Dünya tüm canlılar için… Tanrı yaratmışsa, saygılı olunmalı tanrının yarattığına… Doğanın bir parçasıysa canlılar, saygı duymalı birbirine parçalar…
Söz konusu insan olunca, saygılı olmalı insan insana… Elde edilen sonuç bu insanlık tarihi boyunca… Saygı görmek isteyen saygılı olmayı bilmeli… karşılıklı ve eşit olmalı insan ilişkileri…
Yüzyıllarca mücadeleler sonucu insan hayvanlıktan barbarlığa, barbarlıktan insanlığa ve medeniyete mücadelelerle geçebilme çabasında… Alınan yol küçümsenemeyecek boyutta… Ama hala büyük engeller var arada…
‘’Hedefi belli olmayan gemiye hiçbir rüzgardan hayır gelmez! ’’ demişler.
İnsanlığın hedefi ne? Hepimiz mutlu yaşamak istiyoruz, mutlu olmak için mücadele ediyoruz.
İşte bütün mesele bu mutluluğa giden yolda… Daha çok mutluluk arayışında… Egolarda…
Kendi daha çok mutlu olabilmek için diğerlerinin, gücünden faydalanma çabalarında… Dünyayı, tabiatı kendi mutluluğu için paylaşma ve en iyi parçayı kapma yarışında… Mülküyet hırsında…
İnsanın, insanlık öncesi durumdan insanlığa geçiş tarihi 200 milyon yıl olduğu bilindiğine göre, yerleşik döneme geçişi 10 bin yıl kadar, modern üretim biçimine geçiş ise, 300-350 yıl öncesine dayanmakta…
Yerleşik düzene geçişi, mülküyet edinmeye başlangıç olarak ele alırsak, savaşların da başlangıç dönemi olarak da anılabilir… İnsanların yaşamak için, hayatta kalabilmek için verdikleri mücadele, on bin yıl öncesinden bu yana damla damla, birinin diğerinin üzerinden kazanma, mutluluk elde çabalarının da başlangıcı demektir.
Yani insanlar en büyük kazancı diğer insanların kazacından elde etmeye çalışmışlar… Ortaçağ dönemlerindeki savaşlarda Krallar, binlece askeriyle gelip geçtikleri yerlerde, işlerine yarayan canlıları tutuklayıp hizmetlerine koşmak, işlerini gelmeyenlerin hayatına son vererek zenginlik elde etmişlerdir. Mutluluğu yalnızca kendilerine hak gören bu zihniyetin tek savunması sermaye birikimi ve o biriken sermayenin toplum hizmetinde kullanıldığı… ya ölenler, sefillik içinde yaşayanlar?
Medeniyet çağı olarak gördüğümüz son yüz yılda bile, yüzün üstünde savaşla yüz yüze gelen insanlık, bu birikim için milyonlarca insanın hayatına sebep olmuştur.
Bu mücadeleler sonucunda, toplumlar, ezilenler ve ezenler diye, mutluluğu sadece kendilerine hak görenlerle, mutluluklarını elde etmek için mücadele edenler olarak ikiye ayrılmıştır.
Yönetenler, egemen olanlar çıkarları doğrultusunda, daha çok refah için, diğerleri üzerindeki güçlerini artırabilmek için, daha çok mülküyete sahip olmak için yollarını çizmişler, buna karşı ezilenler mutlu olabilmek için, daha fazla insanlık talebi için mücale etmeye başlamışlardır…
MÜLKÜYET ve İNSANLIK, böylece iki zıt kutbun mücadelelerinde çizilen yolun hedefleri olmuştur…
Mülküyet için mücadele edenlerin sistemi KAPİTALİZM, mülküyetleri çalışanların üstünde baskı kurarak, onları karın tokluğuna çalıştırarak, üretimlerinin büyük kısmına el koyarak güçlenmiştir.
Mutluluk isteyen çalışanlar ise, bu baskılardan kurtulmak, insanca yaşam sürdürebilmek için, tarih boyunca mücadele etmişlerdir. Bu mücadele günümüzde de devam etmektedir…
Büyük güce sahip olan Kapitalizm, elindeki imkanları koruyabilmek için, modern silahlarla kendini güvenceye almış, bu düzene karşı gelen güçleri sindirmek için acımasızca kullanmaktadır.
Güç ve korku, insanlar olarak kabus haline gelmiş, korku ve mutluk arasında tercih yapmakla karşı karşıya bıraktığı bazı insanları kendi saflarına çekerek, ezilenleri değişik yöntemlerle çaresizliğe düşürerek, egemenliğini sağlamlaştırarak sindirmede etkili olabilmektedir.
Hak taleplerinin bilinçli hale gelmesi, egemen güçleri korkutmuş,’ çok sayıda yararlı şeyin üretimi için, çok sayıda yararsız insanın yaratılmasını’ kendine hedef olarak koymuşlardır…
Bunun en belli başlı aracı da eğitimdir… Eğitimde geri kalmak yaşamda geri kalmakla aynı şeydir…
Bu gün ülkemizde bunun en somut örneği yaşanmaktadır. İnsanların bir kısmının dilini yasaklayarak, onları diğerlerinden geri bırakılarak, üretim araçlarının bir parçası haline dönüştürmek, ucuz işgicü olarak hazırda tutmak… Diğer kesimde de yanlış bilgilendirme ile, güçlü kitlesel iletişim araçları ile, insanları, ırkları, dinleri, mezheplerine göre bölerek, bu bölünmeyi bütün insanların çıkarı içinmiş gibi lanse eden probagandalarla… Ayrıca kendi modern güçlerinin baskısıyla yıldırarak, ezilenleri birbirine düşürüp, kendileri aslan payını alma hesapları peşindeler… alıyorlar…
Hergün yaşanan olaylarda görüyoruz ki; sisteme hizmet eden tetikçiler, korunuyor kollanıyor, cezaevlerinden kaçırılıyor, bir kısmı yaptıkları haksız uygulamarda cezalandırılmak şöyle dursun ödüllendiriliyor…
Diğer taraftan ise; milyonlarca halkın seçtiği insanlar sudan sebeplerle tutuklanıyor cezaevelerinde sorgusuz sualsiz yıllarca tecrit ediliyor. Bir kısmı, kayıplara karışıyor, yıllarca gömüldüğü yer bile bilinmiyor. Kaydı bilinmeyen binlerce ölünün suçlusu artık ortaya da çıktı, bu sistemi sürdürmek isteyenlerin elinde bulundurduğu yönetim mekanizması… yönetim aracı…
Toplumu kendi için yararsız insanlar üreterek rahatlamak isteyen haksızlar, toplumun sesi olabilme adına kurulan sosyal demokrat partiler bile kendi üyesi olan aydınların öldürülmesine, ‘’söz konusu olan devlet ise, her yol mübahtır’’ anlayışıyla, devleti, bütün toplumun devleti olarak kabul ettirmeye çalışmışlardır. Bu uğurda bir çok aydın insanın katline ses çıkarmamışlardır.
Oysa devlet örgütlenmesi, bir bir insanların altından kalkamadığı işlerin, toplu halde yapılanması için düşünülmüş ve hayata geçirilmiş bir örgütlenmedir. Yani kuruluş amacı insanların mutluluğu, zor işlerin ortak yapılabilmesi, insanların yaşamlarındaki yükün hafifletilmesidir.
Ayrıca egemenler, işçiler sosyalizm istiyor diye sosyalist olduğunu iddia eden partiler de kurabiliyor… Bu taktiklerle emekçiler oyalanıp yanıltılıyor… Her türlü bölünme onların ekmeğine yağ oluyor.
Bu kadar çok haksızlığa karşı ne kadar susulabilir… Cumhuriyet döneminde kaç yıl darbesiz, sıkıyönetimsiz, OHAL’siz yaşayabildik? Her darbede binlerce insanı çürümeye sevkettiler…
Böyle yönetimlere karşı yapılan eylemleri nasıl suçlayabilirsiniz? Demokratik yönden mutluluğunu elde etme umudunu kaybeden insanları nasıl dağa çıkmakla suçlayabilirsiniz? Yaşamak her canlının en kutsal hakkı değil mi?
Dağa çıkanların yalnızca Kürt sorunları için dağa çıktığını iddia etmek haksızlıktır… Bu sınıfsal sömürünün dayanılmaz baskılarından bir kaçıştır. Bütün insanlık için mücadelenin garanti altına alınmasıdır. Her savaşta hatalar olur. Yanlışlar olur. Roboski olayı yanlış (bilerek yapılan) olduğu gibi…
Yanlış yapmamanın tek yolu savaşsız, demokratik bir ortamdır. Bu ortamın sağlanmasında egemen güçler illa bizim dediğimiz olsun diye diretip, karşı tarafı zayıf düşürerek masaya oturma hesabında olabilirler. Ama insanın asıl hedefi mutluluk olduğuna göre, onu elde edemeyince varılacak sonuç yine aynı olacaktır. Yapılması gereken, insanların mutluluğu için ileri bir adım atabilmektir. Tarihin tekerleği geriye dönmez. Bunun ileri bir hamle yapmasına katkıda bulunanlar da tarihte yerini alır. Bu cesaret ve kararlılık isteyen bir adımdır.
Bu anlamda ÖLÜM ORUÇLARINA yatan insanların, insanlık için kendilerini feda etmelerine duyarsız kalınmasın… Onlar düğümü çözmek için uzanan parmaklardır. Onların ölümü, o parmakların kırılması olacaktır. Bu kötü sonuç, yalnız İNSANLIĞI savunanlar için değil, YÖNETENLER için de kara bir leke olacaktır. AMPUL olmak isteyenler, ülkeyi aydınlatmak isteyenler durumu bir daha gözden geçirmek ve olumlu sonuçlara bağlamak, insanlık için tarihi bir karar olabilir.
DÜNYA HEPİMİZE YETECEK KADAR BÜYÜK: ÜLKEMİZ HEPİMİZE YETECEK KADAR BÜYÜK ve VERİMLİ
Düz yollarda yürümek farkı göstermez, engebeli ve dik yokuşlar gösterir insanın farkını…
Kayıt Tarihi : 16.11.2012 10:42:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmet Halil](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/11/16/ciglik-ve-suskunluk.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!