Çikolatalı Poğaça Şiiri - Yağmur Yerlikaya

Yağmur Yerlikaya
11

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Çikolatalı Poğaça

Yine bir pazartesi sabahının verdiği sendromların kıvranışlarıyla güne ilk “Merhaba”sını yaptı Yosun..

Aslında dünden kendini hazırlamıştı işe gitmek için fakat gece hiç uyuyamadığından olsa gerek, bir türlü kalkamıyordu sıcak yatağından.. Şeytan mıydı onu dürten yoksa acılar mı diye düşündü.. Cevabını bildiği soruları sormak nasıl bir çelişkiydi.. İşe gitmek istememesinin tek sebebi Mehmet’ti şüphesiz.. Artık yüzüne bile bakmak istemiyordu onca yaşanandan sonra. Mecburdu, kalktı ve her günkü gibi ihtişamıyla yollara düştü..
Nihayet otobüs durağına geldiğinde saat 08:00’ a varmak üzere idi.. İş saatine az bir zaman kalmıştı ve hala kahrolası otobüs gelmiyordu. Acaba ne zaman gelir diye hareket amirliğine doğru yönelecekken bir anda o korkunç sesiyle otobüs durağa yaklaşmıştı. Herkes bir bir giriyordu otobüse. Ah bütün yerler dolmuştu şimdi yarım saatlik yolu ayakta geçirmek zorundaydı..
Otobüse bindiğinde yüz kadar kişi vardı muhtemelen ve kendisi de dahil olmak üzere kimseyi tanımıyordu. Herkesin yüzü yabancıydı.. Birinin gözleri küçük diğerinin ise boyu çok kısaydı ve tutunacak yerlere var gücüyle asılıyordu. Yazık diye düşündü Yosun..

Tam o sırada bir gençle göz göze geldi. Ne kadar da temiz bir yüzü vardı gencin. Sanki suların berraklığında dünyaya gelmiş ve günahlarından arınmış olarak büyümüştü. Yosun tüm bunları düşünürken genç yer verdi ve; “Buyrun oturun siz.” Dedi.. Yosun bu duruma hem çok sevinmişti hem de utanmıştı. Aslında yer vermekle utangaçlığın ne alakası vardı. Sanırım saçmalıyordu hafiften.
Genç belli etmese bile Yosun’u izliyordu camdaki yansımasından.. Yosun’un gözleri çoktan yola dalmıştı. Şişli’nin kalabalığından arınıp nihayet evi gibi gördüğü yerlere gelmişti otobüs. Zincirlikuyu’daki mezarlığın önünden geçerken bir anda ürperdi Yosun..

”Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır..” Bu sözü her okuyuşunda aynı duygu oluyordu Yosun’da.. Bir kalp sıkışması ve ne yapacağım endişesi.. Nihayet mezarlık korkularını bitirdiğinde Portakal Yokuşu’na varmışlardı.. Ne kadar da güzel bir ismi vardı. Ona hep memleketini hatırlatıyordu. Portakal kokusuna bezenmiş doğduğu yeri.. Özlüyordu aslında her şeyi ama çalışmak söz konusu olunca eli mahkumdu İstanbul gibi boğucu bir şehirde yaşamaya..

Nihayet Ortaköy’e vardı ve indi otobüsten.. Denizin hoş kokusu sabah sabah içini açmıştı.. Doğruca işe gitti ve her zamanki çikolatalı poğaçalarını unutmadı elbette.
Mehmet tam da kapının önündeydi. Evet artık biliyordu günü berbat ve ötesi geçmeye hazırdı..
Mehmet, Yosun’u kolundan çekti ve “Konuşmamız lazım acilen” dedi. Yosun çok şaşırmıştı ama gitmekten başka çaresi yoktu. Sanırım dinlemek istiyorum diye düşündü ve Mehmet’in ardı sıra gitti. Tenha bir yerde Mehmet Yosun’un gözlerine baktı ve; “Seni hala çok seviyorum..” dedi. Yosun kaskatı kesilmişti fakat bu söz karşısında gevşemedi. Bir heykel gibi istifini bozmadı ve oradan çekti gitti.

Çalıştığı ana binaya girdiğinde bütün kasvet içine dolmuştu sanki. Boğuluyordu. Kendini bilmez adımlarla ilerledi ve “Sosyal Hizmetler” binasına geçti. Kime hizmetti.. Ne içindi.. Tüm bu çektiklerine değer miydi mutlu değildi sonuçta..
Ani bir kararla müdürenin odasına geçti ve işten ayrılmak istediğini söyledi. Müdüre itiraz etmemişti çünkü Mehmet’i seviyordu ve tek kıskandığı kişi Yosun’du.. Eşyalarını topladıktan sonra kimseyle vedalaşmadan hemen binadan ayrıldı. Çok mutluydu.. O güne kadar tatmadığı bir huzur vardı. Bundan sonra ne yapacağını düşündüğünde aslında pekte umrunda olmadı. Nasıl olsa bundan sonraki hayatını çalışmadan bile sürdüreceği kadar parası vardı.

Bunları düşünürken bir yandan da aşık olacağı adamı düşündü.. Ne de güzel hayalleri vardı ona dair. Kısa boylu olacaktı. Birçok kızın istediği gibi değil yani. Ona özeldi bu hayal.. Kimsenin istemeyeceği şeyi o istiyordu ve böylece herkesten farklılaşıyordu. Yosun’dan kısa olmalıydı ve biraz da kilolu olması şarttı. Ahım şahım bir yakışıklılık değil, yüzüne baktığında dünyayı unutturacak ve huzurun gölgesinde kaybolacağı biriydi sadece.. Yoktu böyle bir insan. Olamazdı da zaten. Hem ne zaman olmuştur ki herkesin her istediği..

Bunları düşünürken o’nu gördü.. Gözlerine inanamadı oysa. Evet o’ydu ve işin ilginç tarafı elinden tutmuş götürüyordu Yosun’u.. fakat adını bile bilmiyordu ki nasıl olurdu. Genç bunu anladığı vakit sadece “Duman” diyebildi.. Acelesi mi vardı nereye çekiştiriyordu. Oysa isminin keyfine bile varamamıştı. Gözlerini isminden almıştı. Kasveti etrafı boğmuyordu aksine daha da şenlendiriyordu. Hiç tanımadığı birine karşı böyle olabilir miydi sahi.. Yosun; “Nereye götürüyorsun? ” diye sorduğunda Duman ise; “Bilmediğin kadar uzağa” dedi sadece.. Bu kadar mistik olmak çok mu hoş duruyordu onda. Yoksa Yosun kendini fazla mı kaptırmıştı..
Nihayet her yerin çiçeklerle dolu olduğu sanki yeni açılmış bir çiçekçinin kokteyline gelmiş gibiydi her yer.. Öylesine saf ve temizdi ki alamıyordu gözünü.. Biraz daha ilerledi ve uçurumun kıyısındaydı işte.. Aman Allah’ım ne kadar da korkunçtu. Sonsuzluk bu olsa gerekti. Uçurumdan aşağıya baktığında gözükmüyordu sonu. Derin, koca bir boşluktu karşısındaki manzara. Açsa kollarını kendini bıraksa.. Huzura erer miydi, yoksa pişman mı olurdu.. Öylece bıraktı kendini..Düştü..Düştü…Düştü.. Sonu gelmedi.. Sonu hiç gelmedi oysa.. Bedeni sonsuzluğa ererken ruhu nerdeydi acaba..

Bir araba, kuru kalabalık, kan.. Ve asıl önemlisi bir yakarış.. Kimdi bu.. Neydi.. Ses çok tanıdıktı aslında.. Yattığı yerden doğrulduğunda Yosun gözlerine inanamadı.. Annesiydi o.. İsmini haykırıyordu boğazı kuruyuncaya kadar, genzi patlayıncaya kadar.. Neydi onu bu kadar bağırtan.. Neydi feryadı isyanına sebep..

Annesinin bakışlarını takip ettiğinde ortaya görmeyi en son isteyeceği bile olmayan acı gerçek çıktı.. Yosun.. O ölmüştü.. Tam da derin düşüncelere dalmışken.. Her şey bir anda olmuştu o zaman.. Ama nasıl olur hayatının aşkı alıp götürmüştü onu en son.. Sahi o nerdeydi.. Duman.. Anlıyordu şimdi her şeyi.. Duman aslında gerçekten de dumandan ibaretti.. O sadece bir hayalden ibaretti.. Yosun’un bedeni yerdeydi ve ruhu sadece duyuyor ve görüyordu. Boşluktaydı hala.. Gideceği yer ve zaman vakti gelene kadar boşlukların içinde savruluyordu..

Artık anlamıştı ve alışmıştı sanki. Bir Fatiha sesi geldi uzaktan.. Gittikçe yakınlaştı. Fatiha’yı okuyan imam bana ne kadar üzülüyordu. Ya da beni ne kadar duyabiliyordu. Huzuru mu hissetmiş miydi de tebessüm içindeydi.. Yoksa işi rast gitsinler mi dolaşıyordu içinde.

Duştaydı sanki.. Üzerine su değil de toprak parçaları yağıyordu dört bir yandan.. Bu kadar mı meraklılardı beni toprağa karıştırmaya.. Dört kişi dört elden sarılmış her biri bir kürekle üzerime atıp duruyordu toprağı.. Sonra fark etmişti Yosun.. Toprak aslında sudan daha önemli bir nimetti. Suya değil toprağa karışıp gidecekti neticede. Dünyada kalamasa bile bak toprak onu sarıp sarmalıyordu ses çıkarmadan..

Sonsuzluğun dibi git gide gözüküyordu.. Acaba çakılacağı yer neresiydi ve neye benziyordu.. Sallana sallana düşüyordu gülün yaprağından düşüşü gibi bir anlık ve o kadar ihtişamlıydı..

Bir anda ayağı kaydı Yosun’un.. Neye uğradığını şaşırdı ve ayaklarından itibaren kan çekiliyormuşçasına farklı bir hisse kapıldı. Korkmuştu sanki.. Saate baktığında 09:00’ ı gösteriyordu.. İşe geç kaldığı için çok azarlanacaktı yine.. Rüyalarının sonu gelmiyordu ve bu yüzden uyanmakta zorluk çekiyordu.. Ama ne güzeldi diye düşündü.. Topraktan gelip dünyaya uyanmak.. Ve yine onun kollarında uyumak..

Yağmur Yerlikaya
Kayıt Tarihi : 19.2.2012 14:46:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Aşık Külhanî
    Aşık Külhanî

    Çok duygulu,çok etkileyici.....Anlatımdaki derin düşünceler ustalıkla resmediliyor...Hüzün...Yalnızlık.......Tebrik ederim.Tam puan...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Yağmur Yerlikaya