Çıkıyor çoban tepesine,
Bir ayinin uyuşuk bir tekrarı gibi
Ayakları, elleri, uzuvları
Kimse dinlemiyor çobanı.
Tepenin de bir diyeceği var:
Tozluklarında birikmiş, akmak ister yelelerinden kırık akşamın üzerine.
Ayakları, elleri bağlanmış tepenin
Çoban onlara kendini sunmasa,
Beline kadar dolanmış tepeler ne ederdi kim bilir bu ıssızlıkta?
Çoban düşünüyor bunları yalnız boylu boyunca;
Belki bugün biraz da kızgın çoban teksizlikten.
Yüreği kara dağların ücra karanlığından bağırıyor,
Bir yankı olup çobanın kucağında sivriliyor ses, birikip doğruluyor, susuntudan ve beklemekten.
Tumturaklı, abonoza boyanmış saçları gibi çobanı da kendine söyleten dağlar...
Ne vakit duysa irkiliyor çoban
Sanki ilk sefermiş gibi yankılardan.
Onunla konuşan ağaçlar yok belki,
Belki denildiği üzere ağaçlar hiç konuşamazlar,
Belki bir ağaç yalnızca blr ağaçtır.
Bağırtıların sessizliğinden ustaca süzerler kendilerini
Kentlerden yalın ayak koşarak çobanın kollarına
Atılırlar tüm o bıkkınlar, usanmışlığın dağlarından çobana.
Çoban, sendeleyen rüzgarın uğutusunda şimdi:
Ellerine bakıyor ve beğenmiyor ellerini
Pek sevmiyor çoban kendini.
Kara sakallarını avuştururken bir sicimle bağlıyor gözlerini tepelere, ovalara, seslerin silüetine
Çobanı gören olmuyor yine de.
Başlar göklere asılı!
Hem kim isterdi ki görmeyi, bir sanılığın alaborası olan çobanı.
Kayıt Tarihi : 28.11.2020 19:42:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Selam olsun kaleme.
TÜM YORUMLAR (6)