Dayak kaçınılmazdır,
Suskun kalırsan dayak yemezsin diye öğretilmişti.
Susmak itaat etmektir denilmişti.
Çocuk yaştan beri anasının, babasının dediklerini öğrenmişti.
Onlar ne diyorsa onları uyguluyordu.
Yaşamın zorluklarından, zımparalarından kurtuluyordu.
Ona senden güçlü birini görürsen sana vursa, yıkıl yere, yandım Allah diye bağır, dayağı keserler diyorlardı.
Böylece lan ben neymişim der dayağı atan.
Gücünü koruduğunu kanıtlardı.
Seni de kulum, kölesi zanneder diyorlardı.
Hele senden fizik olarak zayıfsa, sıska ise, çelimsiz ise gururlanır, sağındakini solundakini etkilediğini düşünür çalımla dayağı atar ayrılırdı.
Diğer dayak yiyecekleri de, sıra kendilerine ne zaman gelecek diye korkuyla yaşatırlardı.
Yaşam dayak atanlarla, dayak yiyenlerden ibaretti.
Yaşam korkarak sürünüp gitmekti.
Ama sen direnirsen o vurdukça daha bir sinirlenirdi diye öğretmişti, dayaklarla bir ömrü geçmiş babası.
Dayak yemişti ama çoluk çocuğunu aç, susuz bırakmamıştı.
Şükür edeceksindi Allah’a ne kadar az dayak yedim diye.
Dayak yiyip direndikçe, sinirlendirdikçe sen dayak yemeye devam edersindi.
Hele de bir kolunu tutarsan güce karşı gelmiş olurdun.
Bu da yanlış anlaşılırdı.
Otoriteye nasıl karşı gelinirdi.
Sen karşı gelirsen, o karşı gelirse, dayakçı sistem nasıl sürdürülürdü.
İşini geleceğini kaybedersin diye belletilmişti.
Oda dayaklardan bir yumrukla kurtuluyordu.
Hafif sıyrıklarla yaşamı kotarıyordu.
Gittikçede babasına benziyordu.
Yanında, sağında, solunda direnenleri görüyordu.
Direnenler daha da bir dayak yiyordu.
Kolları kanatları kırılıyordu.
Direnme sembolü, işaretleri olan dayaklarının izlerini taşıyorlardı.
Ne iş buluyorlardı.
Ne da aş.
Ne de eş.
Ne de arkadaş.
Direnenler, büyük dayakçı kitleler tarafından terk ediliyordu.
Yalnız kalıyorlardı yanağa kalkan elleri tutanlar.
O oyunu öğrenmişti.
Bir gün kendini yere attı.
Güçlü diren diyorum sana diyordu.
Diren.
Bozma endamını.
Koru kendini.
Atma kendini yere diyordu.
Bağırıyordu.
Yeri göğü inletiyordu.
Bizim ki ise anadan babadan ne görmüşse onu uyguluyordu.
Ama bu sefer başka bir dayakçı vardı.
Yere atmakla kurtaramıyordu kendini.
Benim ki ise yetim büyümüştü.
İlk yaşam dayağını görüyordu.
Demek ki ne idi.
Dayağı atanı memnun edeceksindi.
O vurdukça endamını bozmayacaksındı.
Oda dayak attıkça mutlu memnun olacak, eli acıdığında dayağı bitirecekti.
Günler geçti.
Bir gün yine güç geldi.
Bir bahane uyduruldu.
Dayağa başlandı.
Arkadaşı attı kendini yere.
Güç doymamıştı dayağa.
Güç başladı.
Bizimkine vurmaya.
Bizim ki, endamını bozmuyordu.
Kendisinden otuz santim kısa, çelimsiz, göbeği düşecekmiş gibi duran, göbeği kemerle tutulan güç dayak yiyen yıkılmadıkça bizimkine vuruyordu.
Bizimki ulan diyor.
Endamı da bozmadık ama.
Bu ne iştir dedikçe.
Ağzı burnu kan içinde kalıyordu.
Canı acıyordu.
Biraz daha dayak yese ölecekti belki de.
Sonra artık hali kalmayınca anam yandım dedi attı kendini yere.
Dayağı atan, ulan yine devirdim iki metre adamı dedi ellerini kemerine soktu, paltosunu sırtına attı.
Gururla ayrıldı.
Gücünü koruduğunu gösterdi.
Bizimki, şaşa kalmıştı.
Endamı bozsan da dayak yiyordun.
Bozmasan da.
‘’eti senin, kemiği benim anlayışını sürdüren herkese’’
E.tbp. alb. İlhami Şenol.
Kayıt Tarihi : 31.3.2011 11:22:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İlhami Şenol](https://www.antoloji.com/i/siir/2011/03/31/dayak-kacinilmazdir.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!