Silah ekonomisiyle ayakta duran, bizim gibi az gelişmiş ülkelerin sırtından geçinen ve asalak bir ülke olan Amerika, dünyaya sattığı eroin, esrar, morfin ve silah gibi insanlık ayıbı olan şeylerle dünya hakimi bir ülke olmaya devam ediyor, bunların yanı sıra çeşitli ülkelere kendi sanayisini kurma hakkı tanımıyor. Bizi ithalata ve tüketici olmaya bağımlı kılan Amerika özelleştirme kapsamı içinde ülkemizde sadece hazır şirketlere ortak oluyor yani bizim gelişmemize önayak olacak bir tutum yerine bizden götürme çabası içinde ve de bunu çok iyi bir şekilde başarıyor. Ölü yatırım ihtiva eden bu yatırımlardan elde ettiği kârı ve geliri kendi bankalarına yatırıyor, yani yeni silahlar ve uyuşturucular üretmek için bizi de bu oyunda figüran olarak kullanıyor…
Ülkemizde yatırım yaptığını söyleyen Amerika ülkemizin dört bir yanına ciklet fabrikaları açıyor , ve ülkemize kendilerinin geleneksel kültürü olan ciklet ve pop kültürünü yayıyor,yani tüm bunların yanı sıra bize ve her gittiği yere kan ve gözyaşı götürüyor.Bizde Amerika bize demokrasi getirecek hevesleri taşıyor, buna bel bağlıyoruz.
Ulus devlet miyiz acaba? Yoksa göbek bağıyla bağlı bir yarı sömürge miyiz? Bunu görmek için ekonomist,siyaset bilimci yada tarihçi olmamız gerekmiyor.Ülkemizde bilimsel çalışmalar yapılıyor mu,
Yada ne kadar yapılıyor? Kendi enerji, ağır sanayi, uçak otomobil,tranvay fabrikalarımızı kurup işletebiliyor muyuz? Hayır; peki ne yapıyoruz kocaman bir hiç
Tarım ülkesi olan Türkiye bugün, üretebilmesine rağmen buğdayını, mercimeğini, pirincini vs. başka ülkelerden almaya zorlanıyorsa bu demokrasiye ve bağımsızlığa hakim olmak mıdır yoksa günbegün hakimiyetin elden çıkması mı demektir. Bunun cevabı yukarda saydığım şeylerin kendi irade ve yetiyle her şeyi kendimizin üretmesidir, daha doğrusu ürettirilmesidir. Bugün ki içinde bulunduğumuz durum gayet somut ve belgelerle,yaşanmışlığıyla, yaşantımız da mevcuttur.
Haaaa Amerika’yla aramızdaki durum böyle de Avrupa’yla farklı mı? Hayır Yıllardan beri süren Avrupa hayranlığı ikinci bir Amerika değil midir? Peki, ekonomik ve kültürel bağımlılık değimlidir?
Hiç kuşkusuz ki, sırtımıza yeni sömürgeciler alıyoruz. Daha doğmadık bebelerimizin dahi borçlu olduğu amerikanın ardından, bir de Avrupa’yı sırtımıza almak faciadır. Ekonomisi zirvede olanlar her haliyle ekomomik gücünü kullanarak psikolojik baskı unsurlarını devreye geçirerek, kendi çıkarları doğrultusunda
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...