32. Çocuk Oyunu
HAYATI BELEŞ OĞLAN
FEVZİ GÜNENÇ
Bu oyunda kimler var
KELOĞLAN:
KELOĞLANIN ANNESİ:
FIRINCI:
FIRINCIDAKİ SES:
ÇOBAN:
KUZULAR: (İstendiği sayıda)
DÜGÜN ALAYI: (İstendiği sayıda)
DAMAT:
SAĞDIÇ:
DEKOR: Keloğlanın evinin önündeki sokak. Pencereler, kapılar. Bir tarafta Fırın.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Kapıdan çıkar, sahnenin önüne gelir.)
Kel oğluuum… Keleş oğluuum! Hayatı beleş oğluuum! .. Nerelerdesin? .. Ses versene… Vermiyor. Kesin, yine salona inip izleyenlerin arasına katıldı bu çocuk. (Seslenir.) Sana diyorum Keloğlaaan! ..
KELOĞLAN:
Efendim anne?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Lambayı bulamıyorum, gördün mü?
KELOĞLAN:
Cık…
KELOĞLANIN ANNESİ:
Sana söylüyorum, lambayı gördün mü?
KELOĞLAN:
Cık.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Sabahleyin Alaeddin’in lambası oyunu oynuyordun onunla. Nereye koyduğunu hatırlamıyor musun?
KELOĞLAN:
Cık…
KELOĞLANIN ANNESİ: (Bağırır.)
Sesimi duymuyor musun Keloğlan?
KELOĞLAN:
Duyuyorum anne…
KELOĞLANIN ANNESİ:
Öyleyse niye cevap vermiyorsun?
KELOĞLAN:
Veriyorum ya... Kaçtır “cık” diyorum sana.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Tanrım, sen bize bir teneke peynir ver de, bu çocuk kendi aklını yiyip durmasın. Oğlum senin taaa oradan yolladığın cık’ını nasıl duyayım ben?
KELOĞLAN:
Anlaşıldı anne, anlaşıldı… Geliyorum. Şurada yeni arkadaşlarla iki çirtik konuşmamıza izin yok. (Çocuklara) Kusura bakmayın arkadaşlar, Annem çağırıyor. Fırsat bılursam yine gelirim. Ben gidiyorum… Ama arkamdam “Kel oğlan keleş oğlan! Hayatı beleş oğlan! ” diye çağırmak yok ha… Tamam mı? (Sahneye çıkar.) Buyur anne, geldim.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Oğlum, evde yağ, gaz, tuz kalmamış. Git de şu bakkaldan alıver.
KELOĞLAN:
Para?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Para yok.
KELOĞLAN:
Parasız verirler mi?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Vermeler.
KELOĞLAN:
Nolacak.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Gidip önce para kazanacaksın.
KELOĞLAN:
Nasıl?
KELOĞLANIN ANNESİ:
Orasını sen kendine sor.
KELOĞLAN:
Tamam anne. Sorar örenirim. Sonra çalışır kazanırım. İstediklerini alır gelirim. Gecikirsem kaygılanma. Üç aydan fazla gecikmem.
KELOĞLANIN ANNESİ:
Şu çocuğuma çalışma aşkını da verdim ya, aferin bana. (Gülerek içeri girer.)
KELOĞLAN:
(Sahnede dolaşır.) Nereye gideyim, nere gideyim... Ne yapayım, ne yapayım… Nasıl iş bulayım, nasıl iş bulayım. (Yerde bir dal görür, sevinir.) Aha! Bir at var burada. Ona biner kente giderim. Kentte iş çoktur. (Yerden değneği alır, ata biner gibi üstüne atlar.) Deeeh, güzel atım, deeh! (Sahnede şarkı söyleyerek turlar.) Ben bir garip kovboyum… Au au aaa… Dağda bayırda… Au au aaa… At koşturur suçluları ararım. Au au aaa… Başlıca suçlularım Au au aaa… Avarel Dalton kardeşler… Sadık atımın adı Düldül, köpeğim Rin Tin… Au au aaa…
Amma acıktım ha… İşte bir fırına geldik. Çüüüş… Bana bir ekmek verir misin fırıncı?
FIRINCI: (Ekmeği uzatır.)
Buyur ekmeğin Keloğlan. Parası? ..
KELOĞLAN:
O iş kolay. Hele atımı şurada bağlayayım, dursun. Biraz dolaşıp geleceğim ben. Parayı o zaman veririm.
FIRINCI:
Tamam…
KELOĞLAN: (Elleri cebinde olaşırken, şarkı söyler.)
Atımı bağladım gül ağacına
Benden selam olsun, güzel anama…
(Sesini yükseltir.) Anne, merak etme oğlun çalışıp para kazanarak dönecek.
(Soldaki sahne girişine bakar) Aaa! Burada çocuklar top oynuyor. Beni de oynatırlar mı acaba? Hey, çocuklar, yer açın, Maradona geldi! (Çıkar.)
Sürüsüyle Çoban sağdan girer. Kuzular meleşerek sahneyi doldurur.
FIRINCI:
Nereden gelip nereye gidersiniz çoban kardeş?
ÇOBAN:
Dağdan gelir, dereye gideriz. Kuzularımı sulayacağım.
FIRINCI:
Kolay gelsin.
ÇOBAN:
Var ol fırıncı kardeş.
FIRINCI:
Ekmek istiyor musun?
ÇOBAN:
İsterdim ama, param yok.
FIRINCI:
Bugün hiç kimsenin de parası yok galiba. Kusura bakma çoban. Para yoksa ekmek de yok.
ÇOBAN:
(Kuzuları severek, okşayarak, kaval çalarak toplar, soldan çıkarlar.)
Gelin güzel kuzularım, gelin… Su içmeye gidiyoruz.
SES:
Usta odun bitti…
FIRINCI:
Bitti mi? Nerede kaldı şu odun kamyonu? Bakın, burada Keloğlanın bıraktığı ağaç dalı var. Keloğlanın geleceği yok. Şimdilik onunla idare edin. Odun kamyonu da nerdeyse gelir. (Keloğlanın değnek atını alıp içeriye uzatır.)
DÜĞÜN ALAYI OYNAYARAK, ÇALGI ÇALARAK, TÜRKÜ SÖYLEYEREK SAĞDAN GİRER.
Davullar çift çift vurula
Avluda halay kurula
Düşler hayıra yorula
Şen ola düğün şen ola
Gelin giyinsin atlası
Kalaylansın bakır tası
Ağlamasın kız anası
Şen ola düğün şen ola
Zurnalar dil dil dillensin
Yazmalar yeşil pullansın
Gelinin başı güllensin
Şen ola düğün şen ola
Bir o yana bir bu yana
Kol kol seymenler dolana
Gözlerin aydın kaynana
Şen ola düğün şen ola
Çalınsın saz ötsün teller
Oyuna çıksın güzeller
Kıvrılsın incecik beller
Şen ola düğün şen ola
Çifte kurşun ata ata
Gelini bindirdik ata
Yolunuz yeni hayata
Şen ola düğün şen ola
DÜĞÜN ALAYI SAHNEDE BİRAZ EĞLENDİKTEN SONRA SOLDAN ÇIKAR GİDER.
KELOĞLAN: (Sahnenin önüne gelir, seyircilerle konuşur.)
Amma çocuklar ha! Maradona olduğuma inanmadılar. Biraz pazarlık yapalım dedim. Haji olduğumu söyledim. Buna da güldüler. Hakan Şükür olduğumu mu söyleseydim acaba? (Fırıncıya doğru yürür.)
FIRINCI:
Ooo! .. Geldin mi Keloğlan?
KELOĞLAN:
Geldim… Geldim de, atım nerede Fırıncı usta? ..
FIRINCI:
Ne atı Keloğlan?
KELOĞLAN:
Atımı bağlamıştım ya buraya…
FIRINCI:
Haa, şu ağaç dalından söz ediyorsun. Senin geciktiğini görünce gelmeyeceksin sandık, yaktık o değneği.
KELOĞLAN:
Değneği mi? Ne değneği? O atımdı benim. Atımı yaktınız ha! O zaman ben de sizin ekmeğinizi kapmaz mıyım? (Kaptığı birkaç ekmekle kaçar, sahnenin solundan çıkar.)
FIRINCI:
Hey, Keloğlan! Dur, kaçma! Bırak ekmekleri! Gitti… Görüyor musunuz şu Keloğlanın ettiğini?
SES:
Odun nerede kaldı usta?
FIRINCI:
Kamyon gelmedi. Geleceği de yok. Gelen giden bedava ekmek istiyor. İyisi mi bugün Dükkânı erkenden kapatıp gidelim. (Dükkanın kepengini indirir, çıkar.)
ÇOBAN KUZULARIYLA SAHNENİN SOLUNDAN GİRER.
KELOĞLAN: (Sağdan girer.)
Nereden geliyorsun çoban abi?
ÇOBAN:
Kuzularımı suladım. Dereden geliyoruz Keloğlan.
KELOĞLAN:
Nereye gidiyorsunuz?
ÇOBAN:
Dağdaki otlağa gideceğiz ama kuzularım yoruldu. Burada da yaysam olur onları. Baksana her yer yemyeşil çimen.
KELOĞLAN:
İyi… Yayılsınlar bakalım.
ÇOBAN:
Haydi kuzularım. Yumulun taze otlara!
KELOĞLAN:
Çoban amca be…
ÇOBAN:
Efendim Keloğlan.
KELOĞLAN:
Şu ekmekler var ya…
ÇOBAN:
Evet var…
KELOĞLAN:
Bunları sana bıraksam, biraz bekler misin onları?
ÇOBAN:
Tabii beklerim Keloğlan. Neden beklemeyeyim? İnsanlık ölmedi ya.
KELOĞLAN:
Tamam… Ama ekmeklerimi yemek yok ha! ..
ÇOBAN:
Yok canım neden yiyeyim? Sen de gecikme ama. Bak, söylemedi deme, gecikirsen yerim onları. Zaten karnım acıktı.
KELOĞLAN:
Tamam tamam… Gecikmem. Haydi, şimdilik hoşça kal.
ÇOBAN:
Gülegüle… Görüşürüz.
KELOĞLAN:
Görüşürüz. (Sahneden salona iner. Kendi kendine.)
Şuradaki seyirci çocuklarla konuşmaya doyamamıştım. (İzleyenlere el sallar.) Selam arkadaşlar! Nasılsınız? (…) Ben de iyiyim. Sizi gördüm, daha iyi oldum. Eee, ne var ne yok? Ne yapıyoruz şimdi? Uzun eşek oynayalım mı? (…) Yok burada olmaz. En iyisi şarkı söyleyelim. Şarkı biliyor musunuz siz? Hangi şarkıyı biliyorsunuz? “Küçük Çoban”ı biliyor musunuz? Öyleyse onu söyleyelim. Haydi:
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Bir küçük çoban varmış
Yalancılık yaparmış…
Yalancı yalancı
Sana kimse inanmaz
Yalancı, yalancı
Sözüne kimse kanmaz.
Birgün çıkmış kırlara
Çiçekli bayırlara
Yalancıktan bağırmış
Köy halkını çağırmış…
Yalancı yalancı
Sana kimse inanmaz
Yalancı, yalancı
Sözüne kimse kanmaz.
“Çabuk yetişin! ” demiş
“Sürüyü kurtlar sardı
Gittikçe artıyorlar
Sayısı kırka vardı…”
Yalancı yalancı
Sana kimse inanmaz
Yalancı, yalancı
Sözüne kimse kanmaz.
Sopayı alan koşmuş
Fakat kurt filan yokmuş
Herkes kızmış, söylenmiş
Çoban gülmüş, eğlenmiş…
Yalancı yalancı
Sana kimse inanmaz
Yalancı, yalancı
Sözüne kimse kanmaz.
Günler geçmiş aradan
Göstermesin Yaradan
Kocaman bir kurt gelmiş
Çobanı korku almış…
Yalancı yalancı
Sana kimse inanmaz
Yalancı, yalancı
Sözüne kimse kanmaz.
Çoban gene bağırmış
Fakat kimse gitmemiş
Sürüyü kurtlar yemiş
Çoban da dayak yemiş.
Yalancı yalancı
Sana kimse inanmaz
Yalancı, yalancı
Sözüne kimse kanmaz.
Offf… Amma çağırdık ha… Şurda bir yere kıvrılıp azıcık dinleneyim. (Bir koltuğa oturur, uyur.)
ÇOBAN: (Kuzularını sever.)
Taze taze otları yiyorsunuz, değil mi kuzucuklarım? Siz ne güzel doyuruyorsunuz karnınızı. Ama ben açım. Açlıktan karnım zil çalıyor. Sütümüz var. Ekmek de var ama
Doğramaç yapıp yiyemiyorum. Süt bizim ama ekmek Keloğlan’ın. “Yeme” diye sıkı sıkıya da tembih etti. Nerede kaldı bu çocuk? Gideli yarım saat oldu. “Geç kalırsan ekmeğini yerim” demiştim. O da geç kaldı. Artık dayanamayacağım. (Ekmeği, omzundan sallanan tası alır, onun içine doğrar. Üstüne süt sağar, belinden çıkardığı kaşıkla doğramacı yemeye başlar.)
KELOĞLAN: (Sahneye çıkar.)
İyi günler Çoban kardeş.
ÇOBAN: (Son lokmasını yutar.)
İ-i-iyi günler Keloğlan.
KELOĞLAN:
Benim ekmeği yemedin, değil mi?
ÇOBAN:
Ye-ye-yemedim mi? Yedim mi? Yemedim galiba.
KELOĞLAN:
İyi… Öyleyse ver ekmeğimi.
ÇOBAN:
Vereyim mi? Nasıl vereyim? Nereye koymuştum onu? Şurada mıydı? Burada mıydı? Yo, oradaydı. kurtlar mı kaçırdı acaba? Belki de kaşlar kaçırmıştı.
KELOĞLAN:
Kıvırma Çoban abi. Yalan söylemeyi beceremiyorsun işte. “Yedim,” de de kurtul.
ÇOBAN:
Doğru… Kusura nakma Keloğlan. Onu yedim galiba.
KELOĞLAN:
Yedin ha? Sen benim ekmeğimi nasıl yersin çoban? O ekmek ne kadar değerliydi biliyor musun?
ÇOBAN:
Ne kadar değerliydi?
KELOĞLAN:
Çok çok çok değerliydi.
ÇOBAN:
Çok mu değerliydi? Küçücük bir ekmek nasıl çok değerli olur?
KELOĞLAN:
Sen ne diyorsun Çoban? Küçük ha? Aksine çok büyüktü ekmeğim. Uzatsam İstanbul’a üçüncü boğaz köprüsü olurdu.
ÇOBAN:
Aha…
KELOĞLAN:
Bıraksam Ankara ile İstanbul arasında yol olurdu.
ÇOBAN:
Aha…
KELOĞLAN:
Ama ben işi uzatmayacağım. Şimdi “parasını ver” desem paran da yoktur senin.
ÇOBAN:
Yok ya…
KELOĞLAN:
Ne yapacağız?
ÇOBAN:
Ne yapacağız?
KELOĞLAN:
Ekmeğimin yerine bir şey vereceksin..
ÇOBAN:
Bir şeyim yok ki. Ne vereyim?
KELOĞLAN:
Kuzuların var ya.
ÇOBAN:
Delirdin mi sen Keloğlan. Bir eğmeğin yerine bir kuzu verilir mi?
KELOĞLAN:
Haklısın, verilmez. Alınır. (Kuzunun birini kapar.) İşte böyle… (Kaçmaya başlar.)
ÇOBAN:
Dur, hey! Keloğlan! .. Nereye kaçırıyorsun? Bırak kuzumu! .. (Kendi kendine.) Atı alan Üsküdar’ı geçti bile. (İç çeker.) Ne yapalım? Gitti gider kuzularımdan biri. Öbürleri sağ olsun. Ben da artık buralarda duramam. Biz yine dağdaki otlağa gidelim kuzularımla. (Seslenir.) Haydi kuzucuklarım, dağdaki yerimize gidiyoruz. (Hepsi birden sağdan çıkar.)
DÜĞÜN ALAYI SOLDAN GİRER. ÇALÇIP SÖYLER, OYNARLAR.
Ala keçim çift doğurdu
Bol etlik sütü yoğurdu
Gönlümde hülyalar kurdu
Ah ana beni eversene
Toprağı kat kat çevirdim
Nice nice hale girdim
Güveli urba diktirdim
Ah ana beni eversene
Bakır kaplar kalaylansın
Şu odada bir mum yansın
Uyuyan bahtım uyansın
Ah ana beni eversene
Kilimimiz halımız var
Oğul oğul balımız var
Ay boynuzlu malımız var
Ah ana beni eversene
Şükür gitti bizden darlık
Gelin almak bahtiyarlık
Olmaz olsun şu bekarlık
Ah ana beni eversene
KELOĞLAN: (Kucağındaki kuzuyla sağdan girer.) Ne oluyor burada? Düğün var ha! Düğünleri çok severim. Oynamayı daha çok severim. (Damada) Şu kuzuyu tut da biraz oynayayım damat bey.
DAMAT:
Tamam Keloğlan oyna. (Kuzuyu alır.)
KELOĞLAN: (Müziğe uyarak oynar. Oynaya oynaya sahneden iner. Salona geçer. Bir süre orda oynadıktan sonra yeniden sahneye döner ama o dönünceye kadar düğün alayı gitmiştir.)
DÜĞÜN ALAYI ÇALIP SÖYLEYEREK, OYNAYARAK SAĞDAN ÇIKAR.
KELOĞLAN:
Nereye gitti bunlar? Kuzum nerede? Kuzumu da götürmüşler! Hey, düğüncüler, kuzumu verin! (Sağdan çıkar.)
ZAMAN GEÇİŞİNİ BELİRLEMEK İÇİN SAHNE KARARIR, YENİDEN AYDINLANIRKEN DÜĞÜN ALAYI BU KEZ SAĞDAN GİRER.
Of offf…. Kundurama kum doldu
Atmaya yürek gerek
Nazlı yarın yanına
Gitmeye yürek gerek
Aman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Nanay gülüm nanay
Nanay malım nanay
Of offf…duvarda elek m’olur
El kızı melek m’olur
Sağ olası kaynana
Kapıda hanek mi olur
Aman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Nanay gülüm nanay
Nanay malım nanay
Of offff…duvara mıh çakayım
Sen sallan ben bakarım
Mendilin kirlendikçe
Sen gönder ben yıkayım
Aman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Nanay gülüm nanay
Nanay malım nanay
Hereliyem hereli
Sen birhoş ben yareli
Sen demi adam oldun
Gülmüş eşek çehreli
Aman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Nanay gülüm nanay
Nanay malım nanay
KELOĞLAN:
İşte, sonunda yakaladım sizi. Verin bakalım benim kuzumu. Kuzumu sana vermiştim, değil mi damat?
DAMAT:
Evet.
KELOĞLAN:
Ver öyleyse onu bana geri.
DAMAT:
Veremem.
KELOĞLAN:
Neden?
DAMAT:
Hediye geri verilir mi?
KELOĞLAN:
Ne hediyesi?
DAMAT:
Sen onu bize düğün hediyesi vermedin mi?
KELOĞLAN:
Yooo…
DAMAT:
Demek yanlış anlamışız.
KELOĞLAN:
Ne yaptınız kuzuma? Yoksa onu? ...
DAMAT:
Hayır hayır, aklına kötü şeyler getirme. Kuzuyu çok sevdik. Onu eve gönderdik.
KELOĞLAN:
Çabuk geri getirin benim kuzumu.
DAMAT:
Getiremeyiz.
KELOĞLAN:
Neden?
DAMAT:
Ev uzak…
KELOĞLAN:
Ev uzaksa gelin yakın. İşte ben de kuzumun yerine gelini alıyorum. (Gelini kapıp yanına çeker.)
DAMAT:
Bırak gelini.
KELOĞLAN:
Bırakmam. Kuzumu getir, gelinini al.
DAMAT:
Koşun, biriniz şu kuzuyu getirin. Yoksa gelinim elden gidiyor.
KELOĞLAN:
Haydi bakalım, siz de eğlenceye devam edin. Ben anneme gelin getirdiğimi söyleyeyim. (Evlerinin kapısını çalar.) Anne! Aç kapıyı, ben geldim.
KELOĞLAN’IN ANNESİ: (Sesi)
Yağ aldın mı Keloğlan.
KELOĞLAN:
Yok ana yağ alamadım.
KELOĞLAN’IN ANNESİ: (Sesi)
Gaz aldın mı?
KELOĞLAN:
Gaz da alamadım.
KELOĞLAN’IN ANNESİ: (Sesi)
Tuz? ...
KELOĞLAN:
Alamadım.
KELOĞLAN’IN ANNESİ: (Sesi)
Öyleyse neden geldin kel oğlum keleş oğlum hayatı beleş oğlum.
KELOĞLAN:
Yağ, gaz, tuz alamadım ama daha değerli bir şey aldım.
KELOĞLAN’IN ANNESİ: (Sesi)
Neymiş o?
KELOĞLAN:
Gelin?
KELOĞLAN’IN ANNESİ: (Sesi)
Ne gelini?
KELOĞLAN:
Kuzu gelini.
KELOĞLAN’IN ANNESİ: (Kapıda görünür.)
Alını yine peynir ekmekle mi yedin yine Keloğlan? Kuzu gelini ne demek?
KELOĞLAN:
Şu demek anne: Bu damat benim kuzumu aldı. Kuzumu geri getirirse gelinini de geri alır. Getiremezse gelin bize kalır.
KELOĞLAN’IN ANNESİ:
Sen neler yaptın yine bugün? Bak içeride de şikayetçilerin var.
KELOĞLAN:
Kimmiş onlar anne?
FIRINCI:
(Elinde bir değnekle çıkar.) Biri ben’im: Fırıncı… Keloğlan, ya ekmeğimi ver
ya parasını…
KELOĞLAN:
Sen de benim atımı aldın ama.
FIRINCI:
Atını getirdim. (Değneği gösterir.) Baak, işte!
KELOĞLAN:
Bu mu? Ama benim atım değil ki bu?
FIRINCI:
Senin atından daha güzeli ama…
KELOĞLAN:
Sahi… Bu at benimkinden güzel. Ver ona bana.
FIRINCI:
Önce sen benim güzel ekmeğimin güzel parasını ver.
ÇOBAN: (İçeriden çıkar.)
Onun ekmeğini ben yedim. Parası da bende. İşte, bakın… Getirdim…
FIRINCI:
Ver öyleyse.
ÇOBAN:
Veririm ama önce kuzumu isterim.
SAĞDIÇ: (Bağırarak sahneye girer.)
Kuzu geldi damat bey! Kuzuyu getirdim! .. (Kuzuyu damada uzatır.) İşte kuzu.
DAMAT: (Kuzuyu alır, sever, sonra Keloğlana uzatır.)
Al kuzunu, ver ver gelinimi.
KELOĞLAN: (Kuzuyu alır, gelini bırakır)
Al gelinini.
DÜGÜN ALAYI NEŞELENİR. YENİDEN ÇALIP SÖYLEYİP OYNAYARAK SAHNEDEN ÇIKAR, GİDERLER.
Çaldığım bağlama kara gözlüm ağlama
Ben buralı değilem bana gönül bağlama
Hele yandım yandım yandım eli zilliye
Hele yandım yandım yandım çifte telliye
Çaldığım keman hallerim yaman
On iki yar sevdim biribirinden yaman
Hele yandım yandım yandım eli zilliye
Hele yandım yandım yandım çifte telliye
Çaldığım sazdır ettiği nazdır
Ne kadar sevsem yine der ki azdır
Hele yandım yandım yandım eli zilliye
Hele yandım yandım yandım çifte telliye
KELOĞLAN:
(Kuzuyu Çobana uzatır.) Sen de Çoban, al kuzunu; ver ekmeğin parasını.
ÇOBAN:
İşte para Keloğlan. (Parayı verir, kuzuyu alır) Canım kuzum benim. Başına bir iş geldi diye öyle korktum ki…
KELOĞLAN:
Al bakalım sen de ekmeğinin parasını Fırıncı. Ver benim atımı. (Parayı verir, atı alır.)
FIRINCI:
Oh be, sonunda aldım paramı. Bir ekmek parası önemli değil ama insanı budala yerine koyuyorlar. Hem bu beleşçileri alştırırsan, bir daha başını alamazsın. Neyse, gidip dükkanımı açayım. (Çıkar.)
ÇOBAN:
Ben de kuzumu kardeşlerinin yanına götüreyim. (Çıkar.)
KELOĞLAN:
Oh, herkes hakkını aldı. Herkes memnun.
KELOĞLAN’IN ANNESİ:
Ah, bir de ben memnun olabilsem…
KELOĞLAN:
Olacaksın anacığım, sen de olacaksın.
KELOĞLAN’IN ANNESİ:
Nasıl memnun olacağım? Herkes gitti, yine kaldık biz bize. Evde ne yağ var, ne tuz var.
KELOĞLAN:
Bir de atımız var ama artık anne. Şimdi ben bu ata binip kente gideceğim. Orada iş bulup çalışacağım. Para kazanıp yağ da alacağım, gaz da alacağım, tuz da alacağım.
KELOĞLAN’IN ANNESİ:
Sakın giderken fırıncıya bırakma atını yine kel oğlum.
KELOĞLAN:
Bırakmam… Bırakır mıyım? O bir kere olur. Şimdilik hoşça kal anne. Hakkını helal et.
KELOĞLAN’IN ANNESİ:
(Arkasından bir tas su serper.)
Helal olsun güzel oğlum. Güle güle git, güle güle dön.
KELOĞLAN:
(Atına atlar.) Deeh güzel atım. Bekle beni büyük kent! Keloğlan geliyor. Hazırla ona işlerin en güzelini. Aslanlar gibi çalışıp para kazanacak. Yağ alacak, gaz alacak tuz alacak. (Atı durdurur.) Başka? .. Başka mı? .. Başka? .. Ekmek de alacak. Başka? .. (Sesini yükseltir.) Kuzu da alacak. Başka? (Sesini daha da yükseltir.) Gelin de alacak! Gelin de alacağım. Deeh, güzel atım, deeeh! ... (Sahne içinde atını koştururken perde kapanır.)
BİTTİ
YAZARLA İLETİŞİM
Tel: 0342 338 16 18 – 0505 553 47 44
İleti: fev27mynet.com - fev27hotmail.com
WEB: www.fevgun.com
GAZİANTEP/TÜRKİYE
Kayıt Tarihi : 22.6.2009 11:56:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!