İki katlı ahşap bir evim vardı takvimlere sığmayan zamanın içinde; çok eskiydi,sabah gün ışıkları Antep işi beyaz perdelerimden gözlerime sızıyordu.Anlamıştım uyanma vaktinin geldiğini…ahşap sedir vardı sol yanımda bense yer döşeğinde iki büklüm yeni bir güneşe bakabilecek gücü bulmaya çabalıyordum.. geçici molanın bittiğini kalkıp perdeleri açmam gerektiğini biliyordum …seviyordum bu evi kaçışlarımın tek adresi kimsenin bilmediği …anlaşılamamanın yada anlatmak istememenin kaçışlarının adresi …kendine neler olduğunu bilmek yada bilmemek tıpkı olmak yada olmamak gibi …cam kırıkları vardı şehirdeki evimin odalarında oysa burası ne güzeldi kimseler yoktu…orada da kimseler yoktu, konuşuyordum orada kocaman konuşuyordum ama bir o kadar da suskundum suskunluğum en sonunda oda kapılarındaki buzlu camları dahi kırdı …hey sen deli yine bir taş attın da kör kuyuya alem çabalasın dursun çıkaracağım diye,hey sen deli ne alim paklar seni ne veli dedin durdun bazense gülmek için yada en azından gülümsemek için çabaladın uffff oofffff offffffff ve işte bitti cam kırıklarını temizlemek gerek ama bunun içinde okkalı bir yürek gerek …bırakalım şehirdeki gürültü evini ben buradayım şimdi ve şimdiyi değerlendirmeli evet işte perdeleri de açtık buyurun efendim güneş hoş geldiniz sefalar getirdiniz,ne arzu ederdiniz bu gün ışığının yardımı ile ne yapayım yok yok önce ayılmalıyım alt kata inip sonrada taş avluda ki kuyudan su çekeyim iyi fikirde kuyuya attığım taşların haddi hesabı yok inşallah su kalmıştır içinde…
kocaman nutuklar çeker insan bazen…işte o kocaman nutuklar bakarsın ki hiçbir anlam ifade etmemiş..bazense anlatır da anlatır kitaplar dolusu yaşam sunarsın insanlığın önüne ama önce kendi önüne koyar kendin yiyebiliyorsan paylaşmayı da istersin…paylaşmayı istemekte güç gerektirir ağzından çıkan o kocaman kelimelerden sorumlusundur artık yorulursun vermekten sonra stoklar sıfıra vurmuştur üretmeye gücün yetse o an kalkacak yapacaksın lakin …işte kocaman suskunluğun içindeyim anlatırım kah üstü kapalı kah açık anlamak anlaşılmak anlatamamak ve en sonunda anlatmaktan vazgeçmek susmak kocaman …ve bu suskunluğunda ise yakıştırmalara maruz kalırsın hey sen nerdesin? neden bitti? oysa biz almaya alışmıştık ama! ! hıı sen kesin depresyondasın… vah ki vah depresyon ne lüks bir duygu onu almaya benim param yetmez diye bağırmak gelir içinden vazgeçersin o an yine suskunluğun altınlarını toplamaya devam edersin… hııı sen beceremedin bakışları kıskançlıklarda cabası hissetmek ne acı.. ardından görürsün ki o an için acır bunca yıl onca emek onca anlatılan ve paylaşılanın yerinde yeller esiyor olduğun yerde mıhlanır kalırsın işte tam o an bir söz gelir aklına diline “ ne anlatırsan anlat anlattığın karşındakinin anladığı kadardır” vah ki vah konuştuğuna mı yanarsın şimdi sustuğuna mı …nerede kime ne kadarını eksik veya fazla verdim diye usunda ki eski konağa kaçarsın …
..
Alın teri;
Kazanca meşruiyet ve bereket kazandıran, nimete lezzet veren, kalbe huzur dolduran en büyük mutluluk kaynağıdır.
Hak edilmeyen kazanç, gayrı meşru ilişkiye; alın teri olmayan nimet, minnet ve hisset ile sıcak ve tuzsuz yemeğe; helal iş ve meşru kazanç yolunda düşünmeyen kafa yorulmayan beden, ürettiği stres ve depresyon ile çevresine mikrop yayarak rahatsızlık veren bataklığa benzer.
Haksız kazanç gasp, edilmiş alın terleri; ahı alınan mazlumların gözyaşı ile biriktirilen MAL, etrafına haset, kin ve nefret koku ve korkuları yayan çöplükten başka bir şey değildir.
..
Günümüzden yola çıkarak şöyle bir yorumda (bakış açısında) bulunabilirim: Bir düşünüp on adım atmak ve tam tersi olan on düşünüp bir adım atmak. Bir düşünüp on adım attıktan sonra insan on adımının on'unun da doğru olma ihtimalini zor telaffuz eder. Çünkü Tek bir alternatifi düşünerek hareket etmiştir ve on adımı kaldırabilecek bir doğruluk ihtimali çok azdır. On adımdan biri dahi yanlış atılmışsa ve geri dönüşü olmayan bir adımsa, insanı kahreden ve üzen bir durumsa zor kendine gelir ve günümüzde depresyon dediğimiz ve travma yaratacak sonuçlar getirebilir, sonu intihar dahi olabilir. Bu olasılık sadece bir adımın yanlış atılma sonucu olabilecek bir sonuç, ancak birden fazla adımın da yanlış atılabilme olasılığı da çok yüksektir ki sonuçları da çok daha kötü olabilir. Zaman durdurulmayacak ve geri alınmayacak dinamik (süregelen) bir şeydir. Ve attığımız adımlar çok önemlidir. o yüzden mantıklı olan ve daha az hata payı bırakan yolu seçmekte fayda vardır. on düşünüp bir adım atmak gibi. on düşünmek? Neyi kastediyoruz? On farklı bakış açısı mesela, ya da on farklı unsur veya on farklı sebep, sonucu on seçenek doğuracak bir durum belki. Düşünecek ve mantıklı ve doğruya en yakın olan seçeneği seçeceğiz. İnsan akıllı bir varlıktır, bunu düşünecek kadar da zihni yorması gerektiğini düşünüyorum. Dedim ya geri dönüşü olmazı zor hataları geriye alması da aynı zorlukta olacak ve çok fazla sıkıntı çekecektir, üzülecektir.
Bir kez daha düşünün ve kendinize sorun...
(13.09.2014)
..
Devrimleri Değil, İnsanlığı Öğrenmeye Çabalayacaksın; Aşkla! .
Engel çıkarsa yürüyüş yolunda; devirmeden ilerle aşk uğruna! .
Ben ağır depresyon yaşadım; devriklik, çok zordur insanlara! .
Güven vereceksin, güven duyacaksın ANADOLU SEVDALARI uğruna! .
Bir gün gelir; her insan, ayak bastığı toprağa kıymet verir! .
..
Gidişinle, evdeki cıvıltıların söndü.
Orkide goncaları, boyunlarını büktü.
Dost, bir köşede depresyon uykusuna göçtü.
Gelişine dek her şey, umut uykusuna çöktü...
Umut uykuları, düşlenenlere daldırır.
Kavuşma sevinçleri, gecelerce yaşanır!
..
Kedi, ruhumuz için sosyal yönden şifamız,
Kansere rest çeken o, hapımız, ilacımız…
Ne stres ne de depresyon onu kalben seversen,
Kolesterolün düşer onunla ilgilenirsen…
Onu izlerken bile mutluluğun artacak,
..
Akşama doğru bir hüzün sarar her yanımı.
Kararan hava hatırlatır bana yalnızlığımı.
Bir an önce isterim sabah olsun.
Sabah olur akşam olur ama sen yine yoksun
Kaldım bu şehirde her şeyden yoksun.
Param yok işim yok nasıl keyfim olsun.
..
HAYAT ENGELLİLER İÇİN ÇOK ACIMASIZ
Başlık ne kadarda iç burkucu Hayat engelli çocuklar için çok acımasız
Sözün bittiği, kelimelerin susa dönüştüğü bir başlık! Bu cümlede toplumun tamamı sorgulanıyor, yargılanıyor ve mahkeme ediliyor! Bir muhasebe tahlili başlıyor... Sonuç; Hayatı, engelli çocuklar için hepimiz ama hepimiz biraz daha zorlaştırıyoruz... Nedenler, nedenler, nedenler...
Bu ülkede tek taraflı seminerlere, sadece annelerin bulunduğu veli toplantılarına, desteksiz hasta tedavilerine her zaman hayır, hayır, hayır! Neden mi?
..
Zor günler;
“Zor günler, insanın dostlarını ayıklayabilmesi için var.”
Zor zamanlarınızda kimse yanınızda olmaz ve daha da kötüsü sizinle siz ilgilenmek zorunda kalırsınız. Mutlu olmak adına, mutsuzluğunuzu paylaşacak tek bir insan olmaz çevrenizde, işte bu yüzden de, kimseye güvenemeyeceğinizi anlarsınız. İçinizdeki sıkıntı sizi öylesine yorar ve öylesine çıkmazsa sürüklemeye çalışır ki, eğer tutunacak bir şeyleriniz yoksa da, dipte bulursunuz kendinizi. Sonra nemi olur? Hiç bir şey… Sadece yanınızda olduğunu söyleyenlerin, aslında yanınıza hiç gelmediklerini görürsünüz.Çünkü etrafınız hep yanındaymış gibi gözüküp, aslında hiç yanında olmayanlarla doludur. Mesela “Seni hiç kaybetmek istemiyorum” diyenlerin de, zor zamanlarınızda sizden bir bir gittiklerine şahit olursunuz. Sonbahar depresyonu dedikleri bu olsa gerek. Aslında depresyon değildir bu, bu sizin bir zamanlar değer verdiğiniz ve yalnızlıklarında yanında olduğunuz kişilerin, sizi bıraktıklarını içinize hazmedemediğiniz duygudur. İşte o zaman devreye şu söz girer. “Canları cehenneme…” Ama zordur bunu söylemek, çünkü alışık olmadığınız bir kelimeyi kalbinizden söylemek, söyleyebilmek, dilinize zor gelir. İşte o zaman sizi anlayacak ve içinizdeki her şeyi iki kelimeye sığdıracak bir kelimeyi alırsınız kalbinizin literatürüne. “Hadi Eyvallah…” Sizinle her şeyini paylaşan insanların, aslında sizden başkalarıyla da onları konuştuklarını bilirsiniz. Bu zamanlarız da siz, çok şeyler görürsünüz. Mesela yalnızlığı görürsünüz, mesela değer verip zaman ayırdığınız kişilerin, sizi sadece kullandıklarını görürsünüz. Daha bir çok şey görürsünüz. Bir kadının zor zamanlarında öyle her adam bulunmaz, mesela siz bulunursunuz, çünkü size göre kadın, koca bir şiirden ibarettir. Başkalarına göre de, başka şeyler. Kimse şiir yazan adamı sevmez, sadece yazdıklarında kendisinden bir şeyler bulursa, okur ve beğenir. Sadece budur, bundan fazlası değildir. İşte bu zor zamanlarınızı iyi değerlendirin ve kalbinizde size ağırlık verenleri temizleyin. Temizleyin ki, size gerçekten değer veren insanlara yer açılsın. O yüzden hak edenlere, “canı cehenneme” demekten ziyade, Ben gidiyorum senden, “hadi Eyvallah” demek daha iyidir. Ben gidiyorum senden, sizlerden. Hade Eyvallah...
..
Yaşadığımın bir anlamı yok sanki son günlerde. Hayat her gün yerine getirilmesi gereken bir vazife sanki. Ne tadı var, ne de adı. Bir günün diğerinden farklı olmasını geçtim. Günler ve onu kovalayan haftalar bile benzer oldu birbirine.
Pencereden bir damla ışığa bile tahammül edemez haldeyim. Depresyon uykuma sarılıyorum büyük bir şevkle. Çare onda sanıyorum. Sanki kalkınca herşey değişecekmiş gibi geliyor insana.
Kokusu sarmış odamı, dolu bıraktığım kül tablası..Zorla aralıyorum gözlerimi ve bir sigara daha yakıyorum!
..
Yaşadığımın bir anlamı yok sanki son günlerde. Hayat her gün yerine getirilmesi gereken bir vazife sanki. Ne tadı var, ne de adı. Bir günün diğerinden farklı olmasını geçtim. Günler ve onu kovalayan haftalar bile benzer oldu birbirine.
Pencereden bir damla ışığa bile tahammül edemez haldeyim. Depresyon uykuma sarılıyorum büyük bir şevkle. Çare onda sanıyorum. Sanki kalkınca herşey değişecekmiş gibi geliyor insana.
Kokusu sarmış odamı, dolu bıraktığım kül tablası..Zorla aralıyorum gözlerimi ve bir sigara daha yakıyorum!
..
Ne yüzsüz şey bu depresyon
Kapıdan kovuyorum, bacadan giriyor
“İstemiyorum seni” diyorum
Arsızca karşıma dikiliyor
Laftan anlamıyor
Sözden usanmıyor
..
Hayat öyle garip bir canavardır ki
Bazen mutluluk üstüne sevinç
Bazende üzüntü üstüne depresyon ve
Bazende küçük yasam mücizeleri üstüne
Kabus ve hüzünlü yasam sonu verir ve
Yine hayat öyle acımasız ki
Tüm acımasızlığın ve zalimliğin üzerine
..
38.
Depresyon belirtileri gösterdiğimde çevremdeki insanların bana sundukları kurtuluş reçeteleri;
Annem: İki rekat namaz kıl da yüreğin ferahlasın.
Babam: (Gıyabımda) Evlendiremedik gitti bu herifi olacağı bu işte, iyice tohuma kaçtı hıyar!
Murat: Siktiret hacı ya takma kafana hiçbir şeyi.
Berkant: O değil de n'olur bu akşam Liverpool maçı?
Kardeşim: Oğlum rapor al üç beş gün git dolaş bir yerlerde. Paran var pulun var mal oturuyon evde akşama kadar ondan sonra da kendi kendine bunalıyon tabi.
..
TOPLUMUMUZ VE İNSAN YAPIMIZ
Hayatımız pamuk ipliğine bağlı. Her an ölümle karşı karşıyayız. Ölüm bize ne uzak/ölüm bize ne yakın/ölümsüzlüğü tattık /bize ne yapsın ölüm’ diyen şairi anmak gerekecek burada. O da kanser gibi amansız bir hastalıktan ölmüştü. (Mehmet Akif İnan)
Bir yandan hastalıklar, diğer yandan toplumumuz için bir vakıa haline gelen intihar vakaları, öldürmeler hayatta kalmamızı oldukça zorlaştırmakta. Toplumu saran mutsuzluğun yol açtığı depresyon en büyük tehlike. Hayattan zevk almayan, alamayan toplum ne denli zenginleşirse zenginleşsin bir değer ifade etmiyor.
O halde ne yapmalıyız. Bunca yıldır dini değerlerin yozlaşması, hayatın alabildiğine maddileşmesi, insanların sözde inançlı ama özde maddeci bir kişiliğe düşmeleri her şeyi berbat eden bir durum. Ne denli ekonomik olanaklara kavuşursa kavuşsun mutlu olamıyor, yaşama sevincini hissedemiyor insan.
Her şeyiyle Batılaşmış, maddeci bir felsefeyle yaşamaya başlamış bir Müslüman toplum, adı ne denli Müslüman olursa olsun gerçekte maddeci bir kişiliktir, erdemden ve yardımlaşma duygusundan uzak bu kişilik yapısı kendi kendisinin canavarı haline gelebiliyor.
..
Ayçiçeği gibi
Güneşe söz kesmişim
Yazgına çiğdem damlat
Alnına karanfil sür
Yaşam her göçükte yinelerken demini
Toprağın bereketi gökte
..
Mutsuzum bugün
Her gün bulutlarda dolaşmaz ki insan!
Söz verdim kendime
Bir depresyon edineceğim en kestirme yoldan
..
Ne yüzsüz şey bu depresyon
Kapıdan kovuyorum, bacadan giriyor
“İstemiyorum seni” diyorum
Arsızca karşıma dikiliyor
Laftan anlamıyor
Sözden usanmıyor
..
Alın teri; Kazanca meşruiyet ve bereket kazandıran, nimete lezzet veren, kalbe huzur dolduran en büyük mutluluk kaynağıdır.
Hak edilmeyen kazanç, gayrı meşru ilişkiye, Alın teri olamayan nimet, minnet ve hisset ile sıcak ve tuzsuz yemeğe, helal kazanç yolunda düşünmeyen kafa, yorulmayan beden, ürettiği stres ve depresyon ile çevresine mikrop yayarak rahatsızlık veren bataklığa benzer.
Haksız kazanç, gasp edilmiş alın terleri, ahı alınan mazlumların gözyaşı ile biriktirilen MAL, layık olunmadan rüşvet veya torpil ile işgal edilen MAKAM etrafına pis ve iğrenç kokular yayan çöplükten başka bir şey değildir.
Helal ve insana yakışır ahlaki alanlardan çok, hayvani hazların doymak bilmeyen ihtirasları ile gurur ve kibrin yakıcı ateşine odun taşımaktan başka bir işe yaramaz.
..
“ Mektubunda, yazdıklarının ana fikri şu olsa gerek:
sanırım gönderdiğin hikayeyi yazan kişi, bardağın diğer tarafından bakarak vazgeçmekten bahsetmiş...evet, diğer bir bakış açısıyla hayat, bir vazgeçiştir aslında... ancak ben, böyle bir yorumu pek sevmiyorum...seçimdir diyorum... özünde aynı bile olsa söylenenler... ancak seçimlerde, pişmanlığa yer yoktur.olmamalı da...zira böyle bir lüksün olmadığını ve olmaması gerektiğini düşünüyorum...aksi taktirde, kendine acımalar ve acındırmalar beraberinde gelir ki bu, bir insanın diğer bir insana taşıtmak için, içine girdiği nafile çabadır...özetle, hayatta en zor olan insan etini taşımaktır...bu yüzden vazgeçiş ya da seçimlerde pişmanlığın yeri yoktur...sadece ders çıkarmak vardır...ve böyle de olmalı…” gün gelir sevilir…damarların sökülürcesine seversin…evlenirsin.tabii bu görece şanslı azınlık için geçerli… diğerlerinin vehameti zaten malum ya da evlenmezsin ne bileyim…ama yaşarsın… Umuda, mutluluğa dair her şey. Zaman geçer, alışkanlıklar mıdır yoksa, dost olmadan sevgili olmaya kalkmanın “dayanılmaz hafifliği midir” bilinmez; iyi bir depresyon için en sağlıklı yatırımı yaparsın.Biriktirirsin farkında olmadan, fark ettiğinde ise, yaptığın yatırımın geri dönüşünü izlersin önce, çaresiz… acıtır…ve günün sonunda umduğundan çok daha fazla incinirsin… hafiflemeyi umarken. Ardından, yeni sevdalara yelken açarsın.Ama, etini doyurursun sadece ve o, her son çığlığında, eksildiğini hissedersin biraz…sevgiyi arayan, sevgisiz sevişmelerin eşliğinde… sonra, yaşanmışlıklarının erdemiyle(!)
“Bir kadınla erkeğin ilişkisi, trapez gösterisi gibi olmalı trapezin birinde duygusallık… bir diğerinde ise cinsellik…ve bunların harmonisidir insanları birbirine bağlayan…ancak, bu iki cambazı destekleyen bir ağ olmazsa o güzel gösteri ölümcül bi hal alabilir…ve gösteri trajedi ile bitebilir…işte bu ağın adı da dostluktur.bu yüzden ten ve duygu patlamasıyla başlayan bir ilişkinin acı ya da tatlı bitişinde o ağın varlığını sorgulamak gerekir…bu ağ belki ilişkinin bitmesini engelleyemez ama, çirkefinin çıkmasını engeller en azından…” dersin… dersin de… ölümün başlamıştır aslında o an fark etmezsin…
ölüm ağırdır....ölüm soğuk ve özellikle böylesi durumlarda bir anda gelmez ölüm..gelişini hissettirir...ancak...tıpkı etrafı kurtlarla çevrili bir ceylanın kaba etleri ağır ağır kurtlar tarafından yenirken geviş getirmesi gibi..paralize olur bazen insan...hissetmez...ya da hissetmek istemez bu ölümün kokusunu duymayı...ta ki...ölene kadar...ve o....son günden bir gün sonra...anlar yitirdiklerini ki...o an...geçmiş olsun anıdır...işte bu noktadan sonra insan yapmaya başlar kendine ne yaparsa...pişmanlık...öfke...boşvermişlik...açlık... intikam duygusu...kullanma isteği....ödediği faturaların acısını çıkarmak istercesine..ve hep...yeni adisyonlar açar başkalarına fatura etmek üzere... çünkü...canı yanmıştır....hem de çok...zira adalet sağlanmalıdır...duygusal mastürbasyonların eşliğinde.... oysa ki, içinde bulunduğu ortama..etrafına..etrafındaki insanlara çeşitli anlamlar yükler insan...ki bu da insan olmanın doğal bir sonucudur...ve işte bu noktada ayrışımlar başlar...neye? ..kime? ...ne kadar? ...anlam yükleneceği...ve yüklenir anlamlar...taşınması istenir karşı taraftan...karşı taraf ise ses etmez öncelikle hoşnuttur zira bu yükten...taşırım zanneder...ancak...zaman içinde bu yük taşınmaz olur...dizler titrer...öte yanda...bir yük daha bindirilir...sonra biri daha...zira anlamlar...artık yük olmuştur...taşıyana...çünkü kendi yaşam alanının daraldığını izler önceleri sessizce...oysa ki anlam yükleyen fark etmez...edemez...nasıl da yük haline geldiğini göremez...kapalıdır gözler ve görmek istediği pencereden bakar....fırtına öncesi sessizlik bulutları yaklaşmaktadır oysa ki diğer pencerede sinsice....neden sonra....bulutlar boşaltmak ister biriktirdiklerini...ve....boşaltırlar pervasızca....kaçışır insanlar panik halinde...gözlerde şaşkınlık...sevincin yitişi...izlenir travma halinde... son çırpınışlar kar etmez...ve...hayal kırıklıkları kol gezer caddelerde... amansız devriye nöbetleri...histeri krizleri...
..