33. Oyun
AKIL DAĞITILIRKEN
SEN NEREDEYDİN?
15 Mart Tüketici Hakları Günü –
21 Eylül Dünya Barış Günü için
Çocuk Oyunu
FEVZİ GÜNENÇ
Bu oyunda kimler var?
KELOĞLAN’IN ANNESİ:
KELOĞLAN’IN BABASI:
KELOĞLAN:
TAVUK ANNE İLE CİVCİVLERİ
MUHAFIZBAŞI:
TERZİBAŞI:
BEY:
MARKETÇİ:
AAA BANKACISI:
BEE BANKACISI:
CEE BANKACISI:
MARİYA CEP TELEFONCUSU:
GURKSEL CEP TELEFONCUSU:
MODASON CEP TELEFONCUSU:
GLUGLU TELEFONCUSU:
SİLAHÇI:
DEKOR: Çarşı. Dükkanlar. Her dükkanın üstünde TERZİ, SİLAHÇI, SÜPERMARKET, BİLGİSAYARCI, CEP TELEFONCU gibi levhalar.
BİR TAVUK SAHNEDE DOLAŞMAKTA, ARADA BİR BAŞINI YERE EĞEREK YEM GAGALAMAKTADIR. ÜÇ BEŞ CİVCİİ ONUN PEŞİ SIRA GİDER, ONU TAKLİT EDER.
KELOĞLANLA ANNESİ KONUŞARAK SAHNE BOYUNCA GİDER GELİR.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Oğlum, Keloğlan….
KELOĞLAN:
Buyur ana?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Ne olacak senin bu halin?
KELOĞLAN:
Halimde ne var ki anne?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Oğlum, sen hiçbir işin ucundan tatmayacak mısın?
KELOĞLAN:
Zaten hep ucundan tutuyorum ya işlerin, ana.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Bir defa da tuttuğun işe şöyle iyice sarılsan…
KELOĞLANIN ANNESİ:
Nasıl yani?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Girdiğin bir işte karar kılsan. O işi sürdürsen. Çırakken kalfa olsan. Kalfayken usta olsan.
KELOĞLAN:
Doğrudan usta olsam daha iyi değil mi ana?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Sanat öğrenilmeden usta olunur mu oğlum?
KELOĞLAN:
Ben çok akıllıyım ya… Çabucak öğreniyorum.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Neyin akıllısısın be oğlum? Akılsızım desene şuna.
KELOĞLAN: Akılsızım anne.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Aferin. Sonunda doğru bir şey söyledin. Bir şey daha söylesene be oğlum.
KELOĞLAN: Ne söyleyeyim ana?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Akıl dağıtılırken sen nedeydin?
KELOĞLAN:
Ne bileyim? Arkadaşlarla saklambaç oynuyordum herhalde.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Doğrudur… Öyle bir saklanmışsın ki, akıl dağıtan bile bulamamış seni. Aklın olmasa da canın bedenin yerinde. Akılsız da olsan bir işe girebilirsin.
KELOĞLAN’IN BABASI: (Sahneye girer. Yanlarına gelir.)
Bırak şununla uğraşmayı hanım. Adam olamaz bizim bu kel oğlumuz…
KELOĞLAN:
Baba… Sen de mi?
KELOĞLAN’IN BABASI:
Ben de ya! Olabilir misin peki? Kendin söyle.
KELOĞLAN:
Olabilirim elbette. Beni çok üzdün anne. Beni çok üzdüm baba. Göreceksiniz… Akılsız olmadığımı kanıtlayacağım size. Adam olduğumu kanıtlayacağım size.
KELOĞLAN’IN BABASI:
Haydi, oradan sen de… Adam olmak kim, sen kim?
KELOĞLAN:
Görürsünüz siz.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Görelim bakalım. Şu çarşıdaki dükkanlardan birine gir, çalış. Akşam eve hayırlı haberle gel.
KELOĞLAN:
Olur anne “Hayır”lı haberle gelirim.
KELOĞLAN’IN BABASI:
Hah hah hah… Hayırlı haberle gelecekmiş…
KELOĞLAN:
En çok da sen göreceksin baba…
KELOĞLAN’IN BABASI:
Hah hah ha…
KELOĞLANIN ANNESİ:
Biz gidiyoruz. (Keloğlan’ın babasına) Haydi Kel babası. Gidelim biz.
KELOĞLAN:
Tamam anne. Gidin. Ben yapacağımı biliyorum.
KELOĞLANIN ANNESİYLE BABASI ÇIKAR.
MUHAFIZ: (Telaşla girer.) Savulun savulun, yol açın!
TAVUKLA CİVCİVLERİ TELAŞLA KANAT ÇIRPARAK SAĞA GOLA KAÇIŞIR.
KELOĞLAN: (Bir köşeye saklanıp olacakları izler.)
BEY: (Sert tavırlarla girer. Terzinin önünde durur.)
MUHAFIZ: (Bağırır.)
Terzibaşı! Terzibaşı! Tezilerin başı! ..
TERZİBAŞI: (Telaşla dükkânından çıkar.)
Buyur Muhafızbaşı.
MUHAFIZ:
Gözlerini aç da bak, kim gelmiş?
TERZİBAŞI: (Meraklı) Kim gelmiş, kim gelmiş? .. (Sahte bir coşkuyla) Öyle biri gelmiş ki… Ay desem değil, güneş desem değil… Daha da parlak! Bu nasıl bir ışık Tanrım! Gözlerimi kamaştırıyor.
BEY:
Bırak yağcılığı Terzibaşı.
TERZİBAŞI:
Bıraktım Sayın Büyüğüm.
BEY:
Hazırladın mı benim payımı?
TERZİBAŞI:
Hazırlamaz olur muyum Sayın Büyüğüm? (Kuşağından çıkartıp kese dolusu parayı uzatır.)
BEY: (Keseyi eliyle tartılar.)
Hımmm… Bu az. Bu yetmez. Daha fazla olmalı.
TERZİBAŞI:
Daha fazlası zor beyim. Hem vergi veriyorum, hem size pay ayrıyorum…
BEY:
Cebinden mi çıkıyor kerata? Halkın cebinden aşırıyorsun.
TERZİBAŞI:
Öyle de beyim, müşteriler de mızmızlanmaya başladılar artık.
BEY:
Neden mızmızlanıyorlarmış.
TERZİBAŞI:
Ben bu ülkede elbise dikim fiyatını, başka yerlere göre en az on katına çıkarttım. Siz emrettiniz ben yükselttim, siz emrettiniz, ben yükselttim. Artık olar da mızmızlanmalarını yükseltemeye başladılar.
BEY:
Sen onlara bakma. Bir iki mızmızlanırlar, sonra yine senin istediğin payı verirler. Beyin emri bu dedin mi akan sular durur.
TERZİBAŞI:
Tamam beyim. Baş üstüne beyim. Ben onlara bakmam beyim…
BEY:
Ben gidiyorum. Bir daha geldiğinde bu keseyi daha ağır bulmalıyım.
TERZİBAŞI:
Tamam beyim. Kesenizi daha ağır bulacaksınız. Ben de fiyatları bir kaat daha artıracağım beyim. Ömrünüz uzun olsun beyim. “Zam yap, fiyat artır” diyen dilleriniz bal olsun beyim. Allah ne muradınız varsa versin beyim. Allah belanızı versin beyim!
BEY:
Ne! Ne dedin? .. Sen, ne dedin?
TERZİBAŞI:
Allah tuttuğunuzu altın etsin dedim, beyim.
BEY:
Ha… (Memnun) Peki, etsin bakalım. (Muhafıza) Gidiyoruz Muhafızbaşı.
Muhafızbaşı: (Bağırır.)
Yol açın! Yol açın, Bey geliyor! ..
TERZİBAŞI: (Güler)
Hık mık ediyorum ama aslında bu işte ben de kazançlı oluyorum. Her zamda, artırdığım fazla paranın yarısı da bana kalıyor.
KELOĞLAN:
Hımmmm… Zalim Beyle işbirliği ha! İşbirliği yapıp halkı kazıklamak ha! Tam bana göre bir iş. Ben sana gösteririm şimdi Terzibaşı.
MUHAFIZLA BEY ÇIKAR. TAVUKLAR YENİDEN DAHNEYE DÖNER.
(Saklandığı yerden çıkıp Terzi’ye gider.) Terzibaşı Usta, Terzibaşı Usta…
TERZİBAŞI:
Sen kimsin be?
KELOĞLAN:
Keloğlanım usta. Tanımadın mı beni.
TERZİBAŞI:
Sen nereden çıktın şimdi?
KELOĞLAN:
Evden çıktım…
TERZİBAŞI:
Ne zaman çıktın?
KELOĞLAN:
Yeni çıktım.
TERZİBAŞI:
Bey’le konuştuklarımızı duydun mu?
KELOĞLAN:
Hangi Bey’le?
TERZİBAŞI:
Kaç tane bey var?
KELOĞLAN:
Bir tane.
TERZİBAŞI:
İşte o beyle, konuştuklarımızı duydun mu?
KELOĞLAN:
Bey burada mıydı?
TERZİBAŞI:
Buradaydı.
KELOĞLAN:
Ah, keşke biraz önce geleydim. Geleydim de Beyimizin Gül yüzünü göreydim.
TERZİBAŞI:
Yüzü batsın. İyi ki görmedin… Söyle bakalım, ne istiyorsun?
KELOĞLAN:
Annemin selamı var.
TERZİBAŞI:
Annen kim?
KELOĞLAN:
Keloğlanın annesi. Benim annem yani.
TERZİBAŞI:
Ne istermiş senin annen benden? Yoksa giysi mi diktirmişti?
KELOĞLAN:
Yok, giysi diktirmedi. Şapka diktirdi.
TERZİBAŞI:
Şapka mı? Ne şapkası?
KELOĞLAN:
Şaka şaka… Annem dedi ki… Beni yanına çırak almalıymışsın usta.
TERZİBAŞI:
Hım… (Kendi kendine) Benim de çırağa ihtiyacım vardı. Ama bunu belli etmesem daha iyi. (Keloğlana) Git içine.
KELOĞLAN:
Gitmem.
TERZİBAŞI:
Bela mısın sen?
KELOĞLAN:
Yok Keloğlanım.
TERZİBAŞI:
Tamam, peki. Seni işe alayım ama çok para vermem.
KELOĞLAN:
Para önemli değil canım. Sen bana dikmeyi öğret yeter.
TERZİBAŞI:
Boğaz tokluğuna çalışacaksın.
KELOĞLAN:
Eyvah!
TERZİBAŞI:
Ne oldu?
KELOĞLAN:
Yandın usta.
TERZİBAŞI:
Niye?
KELOĞLAN:
Ben bir oturmada otuz lahmacun yerim.
TERZİBAŞI:
A-ha! ..
KELOĞLAN:
Bir galon ayran içerim…
TERZİBAŞI:
A-ha! ..
KELOĞLAN:
Üstüne bir tepsi de tatlı yerim.
TERZİBAŞI:
A-ha! .. (Süpürgeyi kapıp üstüne yürürür.) Bir nohut gürümü neyine yetmiyor
köftehor!
KELOĞLAN: (Kaçar.)
Köfte de olur, köfte de olur… Yanında ne içeceğim?
TERZİBAŞI: (Kovalar.)
Musluk suyu…
KELOĞLAN: (Kaçar.)
Tatlılardan ne var?
TERZİBAŞI: (Kovalar, süpürgeyi gösterir.)
Bu var. Bu… Cennetten çıkma!
KELOĞLAN: (Durur.)
Tamam tamam. Kabul ettim. Cennetten çıkan senin olsun. Ben nohut dürümüne razıyım.
TERZİBAŞI:
Ha şöyle yola gel, kel!
KELOĞLAN:
Geldim… Ne iş yapacağım usta.
TERZİBAŞI:
İşten çok ne var? Yerleri süpür, camları sil.
KELOĞLAN: Tamam usta.
TERZİBAŞI: (Kendi kendine)
Amma kandırdım kel oğlanı. Bedava çalıştıracağım onu, köle gibi… (Keloğlan’a) Ben şuradan bankaya kadar gideceğim çocuk.
KELOĞLAN:
Git usta.
TERZİBAŞI:
Dükkana iyi bak.
KELOĞLAN:
Bakarım.
TERZİBAŞI:
Gözünü dükkânın üstünden ayırma.
KELOĞLAN:
Ayırmam usta.
TERZİBAŞI: (Biraz yürürür, durur.)
Hey, kel çocuk!
KELOĞLAN: Efendim usta.
TERZİBAŞI: Adın neydi senin?
KELOĞLAN:
Keloğlan…
TERZİBAŞI:
Kel olduğunu görüyoruz. Adın yok mu adın?
KELOĞLAN:
Adım mı? Ha, olmaz olur mu? Var tabii. Adım Kes-Biç
TERZİBAŞI: Oğlum Kes-Biç.
KELOĞLAN: Olur usta.
TERZİBAŞI: Kes-Biç…
KELOĞLAN:
Tamam dedik ya. Kesip biçeceğiz işte.
TERZİBAŞI:
Kes-biç, kimseye bir şey verme. Olur mu?
KELOĞLAN:
Olur usta olur... Kesip biçtikten sonra verecek bir şey kalmaz zaten. (Usta çıkar.)
KELOĞLAN:
Hiç durmadan işe başlayalım. Boş duran çırağı sevmez ustalar. Ne demişti ustam? Kes, biç demişti. Tamam! Biz de kesip biçeceğiz. Önce giysilerden mi başlasam, yoksa kumaşlardan mı? Hangisi elime geçerse… (İçeriye girer, Bir kucak kumaşla döner. Kumaş yerine desenli duvar kağıtları kullanılabilir. Kocaman bir makas vardır elinde.) Önce keseliiim, sonra biçeliiim… (Kesmeye başlar.) Şu zavallı müşterilerini kazıkladığın için! .. Şu Beyle işbiriği yaptığın için… Şu çırağına nohut dürümü yedirdiğin için… (İçeriden daha kumaş, giysi getirir. Hepsini yere atar, bir yandan onların üzerinde hoplar, bir yandan kumaşları keser.) Bana derler Kel Kes-Biç… Kumaşları çiğnerim… Ustam bana “kes, biç” dedi. Ben de keser, biçerim…
TERZİ BASI: (Koşarak gelir.)
Dur dur Kes-Biç, ne yapıyorsun!
KELOĞLAN: (Kendi kendine)
Hem kes biç, diyor hem de “dur! ” diyor. Bu nasıl usta?
TERZİBAŞI:
Dur dedim sana dur! Ne yapıyorsun?
KELOĞLAN:
Kesip biçiyorum usta.
TERZİBAŞI:
Eyvah, yandım, mahvoldum! Ben sana kumaşları kes biç mi dedi? Ben sana adını söyledim salak! Bütün kumaşlarım kesilmiş. Öldüm ben öldüm! Defol buradan, defoool…
KELOĞLAN:
İyi canım, defoluruz. Ne kızıyorsun? (Çıkacakken durur.) Usta bizim nohut dürümü ne oldu?
TERZİBAŞI: (Bağırır) Defoool! ..
KELOĞLAN:
Nohut dürümümüzü de vermedi yavu… (Koşarak çıkar.)
TERZİBAŞI: (Ağlayıp sızlanarak yerden kumaşlarını toplar.)
Yandım, öldüm, bittim ben… Kumaşlarım, güzel kumaşlarım. Ne oldu size böyle? ..
SAHNE KARARIR. AYDINLANDIĞINDA SAHNEDE CEPCİLERİN BAĞIRARAK KENDİ FİRMALARININ TANITIMINI YAPTIKLARINI GÖRÜRÜZ.
VATANDAŞ: (Sahneye girer, geçip gitmek istedikçe telefoncular onun önünü keser.)
MARİYA CEP TELEFONCUSU:
Gel vatandaş, gel! Abonelik bedava, kontür parayla
GURKSEL CEP TELEFONCUSU:
Oraya gitme buraya gel vatandaş! Her abone olana bir cep telefonu hediye.
MODASON CEP TELEFONCUSU:
50 kontüre sabah akşam bedava.
GLUGLU TELEFONCUSU:
100 kontur alana 200 kontür bedava
MARİYA CEP TELEFONCUSU:
500 kontür alana 1000 kontür bedava
GURKSEL CEP TELEFONCUSU:
1 kontüre 1000 SMS
MODASON CEP TELEFONCUSU:
Numaranı al da bana gel vatandaş.
GLUGLU TELEFONCUSU:
Hayır ona gitme bana gel.
MARİYA CEP TELEFONCUSU:
Bana gelen yaşadı.
GURKSEL CEP TELEFONCUSU:
Numaranı getir, kontürü götür.
MODASON CEP TELEFONCUSU:
Bana gel, yoksa boğarım seni.
GLUGLU TELEFONCUSU:
Bana gelmezsen döverim.
MARİYA CEP TELEFONCUSU:
Bana gelmezsen öperim.
VATANDAŞ:
Eeee, yeter be! Herkes öpmeye kalkıyor bizi.
KELOĞLAN:
Dert etme sen vatandaş amca. Dur, onların kakından gelirim ben.
VATANDAŞ:
İşimiz Keloğlan’a kaldıysa yandık. (Çıkar.)
KELOĞLAN:
Niçin kimse bana güvenmiyor ki… Oysan benim bütün derdim onlar.
MARİYA CEP TELEFONCUSU:
Telefon mu alacaksın Keloğlan? Bak kameralısı var, internetlisi var…
GURKSEL CEP TELEFONCUSU:
Kontür mü alacaksın? Bir kontür alana bin bir kontür…
MODASON CEP TELEFONCUSU:
Numaranı mı taşıyacaksın? Tam yerine geldin.
GLUGLU TELEFONCUSU:
SMS mi istiyorsun? Al SMS’i, üstüne bir de bedava telsiz telefon.
KELOĞLAN: (Bağırır.)
İş istiyorum, iş!
HEPSİ:
İş mi? ... Ooo… İstediğin iş olsun.
KELOĞLAN: Ne iş yapacağım?
MARİYA CEP TELEFONCUSU:
Paydos edip gittiğimizde bizim telefonları bekleyeceksin?
KELOĞLAN:
Gidişiniz olsun da gelişiniz olmasın… Batırdınız milleti cep telefonu diye diye. Vatandaşın cebinden çıkmıyor eliniz.
GURKSEL CEP TELEFONCUSU:
Bırak şimdi sen onu bunu. Bekleyebilecek misin bizim telefonu?
KELOĞLAN:
Beklerim. Öteye bile giderim.
MODASON CEP TELEFONCUSU:
Tamam öyleyse bekle.
GLUGLU TELEFONCUSU:
Geç oldu biz gidiyoruz. Görev senin.
TELEFONCULAR GİDER.
KELOĞLAN:
Ben de sizin gitmenizi bekliyordum. Vatandaşın sizlerden kurtulmasının tek yolu var. Hepinizin telefonlarınızı başınıza çalmak. (Kaptığı telefonları oraya buraya saçar.) İşte böye. Hepinizin konturlarını başınızda paralamak! .. (Kartları havaya savurur.) İşte böyle! Böyle, böyle, böyle…
SAHNE KARARIR. AYDINLANDIĞINDA ÜÇ BANKACI VATANDAŞIN ÖNÜNÜ KESMİŞTİR.
AAA BANKACISI:
Kredi kartın var mı vatandaş?
VATANDAŞ:
Var.
AAA BANKACISI:
Bizim Bankanınki var mı?
VATANDAŞ:
Yok.
AAA BANKACISI:
Bizimkinden de al.
VATANDAŞ:
Yeteri kadar kredi kartım var. İstemem.
AAA BANKACISI:
İsteyeceksin.
VATANDAŞ:
İstemem.
AAA BANKACISI:
İstemezsen döverim.
KELOĞLAN:
Alma Vatandaş! Bu kredi kartları yüzünden yuvası yıkılanlar var, alma! .. Vatandaşı telefonculardan kurtardık ama bu kez de bankacılar kestiler yolunu. Bakalım bu dertten nasıl kurtaracağız onu?
VATANDAŞ:
Eh ver bari…
KELOĞLAN:
Vah… Aldı…
BEE BANKACISI:
Kredi katın var mı Vatandaş?
VATANDAŞ:
Var.
BEE BANKACISI:
Bizim Bankanınki var mı?
VATANDAŞ:
Yok.
BEE BANKACISI:
Bizimkinden de al.
VATANDAŞ:
Yeteri kadar kredi kartım var. İstemem.
BEE BANKACISI:
VATANDAŞ:
İsteyeceksin.
VATANDAŞ:
İstemem.
BEE BANKACISI:
Fena yaparım.
KELOĞLAN:
Alma Vatandaş! Kredi kartı yüzünden bunalan bunalana…
BEE BANKACISI: Eh ver bari…
KELOĞLAN:
Vah vah… Bunu da aldı…
CEE BANKACISI:
Kredi katın var mı
VATANDAŞ:
Var.
CEE BANKACISI:
Bizim Bankanınki var mı?
VATANDAŞ:
Yok.
CEE BANKACISI:
Bizimkinden de al.
VATANDAŞ:
Yeteri kadar kredi kartım var. İstemem.
CEE BANKACISI:
İsteyeceksin.
VATANDAŞ:
İstemem.
CEE BANKACISI:
Almazsan gebertirim seni.
KELOĞLAN:
Alma Vatandaş! Kart yüzünden işini kaybeden var, yuvası yıkılan var...
VATANDAŞ:
Eh ver bari…
KELOĞLAN:
Vah vah vah… Bunu da aldı… Almasın diye çok uğraştım ama dinletemedim. Ne halleri varsa görsünler. Herkesi bütün belalarden Keloğlan kurtaramaz ya…
SAHNE KARARIR. AYDINLANDIĞINDA MARKETÇİ MARKETİNİN ÖNÜNDE BAĞIRARAK MALLARINA MÜŞTERİ ÇAĞIRMAKTADIR.
MARKETÇİ:
Gel vatandaş, gel. Ucuzluk burada. İndirim burada!
KELOĞLAN:
Önce yüzde yüz zam yap, sonra yüzde on indirim… Oh ne âlâ…
MARKETÇİ:
Bir alan pişman bir almayan…
KELOĞLAN:
Almayan bir pişman, alan bin pişman.
MARKETÇİ:
Kredi kartıyla al, para vermeden al vatandaş!
KELOĞLAN:
Sonra faiziyle, iki mislini öde… Kokmuş çürümüş, günü geçmiş mallarımız var!
MARKETÇİ:
Sen kimsin be? Ne arıyorsun burada?
KELOĞLAN:
İş arıyorum efendim.
MARKETÇİ:
Ne de kibar şeysin sen. Böyle efendimli, mefendimli konuşuyorsun.
KELOĞLAN:
Kibar konuşrum ben efendim.
MARKETÇİ:
Tamam, sana iş veririm. Ama para veremem. Sigortalı da gösteremem.
KELOĞLAN:
Çoğunuz böyle yapıyorsunuz zaten.
MARKETÇİ:
Yirmi dört saat çalışacaksın.
KELOĞLAN:
Hiç uyumayacak mıyım?
MARKETÇİ:
Uyuma… Uykunun ne yararı var?
KELOĞLAN:
Susarsam ne içeceğim?
MARKETÇİ:
Musluk suyu. Onu da fazla içme ama.
KELOĞLAN:
Bir insanın içeceği sudan ne olur usta?
MARKETÇİ:
Öyle deme damlaya damlaya göl olur.
KELOĞLAN:
Acıkırsam ne yiyeceğim?
MARKETÇİ:
İki kere daha su içeceksin. Biliyorsun her halde: İki su bir ekmek yerine geçer.
KELOĞLAN:
Geçer mi?
MARKETÇİ:
Geçer geçer…
KELOĞLAN:
Ne iş yapacağım?
MARKETÇİ:
Mallarımın üzerindeki etiketleri değiştireceksin. Üzerine iki kat fiyat yazacaksın.
KELOĞLAN:
Hepsini bitirince dinlenebilir miyim?
MARKETÇİ:
Dinlenemezsin. Etiketlere yeni baştan başlarsın. Bu defa da yeni yazdıklarının fiyatını iki katına çıkartacaksın.
KELOĞLAN:
Bu nasıl iş usta?
MARKETÇİ:
Bu işi iyi iş. Serbest ekonomi derler buna. Çok kazanmalıyı çoook… Hem kendim için, hem Bey için. Beye pay ayırmazsam, göz yumar mı yaprıklarıma?
KELOĞLAN:
Yandı alıcılar.
MARKETÇİ:
Bırak yansın. Onları sen mi düşüneceksin? Sen hemen işe başla. Ben gidip ucuza ne kapabilirsem alayım.
KELOĞLAN:
Al al, kokmuştur, çürüktür, bozuktur, deme al.
MARKETÇİ:
Öyle yapıyorum zaten. Adın neydi senin?
KELOĞLAN:
Adım mı? Adım Dök-Saç benim.
MARKETÇİ:
Aman ne güzel isim! Haydi dök saç, göreyim seni. Zaman yitirmeden başla işe.
KELOĞLAN:
Siz güle güle gidin patron… Ağlaya ağlaya döneceksiniz nasıl olsa.
MARKETÇİ:
Çok şakacısın dök saç.
KELOĞLAN: Öyleyim patron.
MARKETÇİ:
İşte gittim. Geç kalmam, hemen dönerim.
KELOĞLAN:
Geç kalın canım, benim için daha iyi.
MARKETÇİ:
Ne hoş bir çırak bu! Adı da komik. Dök saç… Dök saç… Hah hah ha… (Çıkar.)
KELOĞLAN:
Haydi, kolları sıva Keloğlan. Pardon Dök-Saç! .. Emir patrondan geldi. Hemen başla döküp saçmaya.
SAHNE KARARIR. KARANLIKTA KELOĞLANIN SESİ DUYULUR.
KELOĞLAN:
Al sana kokmuş peyir Marketçi Hepsi çöpe… Al sana hileli yağ, yoğurt, al sana bozuk sucuk, al sana ekşimiş ayran… Hepsi de çöpe, kokmuş peynirin yanına. Gelin bozuk maddeler, gelin küflenmiş yiyecekler, gelin hileli mallar, hepiniz sokağa, döülü saçılmaya…
MARKETÇİ:
Neler oluyor burada? Ne yapıyorsun bakalım sen çırak?
KELOĞLAN:
Emrini yenine getiriyorum patron.
MARKETÇİ:
Nasıl yani?
KELOĞLAN:
Giderken bana dök saç dediniz ya…. Ben de sizi dinledim, marketteki kötü olan her şeyi döküp saçtım.
MARKETÇİ:
Bitirdin beni kel çocuk! Bitirdiiin bitirdiiin bitirdiiin…
SAHNE KARARIR. AYDINLANDIĞINDA SİLAHÇI, DÜKANININ ÖNÜNDE KEYİFLE ISLIK ÇALMAKTA, ZİNCİR SALLAMAKTADIR.
SİLAHÇI: Haydi beyler! İyi silahlarım var! Tanklarım, toplarım var. Füzelerim var… Bir tane at, yüz insan öldür… Çocuk öldür, yaşlı öldür. Kız öldür, kadın öldür…
KELOĞLAN: (Usulca girer. Kendi kendine konuşur.)
Şunun keyfine bakın… Bu da iş birlikçiymiş meğer. Eşyaları pahalı pahalı satıyor. Paraları Bey’le paylaşıyor. Hem de bunun sattıkları canlıları öldüren şeyler.
SİLAHÇI:
Öldürme keyfini yaşamak isteyenlere, silahlarım vaaar! ...
KELOĞLAN:
Fakir fukaranın canına ot tıkamış, umurunda mı? Ama dur seeen. Ben sana da gösteririm dünyanın kaç bucak olduğunu.
SİLAHÇI:
Çocuklara da oyuncak silahlarım var. Haydi çocuklar, gelin silah alın. İnsanları vurmayı, öldürmeyi şimdiden öğrenin…
KELOĞLAN:
Aman tanrım! Şunun utanmadan söylediklerine bakın. Tüylerim diken diken oldu.
(Seslenir.) İyi günler efendim!
SİLAHÇI: (Gülerek) İyi günler kel çocuk.
KELOĞLAN: Komşularının halini gördün mü?
SİLAHÇI:
Gördüm gördüm. Sen de benim Bey’le konuşmamı duydun mu?
KELOĞLAN:
Yok duymadım.
SİLAHÇI:
Aman iyi ki duymamışsın. Nereden gelip nereye gidiyorsun kel çocuk?
KELOĞLAN: İş arıyorum efendim… Son işimden de kovulunca yine işsiz kaldım.
SİLAHÇI:
Öbürlerinin başına bu çorapları ören sen miydin?
KELOĞLAN:
Bendim efendim…
SİLAHÇI:
Bütün o malları sen mi rezil ettin?
KELOĞLAN:
Ben rezil ettim efendim…
SİLAHÇI:
Hah hah ha! .. Amma iyi etmişsin ha! Layığını buldu sonunda komşularım. Oh oh oh! Eline sağlık kel çocuk. Artık bütün paraları ben kazamacağım. Gel, ödüllendireyim seni. Dile benden ne dilersin.
KELOĞLAN:
Bir şey dilemem efendim.
SİLAHÇI:
Dile dile…
KELOĞLAN:
Canınızın sağlığını dilerim efendim.
SİLAHÇI: (Kendi kendine)
Ne kadar tok gözlü çocuk. (Keloğlan’a) Aferin sana oğlum. Ama bir şey iste benden canım.
KELOĞLAN:
Şey efendim… İşsizim diye annem çok kızıyor bana. Babam da sen adam olamazın, diyor. Aylaklıktan kurtulmak istiyorum. Beni işe alabilir misiniz acaba?
SİLAHÇI:
Alırım tabii. Senden iyisini mi bulacağım. Fakat…
KELOĞLAN:
Fakatı ne usta?
SİLAHÇI:
Ben yoksul bir silahçıyım… Birazcık silah satıp üç beş kuruş kazanıyorum. Ne yaparsın, evde çoluk çocuk var. Onlara pasta börek, at, araba, vapur, uçak almak gerek.
KELOĞLAN:
Sattığın silahlarla öldürttüğün o çocuklar kuru ekmeği bile bulamıyorlar ama.
SİLAHÇI:
Ne dedin?
KELOĞLAN:
İyi ediyorsun, dedim. Afiyet olsun…
SİLAHÇI:
Afiyet mi olsun? Sağol sağol.
KELOĞLAN:
Afiyet olmasın, zehir zıkkım olsun.
SİLAHÇI:
Ne dedin? Sattığım silahların sesleri benim de kulağımı duymaz ediyor ama ne yaparsın. Ekmek parası.
KELOĞLAN:
Yakında gözlerin de kör olur inşallah!
SİLAHÇI:
Ne dedin?
KELOĞLAN:
Maşallah dedim.
SİLAHÇI:
İyi iyi… Sen tam bana göre bir çıraksın. Sana fazla bir şey veremem ama çocuk…
KELOĞLAN:
Verme usta. Boğaz tokluğuna da çalışırım.
SİLAHÇI:
Aman ne iyi Öyleyse ben de her gün doyururum seni. Yarım nohut dürümü yeter değil mi?
KELOĞLAN:
Yetmez mi usta? Fazla bile gelir. İstersen bölüp yarısını da sana veririm onun da.
SİLAHÇI:
İyi olur.
KELOĞLAN:
Bu öbüründen de cömertmiş. Biraz sonra görürsün sen yarım nohut dürümünü.
SİLAHÇI:
Sen dükkanı bekle, ben şuradan alacaklarımı tahsil edip geleyim çırak.
KELOĞLAN:
Olur usta.
SİLAHÇI:
Adını sormayı unuttum. Adın neydi senin çırak?
KELOĞLAN:
Benim adım: Kır-Dök, usta…
SİLAHÇI:
Tamam çocuğum Kır dök, ben gidiyorum. (Gider.)
KELOĞLAN:
Olur usta, kırar dökerim. Sağlam bir şey bırakmam dükkanda. Şimdi kaldık mı silahçı dükkanıyla baş başa? .. (İzleyenlere) Durun bakalım, daha neler olacak burada, görün çocuklar. (Silahçının çıktığı yana bakar.) Seni zalim silahçı seni! Ücret olarak bana yarım nohut dürümü verirsin ha! Daha bir de onun da yarısına sulanırsın ha! (İçeriye girer çıkar, getirdiği silahları yere atar, üzerinde zıplar.) Çocukları öldüren silahlar satarsın ha! Al sana tabanca! Al sana kurşun! Al sana füze! Oh be… Bir çoğunun canına okudum. Haydi bakalım Silahçı. Bey’lerle yine iş birliği yap yine. Artık işe yararsa, bunları pahalı pahalı sat yine… Sonra da paraları yükle kamyonlarına. Son gülen iyi güldü. Hah hah ha! (Seyircilere) Siz de gülsenize çocuklar. Hep beraber gülelim. Haydi: Hah ha ha! .. Hah ha ha! ..
SİLAHÇI: (Girer)
Hey, çırak ne yapıyorsun orada sen öyle?
KELOĞLAN:
Hiç usta biraz eğleniyorum.
SİLAHÇI:
Bu nasıl eğlenme?
KELOĞLAN:
Giderken sen bana kır dök, dedin ya. Ben de kırıp döküyorum işte.
SİLAHÇI:
Eyvah silahlarım. Eyvah kurşunlarım. Eyvah füzelerim. Hepsi mahvolmuş!
KELOĞLAN:
Şükret dükkanını havaya uçurmadım. Onu da yapardım ya, burada bizi seyreden çocuklar var. Onlara borçlusun. Anne, baba, duyuyor musunuz beni? Akıl dağıtılırken saklambaç oynamıyormuşum ben. Dağıtıcı bulmuş beni, akıl payımı vermiş bana. Bakın, ne güzel işler yaptım. Baba, sen de duyuyor musun? Adam olabilirmiş demek ki Keloğlanlar da… Sana gelince Silahçı: Asıl sen neredeydin akıl dağıtılırken? Merhamet, vicdan, insanlık dağıtılırken sen nerdeydin? ..
SİLAHÇI:
Defol, defol! .. Gözüm görmesin seni!
KELOĞLAN:
İstesen de göremezsin zaten. Yanarım yanarım da şu yarım dürüm nohudumu alamadım. Ona yanarım.
SİLAHÇI:
(Diz çöker ağlar.) Mahvoldum, mahvoldum ben! .. (Saçını başını yolarak dükkânına girer.)
KELOĞLAN:
Şimdiye kadar silahlarınla vurulanlar mahvoluyordu vicdansız! Biraz da sen mahvol. Yuuu sana! Yuuu! .. Bütün silah satanlara yuuu! .. Sizden yuuu yok mu çocuklar? Bütün silahçılara: Yuuu! ...
(…)
(Salona iner.) Yine işsiz kaldık, iyi mi arkadaşlar? Ama üzülmüyorum. Böyle kötü işlerde çalışmaktansa, işsiz kalmak daha iyi..Değil mi? .. Bundan sonra ne iş yapsam acaba? Bana bir akıl versenize çocuklar… (Sahneye bakar, kitapçı dükkanını görür. Kitapçı dükkanının önündeki tezgâha yeni kitaplar dizmektedir.)
KİTAPÇI:
Barış kitapları bunlar.
KELOĞLAN:
Aaa, orada bir kitapçı dükkanı mı var ne?
KİTAPÇI:
Bunlar sevgi kitapları.
KELOĞLAN:
Evet evet, bir kitapçı dükkanı açılmış buraya!
KİTAPÇI:
Dostluk kitapları bunlar.
KELOĞLAN: (Büyülenmiş gibi kitapçı dükkânına yürürür.)
Tamam, çalışacak işi buldum! Annemim öğüdünü tutarım bu işi yaparsam. Karar kılarım bundan sonra artık kitapçılıkta.
KİTAPÇI:
İnsanlık kitapları satıyorum…
KELOĞLAN:
Ben de ben de barış kitapları satmak istiyorum. Sevgi kitapları, dostluk kitapları, insanlık kitapları… Sonuna dek sürdürürüm bu işi. Çırakken kalfa olurum. Kalfayken usta olurum. Babam da “aferin” der bana. Adam olduğumu görüp sevinir. Bakasınız yazar bile olurum. İnsanlara iyiyi, doğruyu, güzeli gösteren kitaplar satmak ne güzel şeydir kim bilir? Ya onları almak? Ya onları okumak? Gelin kitaplara kucak açalım kardeşlerim. Açalım mı?
(…)
Yaşasın kitaplar! .. Yaşasın mı?
(…)
Yaşasın kitap satanlar! Yaşasın mı?
(…)
Yaşasın kitap yazanlar? Yaşasın mı?
(…)
Yaşasın insanlara barışı, dostluğu, kardeşliği öğretenler! Yaşasınlar mı?
(…)
ÖBÜR OYUNCULAR KELOĞLANI ALKIŞLAYARAK SAHNEYE GİRERKEN PERDE KAPANIR.
BİTTİ
YAZARLA İLETİŞİM
Tel: 0342 338 16 18 – 0505 553 47 44
İleti: [email protected] - [email protected]
WEB: www.fevgun.com
GAZİANTEP/TÜRKİYE
Kayıt Tarihi : 22.6.2009 11:59:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fevzi Günenç](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/06/22/cocuk-tiyatrosu-33-akil-dagitilirken-sen-neredeydin-cocuk-oyunu.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!