Ölümle beni yenemezsin be canım, yenemezsin…
Ben seni tanıdığım gün ölmüşüm zaten de farkında değilmişim… Yaşayan ve mutlu yaşayan ve öyle sanan, yaşayan bir ölüymüşüm…
Sen gittikten sonra acıları tatmışım…
İşte o zaman öldüğünü anlayan bir ruh kalmışım ben…
Söyler misin bu nasıl ölmek?
Hani insan bir kere ölürmüş be can…
Bunda da mı yalan söyledin?
Ne güzel de bilmişsin benim ne çabuk öleceğimi…
Öyle bir beden, kırık dökük bir ruh bıraktın ki bende, ben, sen gittikten sonra öğrendim, seni tanımakla acılara adım attığımı…
Sana kızamıyorum biliyor musun şimdi kabahat benim. Sevmekle yok oluşa zaten adım atıyormuş bazen insan…
Neresi boş, neresi dolu bu senlilik yaşantım…
Nerden bilebilirdim sevgiye yenileceğimi…
Dalı dikenli bir gül benim yaşamım…
nereye gittiysem,
nereden geldiysem,
nerede biraz kaldıysam,
hep sana dönüyormuşum… Hep kendimi kendimle kanatıyormuşum…
Yazmayacağım seni diyorum, ama olmuyor, olmuyor…
Bitmiyor sana söylemek istediklerim…
Yıllar yılları ardında bıraktı, bak yine de bitmiyor…
Hoş sen varken de bitmiyordu birbirimize söylediklerimiz…
Sen o zamanlar hep ağlardın… Bense sen ağlıyorsun diye ağlardım…
İkimizin bir yamalı ceketimiz vardı. Bir ucunu sen diker, ben tutar, bir ucunu ben diker sen tutardın…
Tamamlardık ikimiz bir olup tamamlanamayacakları…
Sanki bir imeceydi bu…
Simidin ortasından böler sana verirdim, sonra benim hissemi tekrar böler sana verirdim…
Sende kendi hisseni bana verir tamamlanırdık birbirimizde…
Ne günlermiş onlar…
Keşke saatler geri geri çalışsa da O günleri, şikayet ettiğimiz O günleri tekrar yaşasak…
Geç be güzelim geç, karpuzumuz çatladı, bir kere içi dışına karıştı…
Sen beni öldürmek için ne lazımsa yaptın… Elin kanadı kanını bana sıçrattın…
Biliyor musun sen de bende yok oldun ama yongalarını bir türlü toplayamıyorum…
Gövdelerimiz çürüdü,
ruhlarımız büzüldü,
kanımızın rengi değişti,
gözlerimizden karartılarımız kayboldu…
Bir birimizde güç deneyemiyoruz… İntikam hislerimizi bizden önce gömdük…
Duramıyoruz artık yerimizde, bitiremiyoruz bu kendi kendimize devinimizi…
Kendimizi eziyoruz, kendimize gülemiyoruz…
Aynadaki aksimize tükürüyoruz, bitiyoruz be can bitiyoruz… Belki de bittik de birbirimize diyemiyoruz, zorluyoruz kendimizi… Bu öyküyü bitirmek istiyoruz ama bitmiyor…
Ağaçla çatırdıyor yıllarla bedenlerinden… Biz gümbürtüye gidiyoruz…
Ben yorgunum…
Yoruldum ben…
Senden ses seda çıkmıyor,
yoksa,
sen,
çoktan mı bittin…
Yaşam be can...
Kaç can doğdu…
Kuşların yumurtaları çatladı…
Bizim bakışlarımız değişti…
Soğuk kış donması oldu bedenimiz…
Kendi kendimizle kavga eder olduk…
Belki de hayatı sevmiyoruz…
Bak yeni yeni filimler çıkıyor, diziler falan oluyor televizyonlarda, haberimiz olmuyor. Düşmüşük kendi derdimize, sisten haberimiz yok, bu hayat küfleniyor be can…
Sen bana sevgilim “bi tanem” derdin, duyulmaz oldu bu sesler, boş ver be can…
Hayat sürtelaş gidiyor, biz de bir yerlere gidiyoruz…
İşte…
Neden yazıyorum ki bunları,
bu gün seninle gittiğimiz parktaydım, gözlerim buğulandı, simit de orada aklıma geldi. Boş ver yeme dedim kendime.
Kuru kuruya geçiyor bu yaşam…
Boş ver be can boş ver…
Hayat yanık kokuyor…
Biz bitmişik…
Hata yaptın, ittin beni bir kere, itildim ben…
Sen sevenin sevilene nasıl baktığını bilir misin?
Islak bir yol bu sadece kayıyoruz…
Geçmiş ışıkları sönmüş bir deniz feneri…
Hayatı yaşamak güzel, yaşamak için bana bir şeyler söyle…
Sana verdiğim değerin fazla olduğunu söyle bana…
Bazen bir insanı sevdikçe sevesin gelir.
Bazen de nefret çıkar ön plana.
Şaşırır kalır düşüncelerde insan…
Kararsız bakışlar savurur kendi kendine…
Kendini göremediği bir su birikintisine aynaymış gibi bakar…
Ve
Konuşur kendiyle ben buyum işte diye, ben buyum…
Bir şeye benzetemez kendini, bir şeyler söyler, saçmasapan, kendi kendini tanıyamaz, küfredemez, eğilemez…
Dökülemez kendiyle kendine,
sevdikçe seversin,
sevdikçe bağlanırsın,
sevdikçe sesin değişir,
boğuk sesler,
buğulanmış gözler,
yaş akıtmak ister, dişlerini sıkarsın, dökünemezsin…
Seversin işte, seversin dersin, feda edilmek istersin…
Şaşkınlığın pürtelaşa dönüşür…
Kendini alev çemberinde akrep sanırsın, kuyruğun dik ve sivri, son çarenin ne olduğunu bile anlayamazsın…
Nefreti aklına bile getiremezsin ve yıllar geçer, geçen yıllar eskitmiştir seni, dönüp arkana bile bakamazsın, sadece çaresizlik bu, seversin işte… Bir de sevdim dersin, bu güne dönersin sorularla ve utanırsın boynu büküklüğünden, çaresizliğinden…
Sadece yapmam gerekeni yaptım ben, içim acıyla dolu ama rahatım dipsiz yüreğimde dersin…
Ayırırsın gözlerini su birikintisindeki görüntünden…
Sevdim işte dersin utanmadan… Arlıca…
Arsızları düşünürsün, işte o zaman çökersin diz üstü toprağı yumruklamaya…
Hani heptik…
Hani biz ikimiz tektik…
Diye,
hesaba düşersin ki, bu çöküşündür aslında…
Bir trenin düdük sesiyle irkilirsin… Bakar kalırsın buhar çıkan tekerleklerin ardından. Sanki geçmişini tekrar görürsün O buhar yoğunluğunun içinde…
“Sevmiştim işte” dersin…
Ve
bir ambulans geçer, sireniyle tekrar irkilirsin…
Ambulans sesinin ardına takılır gittikçe uzaklaşan dünlerin…
O an ki hızla…
Bu yollar benim hep geçtiğim yollar dersin…
Sevmiştim işte bunun hesabı yok dersin…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 30.12.2009 10:00:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

GÜÇLÜ KALEMİ KUTLARIM...
SELAMLARIMLA..
MUTLU YILLARA.....
namık cem
Bir o kadar da isyan var sözcüklere sığmayan...
seni duymak, duyumsamak?
ne demekse, yüreğinden hissetmek hepsini,
derinden, bir yerlerden.
ürkünce kaçmayan bir kuş sesini vermek,
yanınca kararmayan başağı sevmek mi?
her baktığında şaşı gözlere kalmak,
yani çift görmek mi yüreği?
oysa dönüp, elini tutmak ne kolay,
düşmek diline belki, şakımak alabildiğine
ama bu değil ki sevdâ, yâr kıymetini bilmek,
böylece huzur mu bulur bir yürek?
Diyesim geldi size..
Teşekkürler paylaşımınız adına.
TÜM YORUMLAR (5)