Bir çift göz yol bekler. Bekle, belki Vatan gelir o yolla. Sen gidemiyorsun götüren de yok. Kendin burda olsan da yüreğin ordadır. Alışamıyrosun asfalt yolun sıcağına, zavod borularının duman kokusuna. Köyün ahır kokusu, ot, saman karışık kokusu bir başka oluyor. Alışamıyorsun şehrin çokkatlı binalarına, gökdelenlerine. O gökdelene bakarken sana öyle geliyor ki, dünyanın sonudur. Düşünüyorsun: kaç köyün insanı yerleşir bu gökdelenlerin birine. Eh böyle olsa ne fayda, köyün yerini doldurmaz ki. Bahçe yerine balkona çıkarsın, yüreğin düşer gökdelenin dibine. Düşlerinden uyanıp adam bekler gibi bakan, gökdelenin pencere gözlerine bakarsın. Yüreğinde acırsın adamsız, tenha odalara. Odalar yetim çocuklar gibi sessizdir. Evler adam bekler, adamlar ev hasretinde. Adamsız evler çox yaşamaz, ölür derler. Köyünüzdeki evinizi hatırlarsın. Yüz böylesi gökdelene, vermezdin, peşkeş çektiler düşmana. Şimdi burada küşücük bir odada yaşıyorsun. Dokuz kişilik aileden geriye kalan dört kişiyle beraber. Dört kişinin de yüreğinde Vatan tadı kalmamış. Şimdi Vatan dediğin o obada adı hiç bir yerde yazılmamış şehitlerin ruhu gezer. Esir düşen köyün, şehrin toprağı ağlar o yerde. Sense içine akıtmışsın göz yaşını, gözü tutulmuş ırmak gibi dolup öyle kala kalmışsın.
Köyünüzdeki ırmak geler gözlerinin önüne. Onun suyu gibi bumbuz soğuk gizilti geçer canından. Vatan giziltisi, Vatan ağrısı. Ağrını hafifletmek için benzin karışık havanı çekersin ciğerine... çekersin... köy havasının yerini vermez. Teselli ararsın kendine, çadırda yaşayan amcanın oğlu geler aklına. Onun da durumu seninkinden iyi degil. Yaşadığı çadırı yazda gün yakıp kavurur, kışda yağmur, kar vurur.Evinin kapısını külekler çalar zamanında müsafirperver amcaoğlunun. Hayal kurarsın: “kaç gökdelen kifayet eder çadır köylerini yerleşdirmek için? ”-düşlerinden uyanıp kendi-kendine gülersin. Sonra evi olmadığı için evlenemeyen torunun geler aklına. Oğlunun oğlu bir kız hasretinde, bir kız parmağı yüzük hasretinde. İçini çekip yine etrafa bir nazar salarsın. Sıcaktan nefesin kesiler. Ağaç olmadığından duvarın gölgesine sığınarsın, yüreğine sığındığın gibi. Yine gözlerin yol çeker, düşünersin... düşünersin ki, gölgesinde oturup dinlendiğin bahçenizdeki dut ağacının da gözleri yol çeker, gidenleri bekler şimdi.
Hatırlarsan eğer, şehre geldiğin günden kaç sene geçmesine bakmayarak, ilk defa derdini götürüp sahile gitmek istemiştin.Köyünüzden akan dağ çayını özlemiştin. Dum-duru suyunun altında küçücük taşını bile ezbere bildiğin dağ çayı. Denizin kenarına çatdığında hayretten gözlerin büyümüştü. Denizin sahili yoktu! Adamlar almıştı sahili denizin elinden. Her taraf asfalttı. Demir meheccerle sahili denizden ayırmışlardı. Deniz de o gün isyan ediyordu. Uzaktan gelip demir mehecceri silleleyen dalgalar yine aciz-aciz geri çekiliyordu. Asfaltın üstüne dökülen damlaları denizin göz yaşına benzettin. Baktın... baktın... yıllardan bu yana boğazına tıkanıp düyümlü kalmış, seni kahr eden göz yaşlarından bir çif bulağın gozü açıldı. Gözlerin dalgalandı deniz gibi, yanaklarından aşağı yuvarlandı göz yaşların. Kimsenin görmediği, göremediği göz yaşını denize akıttın.
Deniz ağladı...Sen ağladın... yüreğin boşalana kadar. “Krad” patlarken eviniz şehit olduğunda, bahçedeki dut ağacının budakları kırılıp da sakat olduğunda, yakınlarını kayb ettiğinde ağladığını kimse görmemişti, aylarca, yıllarca susmuştun. O gün ilk defa derdini denize söyledin, sessizce, konuşmadan. Deniz anladı seni, deniz ağladı seni. Çınqılı, kumuyla asfaltın altında esir alınmış sahil duymadı onun ağladığını. Sen ağladın. Esir alınan yurdun duymadı seni. Sen ağladın... deniz ağladı... deniz ağladı...sen ağladın...
24.07.2008. Bakı
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...