yetiremez
elçinin ardı sıra
hep dikenli yollar üstünde yürür de
her zaman Allah’a sığınır
musab
tan yeri gibi aydınlık
ve aydınlık haberler getirir musab
her yerde onun ismini duyarsınız
kuran okuyan ve okutan ilk onu bilirsiniz
her bir sahabenin aşkı gibi
Allah ve Peygamber aşkı
bambaşkadır musabın
onu tanıyanlar
onu zayıf bedenine geçirdiği
yamalı elbisesiyle gördüklerinde
gözyaşlarını tutamaz
başlarını öne eğer
musabı her gördüğünde
elçinin gözleri nemlenirdi
şimdiye dek benzerinin yaşanmadığı
kasvetli bir gündü
acı doluydu
müslümanların sancağını taşırken
vücudunu siper etmişken peygambere
bir kılıç darbesiyle kopardılar sağ elini
musab sancağı bırakmaz
aynı kılıcın sahibi aynı şiddetle
sol eline indirdi kılıcı
musab sancağı kata bırakmaz
kollarıyla göğsüne bastırarak
düşürmemeye çalıştı sancağı
musab ölür de sancağı bırakmaz
Musabın nurdan göğsüne
bir mızrak saplar
kılıçları sallayan o merhametsiz el
bir zamanlar en güzel elbiseler giyinen
en güzel yemekler yiyen
en güzel kokular sürünen
hiç kimsenin yakışıklılıkta
hiç kimsenin zarafette
hiç kimsenin iyi giyinmede geçemediği musab
Allah ve resulünün sevgisiyle
çöl kumlarının kızgınlığına yüz üstü uzandı kaldı
uhud
o zor günde
şehitler arasında
saçı başı dağınık ve kanlı kıyafetiyle
musabı yanındakilere göstererek
Ahzap suresinin 23. ayetini okudu peygamber
o an hüzün
yeri göğü kuşattı
‘müminlerden bir kısmı
Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler
kimileri onun yolunda can verdiler
kimileri de ecellerini bekliyorlar
vaatlerini asla değiştirmediler.’
şehit düştüğünde
musabı kefenlemek maksadıyla
arkasında bıraktığı alacalı bir kumaştan başka
bir şey bulamadılar
başını örttüler
ayakları açıkta kaldı
ayaklarını örttüler
başı açıkta kaldı
en sonunda baş tarafına
kefen yaptıkları kumaşı çektiler
ayaklarının üstüne
kokulu bir ot demeti yerleştirerek
öyle defnettiler
musabı
uzak çöllerin şairleri
musaba şiirler okur
peygamber zamanını
akla düşüren nefhaları
en seçkin kelimelerle
musabın şehadetini anlatır
uhudun siyah kayalıklarına bakarken
hep öyle
dağlanır sineler
ve sonra
hangisi olsa gölgesine sığınılacak
bir gümrah ağaca benzeyen
yetmiş şehit için
çöl kumlarının kan ıslaklığında kalmış yüzüne
gözyaşlarını dökerler
dört bir yan
hep öyle söyler bize
muştularla dolu başka dünyanın
ölümsüzlüğe açılan kapıları
musabı bekler
hayatın bütün zevkleri
anlamsızca durur yanı başında
gecenin ziyası
gündüzün aydınlığı
musabı bekler
redfer
İlyas KaplanKayıt Tarihi : 3.5.2025 00:29:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!