Sana biraz gün ışığı getirsem
gülümsemeye karıştırdığım
yalnızlıkla sürsem
geçmişi yüzüne...
ve
ilk dokunuşa kadar
Hayat korkanları bağışlamıyor. Yaşamın içinde, gerçekliğinde o kadar giz var ki. Çözemediğimiz için, başetmemiz, üstüne gidebilmemiz için, tüm zorlu koşulların sindirilmesi için. Hayır hayat korkaklığı bağışlamıyor, cesur olmayanları asla.
Bir zamanlar bir yerlerde okumuştum. Belleğimde yer eden bu sözler kimindi şimdi anımsamıyorum. Ama bir hayli etkilenmiştim. İlk anda sıradan gibi gözüken, oysa düşünüldüğünde derinliği keşfedilen bu cümle şöyleydi özetle “hayat iki tür insanı barındırıyor yüreğinde. Yaşayanlar ve yaşayanları seyredenler”. Yaşamın neresindeyiz, sahada mı, tribünlerde mi? . Sanırım cesur olanlar hayatın bahçesinde çiçekler biriktiriyorlar, dikiyorlar, kokluyorlar onları, topluyorlar ve yaşamlarının en kurak alanlarını süslüyorlar onlarla. Onların nadasa bıraktıkları toprakları var, hasat zamanları var. Tüm olumsuzlukların gözlerinin içine bakarak yürüyorlar korkunun yüreğine.
Yaşayanlar, aşkları olanlar ve ona layıkıyla sahip çıkanlardır. Onu yaşamasını bilenler, onun için emek verenlerdir. Onurlu bir yaşam felsefesiyle bir sevgiyi yüceltenler. Onlar yaralanıp berelenseler de acıyla tekrar doğrulup o aşkın yüreğine cesaretle dokunanlardır. Yaşayanlar, sevginin güzelliğine, sevgilinin gözündeki bir damla gözyaşına ve acıyla burkulduğu o çaresizliğe bulandığı anlara kıyamayanlardır. İlmek ilmek örülmüş emekte bir gül açtırmayı ve o gülü incitmeden, dağıtmadan özenle korumasını bilenlerdir. Sevgilinin uzattığı eli sımsıkı tutup bırakmayanlardır yaşayanlar. Bir aşkı sarıp sarmalayıp gecenin koynuna inançla teslim edenlerdir. İnsanla aşkla buluşanlardır, yalansız yani sahici. Sevgilinin mutlak sizi seven aşk dolu gözleriyle yüzleşerek, bir martının kanatlarında özgürlüğe süzülür gibi sonsuzlukla buluşan yürekli insanların işidir aşk. İnananların yani yaşayanların.
Yaşayanlar, sistemi sorgulayan, sebep sonuç ilişkisini irdeleyen, açlığı, emeğin sömürülüşünü, bir halka reva görülen çarpık düzene baş kaldıracak gücü kendilerinde bulanlar ve bu haksızlıklar dolu gidişe sınıfsal bir perspektiften bakabilenlerdir. Birey olma yolunda çok yol katetmiş, tüm dayatmalara hayır diyebilenlerdir. İnsan olma olgusundan dolayı zaten her şeyin en iyisini hakettiğini düşünenlerdir onlar. Cesurların verdiği savaşta elde edilen ödüller toplamı değil midir yaşamak? Elbette ustanın da dediği gibidir. “Bir orman gibi kardeşçe” el ele. Dininden, dilinden, farklı kültürlerin oluşturduğu halkların kardeşliğinden korkmadan yaşamak, sistemin baskılayıcı ve yok edici tüm unsurlarına karşı yiğitçe karşı durmak ve yanlışlıkların yüreğine doğru çıkılan uzun bir yürüyüştür elbette. Tüm bunları içselleştirmek ise bilinç işidir. “Yaşamak seçim hakkını kullanmak”sa, ona dair yaptığımız tüm seçimler de cesaretimizle doğru orantılıdır.
Düşünmeye değer. Neresindeyiz hayatın? Kıyısında bir köşeye ilişip, sessizce oturmak mı aslolan, yoksa hayatın tam yüreğine demirleyip, “hayır yaşayanım ben” demenin güzelliğini duyumsayabilmek mi? İnsani olan her şeyin en anlamlısıyla buluşmalıyız, çünkü biz buna layıkız. Ve yaşam bize en güzel haliyle sunmak zorunda kendisini dediğimizde yeşertiyoruz, bizi kuşatmak isteyen tüm kurak alanları.
Hayatın tribünlerinde oturup sadece izleyici olmayı haketmiyoruz. Biz yaşayanlarız.
Soğuk ve seher vakti ağaçların dallarından incecik bir hışırtıyla kayıp gitmiştin sen.Tüm rotatiflere objektiflerin uzun zaman oldu halen iğrenç kirleriyle nasıl akarsularla yıkanmadığına, yaralı bir ceylanı kanlar içinde görüp sırt çeviren sırtlanlara, hayel tacirlerine, aşk filmlerinin katil karıcalarına, deniz dibinde midye kabuklarının içinde gizli başlarıyla yalan balıklar düşüren olta uçlarına...
Bizi yalnız koyanlara, dünya denizinin ayakları dibinde onursuzluklarıyla sevgili aydınlığını bir çay bardağına süzüp içine çekenlere ve vesayrelerine...
Hep şaşkın, utanır, olamaz, gözleriyle baktın ömür boyu.Tüm gerçeğinle bilsem seni, gözlerinin sıcaklığı içimdeki kuraklığı sulamasa, , bunlara iğrendin, yüzlerine kusmamak için terk ettin, tek koydun da beni, akıp gittin mi sanacağım seni...
Oysa yüzümü çevirdiğimde dört yönümde, sekiz köşemde hep sıcacık gülüşün, bütün vakit kış ömürlerimde içimin sıcaklığı oldun sen.Kanayan yar dan yaralarımın, mavi üniformalı deniz giysinle her düşüşümde kocaman uçurumumda kanıma kan kattın.Tüm yaralarımı sen sardın.Uzun yolculuğuna dalıp gittiğinde gözlerin kadar uzun gezmelerden sıkılıp, bir gün sıkıp ıslak hayatını ve kurulayıp alıp tellerden, giyinip, kuşanıp tüm silahlarını alıp yanına, yüreğini ve gülüşlerini...
Dış kapıyı kapamayı balinın sırtında sessiz, sakin merhabanla bir gün gene geleceksin sen.Biliyorum!
Biliyorum da onun içindir hep ikimiz adına söz veriyorum dostlara.Ve ikimiz için adına suluyorum kapı önünde gelişine benden önce sevinecek ağaçları, tozlu yolları, çiçekleri...Ve ikimiz için duruşmalarda, savaş sonu antlaşmalarda, sigaramızın ateşine düşmanlık yapan rüzgara, kinle yağan yağmura, hep ikimiz için sanıkların hüküm giydirilmiş dört mevsim baharlarına avukatlık yapıyorum.Ve ikimiz için vizyondaki filmmimizin, kocaman balonuna iğne uçlu sopalarıyla, uzanmaya, dokunmaya çalışan, bizim gibi elleri, ayakları, gözleri olan(farkı biz görüyoruz) türdaşlarımıza karşı yani hep sıcacık tutuyorum gezegenimizde ki köşemizi.
Koparıp yıldızları gökyüzünden
geleceğe fırlatsak
alazında güneşin
sek sek oynasak
arada bir haylazca
bahçesinden güneşin
kendin için seviyorsun...
biliyorsun aslında tek kişilik bu dünya
söylediğim tüm yalanlar beni kandırdı oysa
küçük umutlar birikti
soldu
birleşmeden
Gülüşün hala mavi,
hüznün isyan kızılı mı?
aman,öyle kal!
ferman böyle...
öneri de...
Gençliğini yanlış bir cümle gibi ağzında çevirip duranlar... Ben sizin uykularınızdan bile kovduğunuz geçmişinizim...
Günahların güzel olduğu zamanlar çoktan bitti. Erken büyüdünüz; babanızdan çok daha erken. Ülkenizin aklını çabuk keşfettiniz. Her odasında tanıdıklarınız oturan,
sizi saydıkları bir sokağınız var. Çocuklarınız, adınızın gölgesinde mağrur büyüyor. ‘Adam olma’nın evcil gücünden bir gurursunuz çarşılarda. Görüp dokunmadığınız şeyler yok artık hayatınızda. Hayalin ve kuşkunun kırıcı yalnızlığından kurtuldunuz. Aşk bile imkânın alanında artık; karınız bütün kadınları bitirdi! Gazeteler, televizyonlar sizin düşündüklerinizi söylüyor. Susarak değer kazanmayı öğrendiniz. Eşyalardan bir zarafetiniz var. Sizi bir zamanlar kendi dışınıza çıkaran insanlar, birer bulantı cümlesi artık. Keder yok şarkılarınızda. Öyle kurtuldunuz ki kötü düşüncelerden, hiçbir haksızlık aklınızı karıştıramıyor. Bilgesiniz günlük konuşmalar içinde. Koronun özgürlüğüsünüz. Kitaplar çoktan sustu sizi. Hiçbir dalgınlığınız yok. Öfkeniz bile çekildi suçun alanlarından. Başkaları bitti. Şiddet, sizi küçük düşürmüyor. Tanrıdan, devletten ve tabiattan, kutsal doğrularınız var. Kendinizi sevmek için küçümseyerek yaşamayı öğrendiniz. Gençlik, o sorumsuzluk hâlâ, sizi doğrulayan. Gökyüzü yok. Su siyah. Ateş suç. Toprak aptal...
Yenilgisini yaşama bilgisi diye başımızın üstüne tutanlar... Ben sizin vazgeçtiklerinizi kutsayan günah Tanrınızım...
Kim uzağını yitirmişse ben azalıyorum. Susanlardan alıyor sözüm onurunu. Bütün hikâyem aralık kapılar. Beşiğim kirpikler hâlâ. Yüksek ses aşağılıyor beni.
Aklınız kalbimi boğuyor. Özgürlüğüm, bütün tutsakların özgürlüğü. Kalabalığınız öğretti yalnızlığın büyüklüğünü. Cevherim, vazgeçtikleriniz. Babamı ölümünden sonra yeniden doğurdum. Çocuklarım benden azade. Şarkılarım hâlâ ufuk sesi. Törenlerinizden uzak durarak sevdim başkalarını. Coğrafyam, alın kırışığı. Gücüm ve zayıflığım, harfler. Pişmanlıklarımı kutsayarak korudum kendimi. Secdenizi küçümsedim. Önünde eğilmek için, kumdan, gövdeye getirdim aşkı. Toprağı göğe eşitleyerek vardım barış düşüncesine. Bütün zamanları sahiplendim. Gözyaşından öğrendim denizin hayatını. Haritalarınız aptal. Sizden yapılmış bir ceza, Tanrınız ve devletiniz. Arkanızı döndükleriniz çevirdi beni sonsuzluk duygusuna. Unuttuklarınızın kalbiyim. O güzel suçuyum sokağınızın. Çocuklar ustam. Sizden hatırlıyım güneşin katında.
Ey gece sokaklarına sabahın resmini çizen
Ey gülüşün ve ayışığının gümüş çocuğu
Yaslana yolcusu artık uzun yürüyüşün
Ey sözleri halkının gerçeğini içeren..
Yağmur çürüttü o afişleri çoktandır
Bir suçlu gibi susturup renklerini
-Anlatılan geçmişler de...-
düşlenen yarınlar
anlatılan geçmiler kadar
uzak...
olsa da
kız-ma! kız...
Sesin kıvrılıp bittiği yerde
Islanıyor gözlerim(iz)
Demek ki sözcüklerimin bittiği yerlerdesin
Her tesadüf bir zorunluluktur
Ama seninle tanışmamız
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!