Cemal-i Yare Bakarken Fehmi,Tevhid hançe ...

Nihat Gülle
613

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Cemal-i Yare Bakarken Fehmi,Tevhid hançerini Duymadı Canda.

Cemal-i yare bakarken Fehmi
Tevhit hançerini duymadı canda
Hasan FEHMİ KUMANLIOĞLU

H.Fehmi Hz.leri.bu harikulade beytinde ciltlerle kitaplara sığmayacak enteresan bir hakikatten bahsediyor; burada bir çok insanın bilmediği
manevi ruhani şehitlik mertebesinden bahsediyor, Bilindiği gibi şehitlik iki türlü olur.Birincisi,Allah yolunda vatan uğrunda kılıçla,topla,tüfekle bedenen can vermektir.
Buna zahiri şehadet mertebesi denilir.Elbette Allah yolunda yapılan cihat ve sonucunda gazi olmak da,
şehitlik te çok yüce herkese nasip olmayacak kadar eşsiz ele geçmez bir mertebedir.
Hakikat şehitliği ise yaşanır,anlatılmaz,bilinmez.H.Fehmi rumuzla da olsa bu hale işaret ederek çok değerli bir
hizmet yapmıştır.Burada anlatılan hal,tasavvufta fenafişşeyh,fenafilresul,fenafillah olarak üç safhada gerçekleşen kulun Hakkın varlık potasında eritip fani varlığından arınması olayıdır.Seyr-i sülukta “
Mürşidini Hak görmeyen insan olası değil.”denilmiştir.Mürşidini Hak olarak görmeye çalışır,Hasan Fehmi Efendisinin cemaline bakarken, görünmez bir el tarafından şehadet halini yaşadığını,tevhit hançeriyle
can verirken,o ebedi ve zevalsiz cemale bakmanın tarifi imkansız zevkiyle tevhit hançerinin acısını duymadığını anlatıyor.Bedeni şehitlikte benzer bir zevke erişilmesi nedeniyle şehidin ölürken hiçbir acı hissetmediği söylenir.Hz.Peygamber bu hali şu hadisiyle ifade etmiştir.
'Ölmeden önce ölünüz.'Dikkat ediniz kendinizi öldürün,diri diri toprağa gömün demiyor.Tasavvuf erbabı bu hale 'ihtiyari mevt' adını vermiş, 'ihtiyar-ı mevt olanlar,nur ile defin olundu' diyerek bu işin manevi bir hal olduğuna dikkat çekmişlerdir.Bu hal,anlatılmaz ancak yaşanır kabilinden derin bir hakikat olsa da dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalışalım.Kula; akıl irade ve ihtiyar yani seçim hakkı verilmiştir.
Fakat,bu hasletler kendisini Hak ve hakikat sahiline ulaştırana kadar verilmiş kutsal emanetlerdir.
'Emanet'i yere göğe teklif ettik yüklenmekten kaçındılar,insan kabullendi,insan zalimdir cahildir.'
Ayetinde bildirildiği gibi insan emaneti yüklenmekle aynı zamanda şirk yükü altına girmiştir.Zira;
irade güç kuvvet Allah'ındır.Kula emaneten verilmiştir.Kul; bu emanetlerin farkında olmadığından cahil,
emanetleri sahibine teslim etmemekle nefsine zulmettiği için zalim sıfatlarıyla zikredilmiştir.Bu konuda
Hz.Muhammed şöyle buyurmuştur bir hadisinde; 'Ben ümmetimin açık değil,gizli şi,rke düşmelerinden
korkarım,,zira bilmiyorlar görmüyorlar.'
Yine peygamberimizin bir hadisinde şöyle buyurmuştur;
''Emanetleri ehline veriniz.'Kul; bu şi,rkten; Efal,sıfat ve zat mertebelerinde ef'ali,sıfatı
ve zatı zat-ı Ehadiyete vermek suretiyle üç aşamada kurtulur.Bunlar; bir hakikat evliyasına intisap etmekle
birer manevi ameliyat sonucunda aşama aşama gerçekleşir.B u makamda aşağıda verilen kutsi hadisin
hakikati gerçekleşir.
'Ben bir kulumu sevdim mi onun,gören güzü,tutan eli,söyleyen dili olurum.'
Yani senden işleyen sadece o olur.Bu nasıl olur,dersen hakikat haldir giyilir zevktir yaşanır.Ehli ancak
rumuzlarla anlatımıştır,
'Sen çekil aradan görünsün yaradan.'ANONİM
'Ete kemiğe büründüm Yunus deyu göründüm.' Yunus EMRE
'Ben sanırdım alem içre hiç yar kalmadı,ben beni terk eyledim cümle ağyar kalmadı' Niyazi MISRİ
'Riyazat makamında otuz yıl bekledim,bir de baktım ki Allah la aramdaki perde kendi varlığımmış.
Beyazidi BESTAMİ
'El ayak senin olursa günahı da sevabı da sen işlersin,bunlar Allah'ın olunca Allah senden işler.
Fakat; bu ayakların kaydığı çok tehlikeli bir makamdır.Hiç bir kul hangi makamda olursa olsun,
İlahi irade karşısında sorumluluktan kurtulamaz.Yüce Allah Kur'anda şöyle buyurmuştur
'Sana yakin gelene kadar Hakka ibadet et.
Yakin ölümdür.Bu ölüm ister manevi isterse zahiri ölüm olsun her halü karda kul mükelleftir.
Tam fena haline ermeden kişi çeşitli günahları işlemek suretiyle şerre bulaşır,Allah dilerse hayır işletir ben mesul değilim derse bu kişi dinden çıkar Allah korusun.Hz.Ali bu tehlikeye şöyle işaret etmiştir.;
'Kul tam fena haline ermeden fiilini Hakka isnat ederse bu zındıklıktır.
Hz.Peygamberin; çocukluk safhasında Cibril' A.S'in gelerek kalbini çıkarıp yıkayıp yerine takması olayı aynı manevi ameliyatın zahiri ifadesi olsa gerekir.En doğrusunu,gaybı ancak Allah (c.c.) bilir.

Nihat Gülle
Kayıt Tarihi : 16.11.2010 10:06:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bu makale Kubbealtı Akademi Mecmuası, sy. 142, yıl 36/2, İstanbul 2007, s. 42-53’te yayımlanmıştır. Osmanlı Şiirinde “Ölmeden Önce Ölme” Temi* Prof. Dr. A. Azmi Bilgin** Özet Daha çok Türk tasavvuf şiirinde kullanılan “Ölmeden önce ölüm” düşüncesinin bir çeşit nefis terbiye yöntemi olduğu görülmektedir. Nefis eğitimi için önerilen ve isteğe bağlı olan bu ölüm, beyaz, siyah, yeşil ve kırmızı olmak üzere dört çeşittir. Tasavvuf düşüncesinde Hak’la kul arasında en büyük engel nefistir. Vuslat ancak bu engelin ortadan kalkması ile gerçekleşebilir. Tasavvuf yoluna girenlerin nefsin emrettiği kötülüklerden sakınabilmeleri için ölümü hiçbir zaman unutmamaları ve onunla düşünsel bağlantı kurmaları gerekmektedir. Tasavvufta ikilikten kurtulup birliğe ulaşmaya da “ölmeden önce ölmek” denmiştir. Bu tür bir ölümü gerçekleştiren “fena fillah”a ermiştir. Bu Hakk’ta fani olmaktır; yani ene/ben’i öldürmektir. Şairlerin çok değişik bağlamlarda kullandığı bu tem marifet sırrını elde etmenin, gerçek âşık olabilmenin de şartıdır. Anahtar kelimeler: Ölme, ölüm, tasavvuf, nefis, şiir, şair, insan Eski Türk edebiyatında özellikle de Türk tasavvuf şiirinde yaygın olarak kullanılan ve hadis olduğu söylenen “Ölmeden evvel ölünüz” sözü, genellikle “Her çeşit nefsânî ihtiraslardan arınmak, dünyalık isteklerden vazgeçmek” anlamında kullanılmaktadır. Bu ihtiraslar insan için bir nevi yük kabul edilmiş, sırtında yükü olan nasıl kolaylıkla yürüyüp engelleri geçemezse gönlü ihtiraslarla dolu kişinin de Hak yolunda kolay yol alamayacağı ve onun kapısından içeri giremeyeceği düşünülmüştür. Mutasavvıflarca bu, Hakk’ın “Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön” (el-Fecr 89/28) buyruğunu yerine getirmek için bir anlamda isteğe bağlı bir ölüm (mevt-i irâdî) düşünülerek bu söz sıklıkla kullanılmıştır. Tasavvufta tevhit ve fenâya ulaşabilmek için, nefsin ceht ve riyazetle beşerî sıfatlardan kurtularak Allah’ın istediği ve razı olduğu sıfatlarla bezenmesi temel prensiplerden birisidir. Tasavvuf yoluna giren yol erine nefsini terbiye etmesi için öğütlenen yöntemlerden birisi de “Ölmeden önce ölme”dir. Bazı mutasavvıflar ise bu iradî ölümü, “henüz hayatta iken düşünerek, beden yok olmadan, ölüm mahallini görmeye çalışma” anlamında anladıkları için bunu “ölümle düşünsel bağ kurma” olarak da yorumlamışlardır.1 Ölüm anını ve mahallini düşünme ya da ölümü sık sık hatırlama gönülden dünya sevgisinin gitmesine ve günahlardan arınmaya vesile olmaktadır. “Ölmeden önce ölme” temasının Türk tasavvuf edebiyatındaki işlenişine geçmeden önce, eski Türk edebiyatı alanında yazılan eserlerimizde çok etkili olmuş birkaç düşünürün bu konudaki görüşlerini belirtmemiz yararlı olacaktır. Bu düşünürlerden biri olan Muhyiddin İbn Arabî (ö. 1240) , ölüm konusunu eserlerinin bir çok yerinde ele almış, genel olarak ölümü irâdî ve ıztırârî olmak üzere ikiye ayırmıştır. Konumuzla birincisi ilgili olduğundan, İbn Arabî’nin irâdî/ihtiyârî ölüm hakkındaki görüşünden söz etmek istiyorum. İrâdî ölüm, Hak yoluna koyulanların, çok sıkı bir riyazet ve mücâhedeye katlanarak nefsânî sıfatlarını imhâ etmeleri için başvurdukları bir çeşit isteğe * Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma ve Uygulama Merkezi Uluslararası Türk Kültüründe Ölüm Sempozyumu’nda (25-26 Kasım 2004) sunulan bildirinin yeniden gözden geçirilmiş şeklidir. ** İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü/ [email protected]. 1 Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, Konya 2001, s. 340 1 bağlı ölümdür. “Ölmeden önce ölün” sözünden anlaşılması gereken de bu tür bir ölümdür. Bu hâle gelen yol erinin nazarında ne kendi vücudu ne de âlemlerdeki kesretlerin vücudu kalmaz. Nereye baksa bir olan Tanrı’nın ef‘al ve sıfat tecellilerini (mezâhirini) görür. Böylece irâdî ölüm zevkini tadarak bâkî olanın varlığında kendisini ifnâ etmiş olan kişi, fenâdan sonra bekâ bulup uyanır ve mananın surette cilve ettiğini, yaratılmış suretlerin, gerçek sevgilinin güzelliğine ayna olduğunu manevî keşifle bilmiş olur.2 Bu ancak kâmil bir insanın terbiyesialtında bulunmakla gerçekleşebilir.3 İbn Arabî sûfîlere göre ölümü dörde ayırdıktan sonra bunları şu şekilde açıklar: Beyaz ölüm açlıkla; kırmızı ölüm nefsin hevâsına muhalefetle; yeşil ölüm yamalı hırka giymekle; siyah ölüm ise halkın eziyetlerine katlanmakla gerçekleştirilir. Yamalı elbise giymeyi yeşil ölüm diye adlandırmanın sebebi şudur: Yamalı elbisenin durumu yeryüzüne benzer. Bu elbisedeki yamalar da yeryüzündeki bitki ve çiçekler gibidir. Eziyetin en son hâlinin siyah ölüm diye adlandırılmasının sebebi şundandır: Bunda nefsin gamlanması vardır. Gamlanmak gönlün karanlıkta kalmasıdır. Karanlık ise renklerden siyaha benzer. Kırmızı ölüm denmesinin nedeni ise şundan dolayıdır: Nefsin isteklerine muhalefet kanın kırmızılığına benzetilmiştir. Çünkü kim isteklerine karşı koyup muhalefet ederse nefsini kurban etmiş (boğazlamış) olur.4 Mevlânâ Celâleddin-i Rumî (ö. 1273) de ikilikten kurtulmak, yani gerçek tevhide ermek için kulun kendi varlığından geçmesi gerektiğini, yoksa ikiliğin ortadan kalkamayacağını, Hak’ta fanî olmak için de “ben”i öldürmek yani “ölmeden önce ölmek”gerektiğini belirtir. “Kulluğun ve alçakgönüllülüğün ulaştığı son nokta “ene/ben”i yok kabul etmek ve bu yokluğu yaşamaktır”, der.5 Aynı hâli mutasavvıf şairlerimizden Niyazî-i Mısrî (ö. 1694) bir şiirinde şöyle dile getirir: Terk it Niyâzî sen beni bir eylegil cân u teni Tuysam diyen Hak sırrını sırr-ı Hudâ halvetdedür (53/7) 6 Mesnevî’nin ilk mütercim ve şarihlerinden olan Muînî (XV. yy) Ölmeden önce ölmenin önemini Mesnevî-i Murâdiye’sinde şöyle dile getirmiştir: 1927 Uyhu mevtün kardaşıdur ol habîr Dahı dinmişdür ana mevt-i sagîr (416) Bu kadar ölmekde şunca var safâ Ol ne ölmek oldurur ayn-ı şifâ (C. 66b) Nefsün öldür cismün olsun mahz-ı cân Nefsdür kılan sana bunca ziyân 1930 Sırr-ı mûtûya düriş yâra iriş Sen bir adım var o gelsün bin eriş Evliyâ bu sır safâsın buldılar Mûtû kable entemûtû oldılar Ölmege yil sen dahı ölmegi ön Anda diril bunda öl ölmezden ön Ol tabiî mevti sanma sen bunı Çün seg ü har dahı göriser anı Ol irâdî mevte dürüş bul murâd Cisme meyyit rûhuna hayy eyler âd Münselih olur çü rûh-ı evliyâ Dav’ içinde mahv eylerler ziyâ Kâr-ı dünyâdan uyurlar uyanuk Bârigâh-ı Hakda olurlar konuk Cism-i cânı cismile hâlî kalur Bazı rûh anda kalur bazı gelür Gelmeyüp kalan ol meczûbdur Hakka ol meczûb hoş mahbûbdur7 Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in (ö. 1312) İbtidânâme’sinin 40. başlığı “Ölemeden önce ölün” sözü ile başlamakta, devamında ise Tanrı erinin, ölmeden önce ölerek varlığının kalmadığı, Tanrı varlığına büründüğü, bu yüzden onun söylediklerinin Hakk’ın sözü olduğu ifade edilmektedir.8 Aynı yüzyılda dinî-tasavvufî şiirin Anadolu’daki ilk temsilcilerinden biri olan Şeyyad Hamza (ö. 1348’den sonra) dünyanın faniliğini anlatmaya çalıştığı “Dâsitan-ı Sultân Mahmud” mesnevisinin ilk beyitlerinde: Şol kişi kim nefsin öldürmiş-durur Kendüzinden Tanrıyı görmiş-durur Nefsümüzdür Tanrıdan bizi koyan Nefsi öldür, rahmete turma boyan diyerek nefsi Tanrı’ya kavuşma yolunda bir engel gibi görüp onu öldürmek gerektiğini bildirmiş, son beyitlerinden birinde de “ölmeden önce ölünüz” sözünün Arapçasını kullanmıştır: Dirligünde sen dahı bu sözi tut Kim denildi: “mûtû kable en temût”9 Sinan Paşa (ö. 1486) ise Tazarruname’sinde “Tevhid”i anlatırken: Ölmedin ol kendüyi fânî ide Varlığın yoklıkda Hakkânî ide Dü cihânda her ne var şâdî vü gam Cümlesin gark ide deryâ-yı adem Çün ki zâtında bu hâli bulasın Ârif-i esrâr-ı tevhîd olasın10 7 Kemal Yavuz, Muini’nin Mesnevi-i Muradîsi, İ. Ü. Ed. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, doktora tezi, İstanbul 1976, II, s. 164-165. 8 İbtidâ-nâme, çeviren: Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara 1976, s. 85. 9 Sadettin Buluç, Şeyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir Mesnevîsi”, Türkiyat Mecmuası, XV (İstanbul 1969) , s. 250, 255. 10 Sinan Paşa, Tazarruname, haz. A. Mertol Tulum, İstanbul 1971, s. 41. 3 diyerek yine tevhit sırlarına ermiş bir ârif olabilmek için, kişinin Hakk’ın varlığında fenâ bulması ve bizzat kendi özünde bu hâli yaşaması, yani “Ölmeden önce ölünüz” sırrına ermesi gerektiğini ifade eder. Son dönem Hamzavî-Melâmî şairlerinden Kemâlî Efendi (ö. 1954) aynı konuyu “sen seni terk eyle! ” biçiminde de dile getirmiştir: Ey gönül ağla, gönülde hükmeden sultanı bul Sen seni terk eyle, sende sâhib-i fermânı bul (3/1) 11 Türk tasavvuf edebiyatının en büyük şairi Yunus’ta ölüm en çok işlenen birkaç konudan birisidir. Bilinen anlamdaki ölümün yanında “ölmeden önce ölme” de onun şiirlerinde sıklıkla geçer. Ona göre gerçek âşık canını, gönlünü, aklını sevgilisi uğrunda feda edebilmeli, Hakk’a kavuşabilmek için nefis, benlik ve kibir gibi huylardan ve dünya sevgisinden kurtulmalıdır. Bu kötü huylar ancak ölmeden önce ölerek yok edilebilir. Yunus’a göre tasavvufun amacı her yönüyle mükemmel insan yetiştirmektir. Onlar“kendi varlığını yoğa satmış”, “fena fillâha” ulaşmış kimselerdir. Bu haller kolay elde edilemez. İnsan böyle bir dereceye ancak iç âleminde çeşitli çalkantılar yaşayıp türlü değişiklikler geçirdikten sonra ulaşır.12 Yunus Emre’nin “ölmeden önce ölmek” temasını nasıl anladığını şu şekilde maddeleştirebiliriz: 1. Nefsi öldürmekten amaç onun isteklerini öldürmektir, bunu sağlayabilmenin yöntemlerinden birisi de bilinen anlamdaki ölümle ruhen bağ kurmaktır: Öldür nefsün dilegini ilet teneşür üstine Yohsa gensüz ölicegez sana fermân olur gassâl (vr. 117a, 86/5) 13 2. Mana (marifet) yolunda kişi üzüntü ve sıkıntı çekmeyeceği gibi, bu hakikati duyan gönüller kesinlikle ölüp yok olup gidecek değildir. Kişinin manevî ve ilâhî hakikatleri iç tecrübe ile, aracısız olarak yaşayabilmesi, yani marifet sırrını elde edebilmesi bir anlamda ölmeden önce ölmesiyle mümkün olacaktır: Ma’nî eri bu yolda melûl olası degül Ma’nî tuyan gönüller hergiz ölesi degül (vr. 111a, 79/1) 3. İnsan ölüm endişesinden ancak aşkla kurtulabilir. Âşık da “ölmeden önce ölme”sırrına ermiştir: Kogıl ölüm endîşesin âşıklar ölmez bâkîdür Ölüm âşıkun nesidür çünki nûr-ı ilâhîdür (vr. 77a, 30/1) . 4. Kişi kendi canını öldürüp gönlüne Tanrı sevgisini yerleştirirse ona Allah can verir ve gerçek diriliğe erer: Ol can kaçan öliser sen ana can olasın Ölmiş gönül dirile anda ki sen olasın Ölmegi dirlik ola ölümsüz dirlik bula Ölmiş gönül dirile şundaki sen olasın (vr. 160a, 141/1-2) 5. Tasavvuf yolunda binlerce riya askeri bulunmaktadır, bunlarla nefsini öldürmüş kişiler baş edebilir: Yüz bin riyâ çerisi bilün vardur bu yolda Nefs öldürmiş er gerek ol çeriyi kırası (vr. 184b, 164/5) 6. Maşuku Hak olan âşıkın yani gönlünden mâsivâyı çıkarmış kişinin canı ölmeyeceği gibi cismine bile en küçük bir zarar dokunmayacaktır: Tozını yel almaya bir zerre ayrılmaya Âşık cânı ölmeye ma’şûkı sen olasın (vr. 160b, 141/5) . Mutasavvıf şairlerimizden Abdülahad Nûrî (ö. 1651) bir tahmisinde sonsuz hayata ulaşmak için “ölmeden evvel ölmeyi öğütler: Fâriğ olgıl gayrıdan aksâ-yı maksûdı bulup Hem hayât-ı bâkîye ir ölmeden evvel ölüp Gel boşal efkâr-ı gayrîden ledünniyle tolup “İbret istersen cihânda âkıbet-endîş olup Kayser ü Fağfûr u Cem İskender ü Dârâ yeter” (XI/4) 14 Bir başka mutasavvıf şairimiz Vuslatî ise gönül evinin fethedilmesi ve oraya dosttan güzel koku gelmesi için yine “ölmeden önce ölmek” gerektiğini belirtilir: Kalmaya aslâ kedûret feth ola dil-hânesi Her nefesde dost kokusı cânına gelmek gerek Gel bu sırra mahrem olmak diler isen ey hâce Dünyede ölmezden evvel hâsılı ölmek gerek (101/3-4) 15. Yine Vuslatî bir beytinde “ölerek dirilmenin” de “ölmeden önce ölmek”le mümkün olabileceğini vurgulayarak çok ilginç bir şekilde birbirine zıt iki kavram olan ölmek ve dirilmeyi birbirinin sebebi olarak gösterir: Ölmeden öldür öldürüp dirgür Vaslına irgür ey ulu Mevlam (118/2) Bu konudaki düşüncelerine biraz sonra ayrıntılı olarak yer vereceğimiz önde gelen Mesnevî şarihlerimizden İsmail Ankaravî (ö. 1631) “ölerek dirilmeyi” bazı âşıkların şöyle ifade ettiğini söyleyerek bir önceki beytin Arapça’sını nakleder: Uktulûnî uktulûnî yâ sikât İnne fî katlî hayâtün fî hayât16 (Ey güvenilirler! Beni öldürünüz, beni öldürünüz. Hayatım ölümümdedir benim) Yine aynı temayı Mirzazade Mehmed Salim (ö. 1739?) bir rubaisinde şöyle dile getirir: Tâ ölmeyicek âşık-ı bîçâre dirilmez Merg almayıcak cennet-i a‘lâya girilmez Pervâneyi gör nice erem vuslat-ı şem‘a Tâ mahv-ı vücûd itmeyicek vasla erilmez (Rubaiyyat, nr. 22) 17 5 Biraz önce sözünü ettiğimiz İsmail Ankaravî (ö. 1631) Minhâcü’l-fukarâ’sında nefislemücadeleyi açıklarken şunları söyler: Onu önce heva ve isteklerinden, arzu ve lezzetlerinden men edesin. Ne isterse onun aksine gidesin. Onu tüm günahlardan ve yasaklı şeylerden kestikten sonra bütün kötü huy ve işlerden sakındırıp pak kılasın. Ondan sonra da nefis yiyeceklerden ve güzel giysilerden mahrum bırakıp, ölmezden evvel öldürüp, kuru odun hâline getiresin.... Attar nefis mücahedesinin susma hançeri, açlık kılıcı, yalnızlık mızrağı ve uykuyu terk etmekle başarılacağını söyler. İşte “Nefislerinizi muhalefet silâhlarıyla öldürün”, “ölmeden önce ölün” buyruklarını anlayan kişiyi Cenâb-ı Hak ebedî hayata ve sonsuz saadete kavuşturur. Tasavvuf yolunun kılavuzları “Hakikî hayat ancak ölümdedir” diyerek buna işaret etmişlerdir. Büyük sofîlerden Hâtem-i Esam bizim yolumuza girenler için dört çeşit ölüm vardır der: Beyaz ölüm (açlık) , siyah ölüm (insanların eziyetlerine katlanma) , yeşil ölüm (hırka/yamalı elbise giyme) ve kırmızı ölüm (hevâ ve nefse muhalefet) . Bu ölümleri nefse tattırmak rü’yete (Hakk’ı görmeye) vesile olur ve vuslata (Hakk’a ulaşma) yol açar.İhtiyarî ölümle ölmeyen Hakk’ı bu dünyada göremez, vuslatına eremez. Zira Hak’la kul arasındaki en büyük engel nefistir. Onun ölümü ve ortadan kalkması rü’yet ve vuslat için yeterlidir.18 Ankaravî ölmeden önce ölmeyi anlatılırken yukarıda Muhyiddin İbn Arabî’nin bukonudaki görüşlerini ifade ederken söylediğimiz gibi dört çeşit ölümden söz etmiştir. Aynı ölüm çeşitleri, İsmail Hakkı Bursevî’nin (ö. 1725) , Necmüddin-i Kübrâ’nın (ö. 1221) Usûlü aşere adlı eserine yaptığı şerhte görülür.19 Bursevî bu tür ölümleri benzer şekilde yorumladıktan sonra konuyu şu şekilde sonuçlandırır: Bu tür ölümleri gerçekleştirmiş olanların hâline “fenâ fillah” da denir. Yani bütün fiil ve hareketleri sevgilinin fiilinde ifnâ etmek, yok bilmektir. Allah’tan başkasının fiili yok olunca kâinatta olan bütün işler bizim aleyhimizde de olsa ona artık eza ve cefa denmez. Çünkü hepsi O’ndandır. Zehir de olsa içilir,tadılır. Sevenin sevilende fenâ bulması muhibbin mahbubda ifnası denen şey de budur.20 Mutasavvıf şairlerimizden Ümmî Sinan (ö. 1657) bu konuyu Yunus gibi sıklıkla işleyenlerdendir. Bir beytinde: Çün buyurdı ol Resûl mûtû kable en-temût Ölmezden ön aşkıla oldügüm midür hatâ (14/2) 21 Bunu Hz. Peygamber’in buyruğu olarak kabul etmiş, tuttuğu aşk yolunun hata olmadığı dile getirmiştir. Bir başka beytinde ise: Çün buyurdı hayrü’l-beşer mûtû kable en-temûtû Ölmedin ön bunda iken ölmeyen insân degüldür (62/5) 22 diyerek “Ölmeden önce ölünüz! ” emrine dünyada iken uymayan kişinin insan bile olamayacağını söylemiştir. Yine Ümmî Sinan’a göre tevhîd-i hakîkî için olmazsa olmaz şartlardan birisi de “ölmeden önce ölmek”tir: Toğrı yola gelün didi Sâlih amel kılun didi Ölmezden ön ölün didi Tevhîdi yetmez kişinün Toğrı yola gelmeyince Ölmezden ön ölmeyince Hakkı bilüp bulmayınca Tevhîdi yetmez kişinün (90/4-5) 23 Mutasavvıf şairlerimizin önde gelenlerinden Niyazî-i Mısrî (ö. 1694) , halvetin (aklın ve gönlün mâsivâdan arınması) önemini anlatırken kişinin “ölmeden önce ölme”yi başarabilmesi için halvete ihtiyacı olduğunu belirtir: Nefsüni sana bildürür ölmezden öndin öldürür Yoklık yolını tuyğurur fakr u fenâ halvetdedür (53/2) 24 ve “ölümle düşünsel bağ kurma”ya dikkatimizi çeker: Ölmeden evvel ölüp kabre girüp hem haşr olup Mâlikü’l-mülkün şühûdunda gönül hayrân gerek (100/8) 25 Aynı tema Vuslatî’nin bir beytinde de görülür: Ölmeden evvel ölüp kabre girüp haşre çıkup Manzar-ı nûr-ı tecellî ile ihyâ olalum (157/4) 26 Türk tasavvuf şiirindeki gibi yaygın olmasa da Divan şiirinde bu tema tasavvufî yönü kuvvetli şairlerimiz tarafından da işlenmiştir. Bu şairlerimizden birisi Hayretî (ö. 941/1535) olup divanında bu temayı işleyen beyitleri şunlar: Ehl-i diller kim virüp cân öldiler ölmezin öñ Hızr gibi içdiler âb-ı hayat-ı hoş-güvâr (K.9/25) 27 Gönül ehli olanlar, tensel ölümden önce irâdî ölümü tadarak, Hızır gibi içimi tatlı olan ölümsüzlük suyunu içmişler ve ebedî hayatı dünyada iken tanımayı başarmışlardır. Ölümsüzlük suyunu içip ebedî hayatı bulmanın ne olduğunu Hayretî bir başka beytinde ise şöyle dile getirilmiştir: Hayât âbın içüp ömr-i ebed bulmak nedür ey dil Düşüp ışk u mahabbet tîgine ölmek durur ölmek (200/4) 28 Aynı şekilde ölümsüz bir ömür kazanmak isteyen kimsenin “ölmeden önce ölmeye”çalışmak için hemen harekete geçmesi gerektiğini ise şu beyitte anlatmaktadır: Ger isterseñ ki kesb idesin ömr-i câvidân Ölmezden öñdin ölmege sa‘y idegör hemân (M.1.I/8) 29 Bir başka divan şairimiz Azmizade Haletî (ö. 977/1631) sevgilisinin güzelliklerinden,onun çektirdiği eziyetlerden ve aşağılık dünyanın iyiliklerini görmemenin görmekten daha iyi olduğunu anlattığı bir gazelinin son beytinde kendisine seslenerek, hâl ehlinin (ilâhî sırlara ermişlerin) , Haletî’nin perişanlığını görerek ölmeden önce ölmenin nasıl olduğunu bildiklerini söylemektedir: Ölmeden ölmek niceymiş bildiler ey Hâletî Ehl-i hâl olan görüp hâl-i perîşânun senün (450/5) 30 Aslında ölmeden önce ölmek için nefsin eğitilmesi gerekmektedir. Bu kolay olmayıp herkesin başarabileceği bir iş değildir. İşte şair sevgilisine kavuşmakiçin bu zor işi başarabilenler kadar sıkıntı ve cefaya katlandığını vurgulamak için “ölmeden önce ölmek”temini kullanmıştır. Aynı yüzyılda yaşamış bir diğer şairimiz Ahmed Nâmî (ö. 1084/1673) bir beytinde kâmil bir yol göstericinin kılavuzluğunda Hakk’a yol bulunacağını, ölmeden önce ölen kişinin o an her şeyde hazır olduğuğunu bildirmektedir: Yüri bir pîr-i kâmil bul tarîk-i Hakka oldur yol Çalış ölmekden öndin öl o dem her şeyde hâzırdur (34/3) 31

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Nihat Gülle