Zamanımızın en çirkef konusu; umursanmayanlar.
İnsanoğlu ciddi ve sistematik bir şekilde tasniflenmekte.
Modern zamanların kast sistemi ete kemiğe büründü.
Ne ağlanılası bir manzara.
Asıl korkuncu da insanoğlunun bunu bilmeyerek de olsa –bilerek yapanlarla beraber- hayatın vazgeçilmez kurallarından birine dönüştürmesi.
Bir nevi sapık bir tarikatın tüm insanlığı sarması.
Kaçıp, gitmenin kurtuluşumuz olduğunu düşlediğimiz anlar vardır.
Her şeyi geride bırakmak anlamlı, mücadele ise anlamsız gelir hep.
Ve görünen odur ki ne anlamlı olanı yapmaya güç yeter o anlarda
ne de anlamsızı istemeye.
Bir tür çelişki içerisinde gidilip gelinir,
bulunulan yerin hep aynı olduğu görüldüğünde.
Biline ki; bu hikaye bir Leyla Mecnun hikayesi değildir.
Kerem ile Asli hiç değil.
Masallarla avutulanlara bunlar yeterlidir elbet.
Uyumayanlar için ise sadece can sıkıcı.
Aşk kutsallığının gölgesine sığınıp,
her daim sadece aşık olmayı becerebilenler –beceremeyenler-
Kulağındaki çınlama azalmıyordu sanki.
Duyduğu iğrenç ve uzun süre devam eden ses
dakikalar geçmesine rağmen beyninde gezinmeye devam ediyordu. Sürücüye, klakson sesinden sonra dönüp okkalı bir küfür savurmak istemişti ama o an değişik bir refleksle kendisini vazgeçirmişti.
İşin açıkçası herkesin yaptığı buydu,
ve yapılan hiçbir şey getirmiyorsa
denenmişi tekrar yapmanın hiçbir mantığı yoktu.
Yorulmuştu artık, bıraktı kalemi elinden.
Bu kadarı fazla olmalıydı, zonklamadaydı beyninin bir köşesi zira.
Ne yapacağına karar vermemiş bir ürkeklikle mutfağa gitti.
Hiç bu kadar suya özlem duymamıştı sanki…
Damarlarında serinliği hissettikten kısa bir süre sonra da elindeki sigaranın dumanını hissetti.
Derin iç çekişler arasında sigara dumanının ciğerlerinde yol almasını garipsedi birden.
Bizans İmparatorluğunun şaşaalı, devrinde geçer hikaye.
Yer Yedikule Surlarının kapısı.
Kapının önünde üç sarhoş:
biri şarap, öbürü kokain, daha öbürü de esrar sarhoşu.
Surların kapısı kilitli durumda.
İçeri girmeye niyetleri var ama, nasıl girecekler?
Ne zaman başladığını hatırlayamadığı bu yolculuk
ve yanı başında duran karalanmış kağıtlar.
Sona geldiğinin haberini verir gibiydi.
İçi çok rahattı aynı zamanda.
Tıpkı en büyük davasını kazanmış bir avukat
ya da kalesini son damla kanına kadar savaşan bir kumandan gibi hissediyordu kendini.
Önünde duran çantasına buruklukla göz gezdiren zamandan kopuk
ve düşüncelerle sarmalanmış o adam benim.
Boş otogarların efendisi,
çevresindeki demir oturaklarda uyuyanlara, uyuklayanlara, d
ergi karıştıranlara ya da sadece oturanlara ne kadar benziyordu? Düşünceler, boğmakta aklını.
Bazen çok uzaklardan fırlayan, bazen şah damarının tam içerisinde beliren düşünceler.
Modern çağın laneti;
cüzzamlı hayata meydan okumak gafleti
ve hiç bu kadar yükselemeyen insanoğlunun vardığı en üst noktanın seyiri. Yakalanan yada ulaşılan en üst nokta, çok garip bir ironi.
Kendi kendini iğrenç hissettirme cephesinde çarpışan garip kumandanlar ve süslü savaş arabaları.
Bir armageddon sevdası içerisinde Deccal özentili yığınla kalabalık.
Umulur ki sadece kalabalık olarak kalsınlar.
Uyandığında sabahın bayağı gerilerde kaldığını anlamıştı.
Kulakları ağır sesleri çok çabuk algılamıştı zira.
Kalktı, sabah kalkıp hazırlanan herkesin yaptığını yaptı.
çayın demlenmesiyle beraber bardağıyla uzandı odasına.
Bir şarkı seçmeliydi kendine.
Zira çayın tadı daha bir güzel çıkardı, adam gibi müzikle.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!