Cıva Şiiri - Yorumlar

Yücel Kayıran
4

ŞİİR


19

TAKİPÇİ

muslukta su var, akar.. biliyorum
kalemde mürekkep.. yazar
benim aklımda ne var ki Necati
akşam cümle cümle iniyor kalbime

doyumsuz her ben bir rakip ötekine
ceza gününün sahibi gibi gülerler

Tamamını Oku
  • Arap Naci Kasapoğlu
    Arap Naci Kasapoğlu 07.10.2011 - 23:35

    şiire çok düşük puanlar verilmiş..

    şiiri sevmedim,şiiri anlamadım diyen arkadaşlar puanla anlatıyorlar dertlerini?

    gel yaz muradını, bir melhem sürelim muhterem..

    Türk insanının hareket çıpalaması çok değişik hakkaten..

    övgüleriniz için sağolunuz Mehmet Binboğa hocam..

    Cevap Yaz
  • Arap Naci Kasapoğlu
    Arap Naci Kasapoğlu 07.10.2011 - 20:23

    neredeyse saksağanın boyunu şeklini şemalini bile yazacakmışsın ulviziya:)

    Cevap Yaz
  • Ulvi Ziya
    Ulvi Ziya 07.10.2011 - 14:39

    Dam üstünde saksağan var ...biliyorum
    Beli kırık öyle yatar...biliyorum
    Kim beline kazma vurmuş , ey Naci...;?
    Şaşkın , kırgın öyle öter...işte onu bilmiyorum...

    Cevap Yaz
  • Arap Naci Kasapoğlu
    Arap Naci Kasapoğlu 07.10.2011 - 14:22

    Akıl-üstücü bir filozof-şair: Bachelard
    Akıl-üstücü bir filozof-şair : Gaston Bachelard

    Başlangıcından bu yana bilimle yakından ilgili olan Fr
    ansız felsefesinde epistemoloji terimi, genel kullanımının tersine, bilgi teorisini değil, bilim felsefesini, hatta bilime dayalı bir felsefe anlayışını ifade eder. Terimin bu anlama gelmesinde ve Fransız tarzı epistemolojinin gelişmesinde G. Bachelard’ın önemli bir yeri vardır. 1930’lu yıllarda, Sorbonne’da, her şeyden çok bilim tarihi ve felsefesiyle uğraşmaya kendini adayan bir ekibin üyesi olan Bachelard, Fransız epistemolojisinin yöntem ve kavramlarının şekillenmesinde belirleyici rol oynayacak; G. Canguilhem, L. Althusser ve M. Foucault gibi filozoflar için önemli bir referans olarak kalacaktır. Bachelard’ı özel bir filozof kılan yanlardan biri de, bilim felsefesini edebiyat eleştirisiyle kendine özgü biçimde birleştirmesidir.


    Epistemolojik Kopuş

    Bachelard’ın epistemolojiye kazandırdığı en önemli kavram, kopuştur. Filozof epistemolojik kopuş kavramını en temel noktada tartışmaya başlar: insan bilgisiyle hayvan bilgisi arasında bir süreklilik mi yoksa kopuş mu vardır? Bunun için filozof, Uygulamalı Rasyonalizm’de (1949), Meyerson’un sahibinin attığı eti havada yakalayan köpek örneğine döner: Meyerson köpeğin “bu cismin yörüngesi”ni önceden bildiği ve hayvanın bilgisinin ilkel insanınkinden farklı olmadığını savunur. Bachelard ise, bu görüşe karşı çıkarken bilimsel bilgi kavramına ağırlık verir: Ona göre, ne sahibinin ne de köpeğin “bilgisi” bilimsel bilgi değildir; çünkü burada söz konusu olan bilimsel bilgi (mekanik), Meyerson’un sandığı gibi dolaysız eylem alanına ait değildir. “Yaşanmış hareket pekala insanla köpek arasında bir süreklilik kurabilir,” der Bachelard, “ama düşünülen hareketin mantığını bize mekanik bilimi verir ve hayvan zekasıyla rasyonel zeka arasındaki her türlü sürekliliği ortadan kaldırır. Hesap sözcüğünü hem eti havada kapan köpeğin davranışı hem de mermisini gönderen bir topçunun yöntemsel önlemlerini nitelemek için kullanamayız.” Dolayısıyla yalnızca hayvanın “bilgi”siyle değil, insanın gündelik bilgisiyle bilimsel bilgi arasında da bir kopuş vardır.

    Bilimsel bilginin gündelik bilgiden epistemolojik kopuşunu açmak için Bachelard, ikincinin ampirik niteliğinin karşısına ilkinin rasyonelliğini çıkarır: bilim, doğada bulunmayan, kendi yarattığı olgular üstüne akıl yürüttüğü ölçüde, gündelik bilgiden ya da “yaygın kanı”dan kopar.

    Filozof, bir başka örnek olarak, elektrik lambası üstünde durur. Akkor telli elektrik kablosunu kuran teknik, 19. yüzyıla kadar bütün insanlığın kullanmış olduğu aydınlatma tekniklerinden gerçekten kopmuştur: “Bütün eski tekniklerde aydınlatmak için bir maddeyi yakmak gerekir. Oysa Edison’un lambasında, teknik marifet bir maddenin yanmasını önlemededir. Eski teknik bir yanma tekniğidir. Yeni teknikse bir yanmama tekniğidir.” Fakat bu diyalektikle oynamak için büyük bir rasyonel bilgi gereklidir. 18. yüzyılın elektriğe ilişkin doğal biliminde ateş, elektrik ve ışık arasında tözsel bir eşdeğerlilik vardı. “Böyle tözcü bir elektrik anlayışına bağlı bir elektrik tekniği, elektriği ateş-ışığa çevirmeye çalışacaktı, görünüşte kolay bir dönüşüm, çünkü bu iki biçimde, elektrik ve ışıkta, aynı maddi ilkenin söz konusu olduğu varsayılıyordu.” Bu durumda yapılması gereken şey basitti, bu ateş-ışık olan elektriğe gıda sağlamak yeterliydi. Böylesi bir doğal fiziğin elbet kendi mikrofiziği de vardır: Gizil ateş, maddenin küçük peteklerine hapsedilmiştir. Yakmak da ateşi bu petekçiklerden kurtarmak demektir. Bachelard bu tür imgeleri gözlem ampirizminin kolayca kendi sistemini kurmasına ve bir tür kozmolojiyi hemen yaratabilmesine bağlar. Böyle şiirsel bir evren görüşünün tekniğe yol gösteremeyeceğini düşünür. Teknik, rasyoneldir, “rasyonel yasalardan, cebirsel yasalardan esinlenir.” Elektrik lambasını yöneten yasa ise Joule’ün enerji, direnç, yoğunluk ve zamanı formüle eden malum cebirsel yasasıdır. Dolayısıyla, elektrik ampulü bilimsel düşüncenin yarattığı bir nesnedir.


    Pedagoji olarak Bilim Felsefesi
    Fransız filozof sıradan bilgi ile bilimsel bilgi arasında sürekliliği reddettiği gibi, bilimsel bilginin tarihte ilerleyişinde de önceliği sürekliliğe değil kopuşa verir; bilimsel bilginin motoru, daha önceki her türlü bilgiden ve tasavvurdan kopuştur. Ancak kopuş kavramı, naif ampirizmde olduğu gibi, gözlemci ya da bilim adamını bir tabula rasa olarak varsaymaz; tersine, bilim adamı kendisini kuşatan, donatan bütün bilgilerden kuşku duymalıdır; araştırmasını hazır cevapların değil, soruların yönetimine verdiği ölçüde özgürleşir. Epistemoloğun görevi de, Bachelard’a göre, bilim tarihi üstünde çalışarak, geleneğin, genel kültürün, eğitimin ve şiirde anlatımını bulan insanlığın evrene ait hayallerinin bilim adamının ufkunu kaplayarak, bilimin ilerlemesini nasıl engellediğini göstermektir; böylece epistemoloji, nesnesi bilim tarihi olan bir pedagoji olarak tanımlanır.

    Bu aşamadan sonra Bachelard’ın çabası, bir yandan, bilimin ilerlemesini engelleyen irrasyonel tutumlar diye tanımladığı epistemolojik engellerin bir dökümünü yapmaya yönelir. Bilimsel Aklın Oluşumu’na (1938): ilk aşılması gereken engel, “kanı”dır: “Bilim,” der filozof, “ilkece olduğu gibi tamamlanma ihtiyacında da, kanı ile karşıtlık içindedir.” Çünkü kanı düşünmez, olsa olsa bir ihtiyacın ifadesidir ve böyle olunca da nesneleri tanımayı engeller, kanı bir cevaptır; oysa bilim sorudur, önemli olan da soruyu doğru sormak, doğru soruları ortaya atmaktır. “Bilimsel ruh,” diye devam ediyor Bachelard, “anlamadığımız sorular, apaçık ifade edemeyeceğimiz sorular üstüne kanı sahibi olmayı yasaklar bize.”


    Bilimin Önündeki Bir Engel: Okul
    Bir yandan da bu epistemolojik engelleri örneklemeye ve analiz etmeye yönelir: epistemolojik yapıtları bilim tarihinde nesneye ilişkin tasavvurdaki değişmelerin yol açtığı ilerlemelere örneklerle dolu olduğu halde, okullarda verilen bilim eğitiminin yol açtığı donuk bilim anlayışının, genel kültür halini alan bilimsel bilgilerin yenilerinin anlaşılmasını engelleyişi üzerinde ayrıca durmak gerektiğini görür. “Bir kez okulda öğrenmiş olmak,” diyor filozof, “yeniden öğrenme konusundaki gönülsüzlüğün bahanesidir çoğunlukla.” Bu entelektüel tembellik gerek yeni bilgilere açık olmayı engellemesiyle, gerekse yeni bilgilerin eskilere referansla, onların gölgesinde alımlanmasına yol açmasıyla bilimsel gelişmeyi aksatır. Okulda öğrendiğimiz bilimsel bilgiler ve yöntemin sıkıntılı olduğunu fark etmeyiz çoğunlukla: “olguları alıkoyarken, nedenleri unuturuz ve böylece ‘genel kültür’ belleğin ampirizmine teslim olur.” Zorlu fizik dersinde kötü öğrencilerin en iyi anladığı şey ampirik formüllerdir: “İyi kurulmuş bir teorinin parçası olsalar bile, bütün formüller ampirik formüllerdir,” onlar için ve “formülün, herbir özel duruma uygulanması yeterli olan bir dizi sayıdan ibaret olduğunu sanırlar.” Entelektüel tembellik için, ampirizmde hapsolup kalmak, olguların ötesine geçip yasalar aramaktan çok daha kolaydır. Bilimin özü, yanıldığını anlayıp, bilim kılığına girmiş bile olsa önceki yanılgılarından vazgeçmek, en büyük yol göstericisi olarak bizzat kendi hatalarını kabul etmek olduğu halde, okulda bilim eğitimi verenlerin hatayı asla akıllarına getirmemeleri ironik bir durumdur; uzun yıllar ortaöğretimde çalışmış biri olarak, Bachelard, bu noktada kendi deneyimine gönderme yapar:


    “Şimdiden uzun diyebileceğimiz bir kariyer boyunca, bir eğitimcinin eğitim yöntemini değiştirdiğini hiç görmedim. Eğitimcide başarısızlık duygusu yoktur, çünkü kendisini her şeyi bilen hoca olarak görür. Öğreten emreder. Buradan da bir dizi içgüdü dökülür ortaya. Hocanın öğrenciyle psikolojik ilişkisi kolaylıkla hastalık-üretici bir ilişki olur.”


    Bütün bunlar üzerinde yeri geldikçe durduğu halde, Bachelard’ın son yirmi beş yılında dikkatini en çok yönelttiği ve en çok emek verdiği nokta, insanlığı çevreleyen temel maddeler hakkındaki mitolojik, mistik fikirler ve hayallerin bilim adamını duraklatması olmuştur.


    Aklın Psikanalizi
    Bachelard’ın edebiyat eleştirisi ve analizleri, işte bu bilimsel pedagojinin bir parçasıdır ve amacı bilimin önünü tıkayan epistemolojik engellerden biri olarak düşgücünün yol açtığı sorunları göstermektir. Filozof, hayalperest ve mistik olan ilkel zihniyetin modern insanda hala varlığını koruduğuna inanmaktaydı: “Çağdaş bilim eğitimi”, diyordu, “aslında, geçmişin düş kurmaya uygun koşullarını ortadan kaldırmamıştır.” Bilim adamı dahi kendi mesleğini icra etmediği zamanlarda, geleneksel düşünme biçimini korumaktaydı. Bu zihniyet özellikle modern şiirde yeniden yaratılıyordu: “Düşleri sanat, edebiyat gerçekleştirir, bilim değil,” diye vurguluyordu filozof. “Şiir ve bilimin üzerine kurulu olduğu eksenler birbirinin tam tersidir.” Zira şiir, nesneyle bir özdeşleşmeyi, nesneye yönelik bir sempatiyi gerektirirken, bilim nesneye ilişkin tam bir soğukkanlılığı, hatta antipatiyi zorunlu kılıyordu. “Felsefenin tek yapabileceği, şiir ile bilimi birbirini tamamlar hale getirmek, onları kusursuz karşıtlar olarak birleştirmektir.”

    Fransız filozofun şiirsel metinleri çözümlemek için başvurduğu yöntem psikanalizdir. Psikanalizde genel bir zihin yorumu ve onu irrasyonel tutumlarından arındırmaya yarayacak bir araç bulur; psikanaliz, bilimi düşgücünden kurtaracak, düşleri aklın dünyasından kovacak bir tür ilaç, en azından bilimsel düşünceye kendi bilinçaltını gösterecek bir aynadır: “Görgücü ve bilimsel bilginin temelinde bile bilincine varılmamış değerlerin etkisi vardır. Bilimsel yaşantı içindeki çocukluk yaşantısının izlerini göstermeliyiz,” der; bu şekilde bilimsel düşüncenin bilinçaltını ortaya çıkarmak ister.

    Böylece filozof ilk şiir incelemeriyle çağdaş olan Bilimsel Aklın Oluşumu’ndan (1938) itibaren “tartışmacı akıl”, hatta “kendi kendisiyle tartışan akıl” kavramlarını geliştirir; Descartes ve Kant’ın aksine, aklın ilanihaye tanımlanabileceğine inanmaz ve kendi kendisini sürekli yeniden kuran, önündeki engellerle mücadele eden bir akıl tasavvuru üstüne bina eder düşüncesini; aklı “bölgeselleştirmesi”yle de geleneksel rasyonalizmden iyice kopar. Bachelard, gerçeküstücü ozanlarla girdiği ilişki içinde onlardan esinlenerek “akılüstücülük” terimini türetir, anarşiye varacak ölçüde “kendisinden” bile “kurtulan” bir akıl anlayışına özendirmek ister.


    Dört Unsurun Şiirselliği
    Böyle olunca Bachelard’ın metin analizleri, bütünden ziyade parçaya, üslup, kompozisyondan ziyade şiirlerin imgelerine yönelir; bu imgelerin ardında gizli insanlığın düşlerini, korkularını bulup çıkarmaya çalışır. İmgelerini incelemeyi seçtiği maddelerin, dört temel unsur etrafında toplanması da tesadüf değildir: ateşin yanı sıra, su, hava ve toprak.

    Mumun Alevi, Ateşin Psikanalizi ile birlikte ateş nesnesinin çevresinde oluşturulan imgelere vakfedilen emeğin bir parçası; alev imgeleri üstüne, yer yer değme şairi kıskandıracak güzellikte, felsefi bir metin, hatta filozofun girişte kullandığı ifadeyle, “düşünceyle yazılmış” bir şiirdir; Bachelard’ın kendi benliğini gizlemediği, hülyalarını olmasa bile, başkalarının hülyaları karşısında hissettiklerini yazmaktan çekinmediği, az çok kişisel bir yapıt; bu yönüyle de Ateşin Psikanalizi’nden ayrılan, sistematik incelemeden ziyade deneme sayılabilecek bir metin.

    Uzamın Poetikası ise dört unsurun içinde tezahür ettiği mekanı, geleneksel olarak geometrinin nesnesi olan mekanı, bambaşka bir yöntemle, psikanalizin yerini bıraktığı femonolojiyle ele aldığı, bir anlamda başyapıtı sayılabilecek bir metin; özgünlüğünün derecesini ise, yayınlandığından bu yana gördüğü ilgiden daha iyi ne gösterebilir?

    Son olarak okura, okurca bir uyarı: Bachelard okurken, beğendiğiniz satırların altını çizmekle uğraşmayın; yorulursunuz!


    Savaş Kılıç
    Cumhuriyet Kitap Eki,

    Mayıs 2008.

    Cevap Yaz
  • Tayyibe Atay
    Tayyibe Atay 07.10.2011 - 12:51

    iyi de,cıva öldürür insanı valla!..:)))))hacıyatmaz bile oluruz onun sayesinde...

    devril o yana,devril bu yana
    dersin ama
    deviremezsin beni Necati!..

    :)))))))

    saygı ve sevgiler herkese...

    Cevap Yaz
  • Arap Naci Kasapoğlu
    Arap Naci Kasapoğlu 07.10.2011 - 11:46

    pirimiz..dedemiz

    :)

    Cevap Yaz
  • Arap Naci Kasapoğlu
    Arap Naci Kasapoğlu 07.10.2011 - 11:46

    aslen Vingt mille lieues sous les mers Necati dir O..aklı nasıl köpüklenmesin?

    Cevap Yaz
  • Arap Naci Kasapoğlu
    Arap Naci Kasapoğlu 07.10.2011 - 11:31

    bana kalırsa şiirin geleceği yok..nazire mi yazsak naapsak

    Cevap Yaz
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan 07.10.2011 - 11:29

    evet civa enterasan bir metaldir zati. duygular da civa gibi değişir durur yere zamana göre. ama ne gelir elden bazen kızmaktan başka.

    Cevap Yaz
  • Arap Naci Kasapoğlu
    Arap Naci Kasapoğlu 07.10.2011 - 11:23

    sana kolay da Necati'ye kolay mı Osman

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 22 tane yorum bulunmakta