Çocukluğumun siyah beyaz anılarında kalan tek renkti madımak otu birde yağmur sonrası toprak kokusu. Hiç çamurlanma korkum olmadı. Ben en güzel oyunlarımı tek katlı yığma tuğla, pencereleri tahtadan, annemin çeyiz sandığı perdelerinin arkasında, oturma odamızın o küçük penceresinden dışarıyı seyrederken oynadım. Saklambaçta ebe oldum herkesi sobeledim, futbolda gol kralı, çelik çomakta kazanan oldum. Gözlerimde hüzünüm yüzümde çocuk tebessümüm oldu. Benim hiç bisikletim olmadı. Hayata ilk adımı attığımda sekiz yaşındaydım ve aslında sekiz yaşım doğum günümdü benim.
Kayıp takvim yapraklarında bıraktım keskin kolonya kokulu çocukluğumu. Umudumdu o küçük boyası dökülmüş soğuk dört duvar arasında paslı karyolada yatan. Tüketilmemiş hayatım geleceğimdi hastane kokan heykeli yapılmış ayaklarım. Aslında ben hayata sekiz yaşında başladım. Annemin sırtında öğrendim okuma yazmayı. Annem ki koskoca bir yaşamı sırtlamış bir canımı fazla gelecekti? Yağmur, çamur, kar demedi tam beş yıl sırtladı yüreğini canını. Tam beş yıl kendi elleriyle teslim etti yüreğini öğretmenine ve ders bitiminde bekledi emanetini okul kapısında. O bir anne o bir eşti ve aslında sırtında koskoca bir yaşam vardı. Hani şiirlerde hep anlatılır ya benim babam dağ gibi adamdı mertti yürekliydi. Aslında şiirlerde anlatılan benim babamdı. Fabrikada asgari ücretle çalışan evinin direği, eşinin erkeği, çocuklarının koruyucu meleğiydi. İşçiydi benim babam. Hayalleri vardı umutları vardı geleceğe dair. Okutacak adam edecekti çocuklarını. Aldığı üç kuruşu hastanelerde bıraktı babam.
Yinede vazgeçmedi pes etmedi gece gündüz çalıştı. Dedim ya umutları vardı hayalleri vardı. Hayatın içinde işçiydi babam. Çocuk yüreğimle zordu yaşama tutunmak. Acısı vardı çocuk bedenimde hayata atılacak ilk adımın diyetiydi belkide.
Suskunluğumda sakladım içimde koşup oynayan çocuğu. Sahi siz hiç renkli rüya gördünüz mü? Benim rüyalarım hep renkliydi ben rüyalarımda çocuk oldum, hayallerimde oynadım bütün oyunlarımı. Rüyalarım kadar özgür, hayallerim kadar mutluydum. Annem o zamanlar söylerdi de anlamazdım. Şimdi çok iyi anlıyorum uyurken yüzümdeki tebessümü. Ben hep rüyalarımda çocuktum.
Hayata ilk adımı attığımda sekiz yaşındaydım. İnsanın hayatında ilklerin ne demek olduğunu çok iyi bilirsiniz. O ilk adımda doğdu güneş, o ilk adımda gözlerimin içi güldü, o ilk adımda heyecan, o ilk adımda korku, o ilk adımda hayat vardı ve annemin gözlerinden süzülen yaşlar babamın gözerinde umut vardı. Yeniden doğuş vardı. Hayata salınan sağlam bir kök vardı o ilk adımda.
Artık umutlarıma bir adım daha yaklaşmıştım ve o koskoca adımda yakalamıştım sanki hayatı yeni baştan. Geride kalmış hastane kokulu yedi yıla inat yeni baştan çocuk olmak, hayata yeniden çocuk doğmak, yeniden çocuk bakmak istiyordum. Yığma tuğla küçük evimizin penceresinden seyrettiğim hayatın içinde olabilecektim artık. İlk yapmak istediğim aklımdan ilk geçen neydi biliyor musunuz? Pencereden seyrettiğim ve siyah beyaz anılarımdaki o tek renk madımak otunu toplayıp anneme getirmekti. Canım annem seni çok seviyorum bugüne kadar sen bana baktın bundan sonra sana ve kardeşlerime ben bakacağım babamda gece gündüz çalışmak zorunda kalmayacak artık hiç üzülmeyeceksin hiç ağlamayacaksın demek geldi içimden.
Ve sanki ona olan borcumu böyle ödemek istedim.
Çocuk aklı işte! O koskoca ilk adıma adamlığı sığdırdım.
Ve ben çocuk olduğumda tam sekiz yaşındaydım.
Sahi siz kaç yaşınızda çocuk oldunuz?
Kayıt Tarihi : 11.11.2005 18:10:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Anne ve babanın yerini albilecek bir başka varlık yok ki bu dünyada.
Tebrikler güzel anlatıma dostum.
Saygıyla.
TÜM YORUMLAR (4)