Buzlu Bir Yılın Ardından Tuzlama Çalışma ...

Aynur Uluç
498

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Buzlu Bir Yılın Ardından Tuzlama Çalışmaları (Sezai Sarıoğlu)

Cemal Süreya’nın “Şairin hayatı şiire dâhil” meselesi, geçen yıl da garp-ı mesele, şark-ı mesele dönüştü. Benim gibiler, bunu mesele yapmakta yarar var, dedilerse de, duyan olmadı. Önce atasözüne sonra hatasözü’ne dönüşmüş bu Cemal cümlesini elinden tutup ayağa kaldırmak, şairin sağlamasını şiirle de yapmak ümidi suya düşmedi ama yeni yıla, yıllara kaldı…

Şairler geçen yıl da, hayatı, dünyayı, insana dair tüm halleri tartarak kendilerini tartıdan muaf zannettiler. Şairlerin tartılacağı teraziden kimse söz etmedi. Şairi, hayatla mı, hayalle mi, maddeyle mi manayla mı, teoriyle mi, pratikle mi, neyle tartacağımızı biz ümmilere söyleyip sevap kazanan olmadı.

Geçen yıl da, şair yalnız olsa da yanlış olmamalıdır, diyenlere hücre cezası verildi.
Biyolojik yaştan söz etmediğini, devletlerin boşlukları sevmediğini vurgulayarak; son yıllarda etrafın yanlış yaşayan ve yanlış yaşlanan şairlerle dolduğu beyan edilse de cezasını çekti. Hayata, insana, “öteki” kavimlere, “öteki” dillere yanlış dokunmak, yanlış oturup kalkmak geçen yıl da hükmünü sürdürdü…

Tanımsızlık tanım olduğundan geçen yıl da,, maddeyi ve manayı incitmek, ikinci üçüncü şahıslara devlet olmak, şair masalarının körkütük kötülük kokması şairlerin doğal hali olarak sürdü. Benim gibilerin, yan masadan bir şiir, bir şair, diyecek hali, mecali kalmadı. Zorunlu ve sorunlu olarak, yan masalardan, şair-şiir yerine, iktidar, devlet, Osmanlı, Cumhuriyet ikram edildiğine de göz şahidi olundu. Cümle hal, “masa da masaymış ha” hali olarak bu durum, eşyanın da masanın da, milliyetçiliğin-ırkçılığın da tabiatına uygundu. Her kim, oturup kalkmayı, âşık olmayı, konuşmayı, tartışmayı bilmekten yani özetle kumaşı iyi olmaktan söz etse bu ya cahilliğine ya çocukluğuna da çocukluğunda başına düşen tuğrasız tuğla ürünü tramvayla izah edildi…

Genel olarak şiir/şair, politik ve poetik olarak sosyalistlerden, geçmişten ve hayattan intikam alma taammüdünü, geçen yıl da sürdürdü… Katı halden buhar hale, buhar halden katı hale geçmek, zamanın daha da yükselen değeri oldu… T. Uyar’ın “biz en uzun yaşamalı su’yuz” dizesi de, şairin, ırmak ve su hali de ikinci, üçüncü bir emre kadar unutuldu.

Genel olarak hayat, metin, şair, şiir kavramlarının kirletilmemiş yanı kalmadı. Özel olarak hayat şair, şair hayat tarafından her ikisi mülkiyet dünyası kapitalizm tarafından kirletildi, şiir arastasında bunun nice hayırlara vesile olması genel kabul gördü… Az da olsa, bu kavramlara iadeyi itibar yapmanın, temize çekmenin, temyize göndermenin zaman alacağa benzediğini düşünüp dillendirenler de oldu… (Tarihten zaman çalmalı…)

Kimileri bir insandan diğerine ilik nakli yapılabilmesini, ömürilik nakli ile karıştırdı. Ödünç hayatlar takas edilip durdu. Biri diğerinin hayatına diğeri birinin hayatına taşındı ama hayatlar üstlerine uymadı… Şu şehr-i Stanbul’da şiiri komikler, üç kavram ezberleyince tüm geleneği yok edeceğini zanneden şiir komikazeleri çoğaldı, sanal ortamlarda, edebiyat dilinin dışında, korku ve devlet dili, erkek egemen maço dil kendine daha fazla yer açtı…

Geçen yıl da, şairlerin kimin değirmenine su, imge taşıdığı, sorusu boşlukta kaldı… Un yerine ün öğütmek, değirmende şiir öğüten nice bilgeyi bile şaşırtıp ezberini bozdu. Ortak cevaplar mümkün değilse de, şairlerin devletlerin cevap anahtarlarına dönüşmesi süreci hız kesmedi… (Benim gibiler, biz şairin soru olanını, sorunsalı olanını, itiraz ve işaret parmağını yitirmeyenini severim, diyerek kuşlamayı, yazılamayı mecburi ve meccani bir devrimci vazife olarak sürdürdü…)
Geçen yıl da, başkasının acısına, dillerine, başkalarının varlıklarına bakmayan şairlerin sayısı çoğaldı… Artık demagojiye dönüşüp mutlaklaştırılan “şair başka metin başka” meseliyle, siyasi-edebi cinayetlere imge, öfke, kavram, devlet taşıyan, dilde zorla iskânı savunan bir neoırkçı şaire büyük bir ödül verildi. Dil korkusu, öteki korkusu, adalet ve hakikat korkusu, tarih ve coğrafya korkusu yıl boyunca sürdü durdu…

Tarih yerine talihi, madde yerine manayı geçirerek, kendini tüm zamanların galibi olduğunu zannedenler bir gün mutlaklaştırdıkları mananın altında kalacaklarının, mağlupların da zamanlarının geleceğinin farkına bile varmadılar. Dahası günün birinde maddenin de onları kurtaramayacağının akıllarının dua ve beddua köşesinden bile geçirmediler.

Madde bağımlılarıyla mana bağımlıları, geçen yıl da divanda-dergâhta, dergilerde, sokakta, kahvehanelerde, ödül törenlerinde, özel sayılarda, antolojilerde münazarayı ve münakaşayı sürdürdüler. Bunca renkli Türkçe şamataya rağmen dil kaybı, politika kaybı derinleşti…

Freud’un “Ne zaman bilinçaltına insem benden önce şairlerin geçtiklerini görürüm” mealindeki “kıskanma” cümlesinin elinden tutarak, geçen yıl da şairlerin bilinçaltına ve bilinçüstüne yolumu düşürsem orada devlete, Allah’a, milliyetçiliğe, ırkçılığa, mülkiyet dünyasının kavramlarına, arada sırada da bizim mahallenin ağabeylerinden Marks’a rastladığım oldu…

Geçen yıl da şairler, sanatçılar, devrimin, gerçeğin, şimdinin şiirini gelecekten kurmak yerine geçmişten kurmayı sürdürdüler. Hayatın şiire, şiirin hayata, şairin şiire, şiirin şaire dahil olmasının “hemen şimdi”den başlayarak yeni bir toplum gerektirdiğini bilenler bile, siyasi-edebi üşengeçliklerinden kendilerini dönüştürmek yerine, katsayıyı düşürerek az’a razı olup, tarih bereket versin, diyerek şiire ün serdiler…

Geçen yıl da “partili sanat-politika” bizim mahallenin sokaklarında, küçelerde tartışılmaz olmazsa olmaz sayıldı. Partili olmanın, örgütlü olmanın makbul bir hal olduğunu bilen, ama politikaya ve devrime kayıtlanmayı “bin dereden bir kendine getirerek” yeni bir “biz” arayışında olan benim gibiler dikey malumatlarla apolitik sayıldı… Bunu fırsat bilen, “sanat ile politika mutlak olarak ayrıdır ve gayrıdır” diyenler ise apolitik görünerek, sistemin politikalarını yeniden üretmede başarılı politikalar çizmekten geri durmadılar.

Son yıllarda maddenin yenilgisinin ilanıyla birlikte, sanatçılar, şairler hızla manaya kayıt yaptırmaya başladılar… Tanrıya kayıt yaptıranlar, devlete kayıt yaptıranlar saltanat kayıklarında yarıştı, Marksa kayıt yaptırmak “deliliğe” delil sayıldı…
Sanatın/şiirin vaadinin özgürlük olduğu, şiirin, edebiyatın sınır tanımadığı, cümlesi genelde kabul gördü, hatta atasözü olarak şiir arastasının duvarına asıldı. Bu cümlenin zaman içinde hatasözü’ne dönüştüğü ise taammüden unutuldu. Her sanatçının, şairin, somut olarak, ben deyim ilk tahlilde siz deyin son tahlilde kendi dünya görüşüne göre, söyleyip eylediği, bu nedenle tek bir sanat anlayışı olmadığı, sanatçıların tek tipe dönüştürülemeyeceği gerçeği halının altına süpürüldü.

Madde ile mana, teori ile pratik, hayal ile hayat arasında bir diyalektik mesafe olduğunu söylemek malumun ilanı da olsa şair ile şiir, metin ile yazar, ürün ile sanatçı arasındaki çatışma kadim sanat tartışması olarak geçen yıl da sürdü. Ne var ki, kimi şairlerin şiirleri üzerinden idare edilmeleri, aklanmaları da, “metin başka şair başka” mutlaklaştırması saçmalığıyla sürdü.

Her çeşidiyle sistemin dışında, ötesinde ve karşısında konumlanan sanatçılar dâhil muhaliflerin sözaltı ve gözaltı süreleri görülen lüzum üzerine geçen yıl da yeniden uzatıldı, avukatlarıyla görüşmelerine izin verilmedi, F tipi (c) ezaevlerinde şiir, hikâye yazanlar hatırlama bahsinde sıralamaya girmedi…

“Şairlerin en kötü hayatları şiirleridir” cümlemi geçen yıl da kimse üstüne almadı. Şairler şiirlerine yenilmeyi, mahcup olmayı bazıları şiirlerinin yüzünü kızartmayı sürdürmekte beis görmediler, hicap duymadılar. Hâl böyle olunca da cümle benim üstüme kaldı…

Hayatın sanatı ve sanatçıyı, sanatın hayatı ve sanatçıyı suçüstü yapması geçen yıl da sürdü. Dahası, madde manayı, mana maddeyi suçüstü yaptı… Maddi hayatın, toplumsal koşulların insan bilincini belirledi, dünyayı yorumlamak ve değiştirmek için bilincin hayata müdahale etmesi gerektiğini söyleyenler yakın takibe alındı. İsmi lazım değil şairlerin soğuk ihbarlarıyla sıcak temas sağlanarak, madde ve maddeciler ölü ele geçirilmeye devam etti.

Şairin hayatı şiire dâhildi evet ama şiirin de şairin hayatına dâhil olduğu unutuldu. Böylece, şairi şiiri üzerinden sınamak, şiirden de şaire bakıp yüzleşmek bir türlü mümkün olmadı.

Geçen yıl da “hayat” sözcüğüne yüklenen edebi, siyasi, felsefi anlamlar anlaşılamadı. Tek hayatın olmadığı, her insan kadar hayat olduğu bilinemedi. Hangi şairin hangi hayatı yeniden ürettiğini düşünmeye sıra gelmedi… “Hayat” dediğimizde, sınıflar, ezme ve ezilme ilişkileri, sömürme ve sömürülme, dünya görüşleri filan devreye girer lafı, sosyalizm propagandası diye zabıtlardan bilindi.
Şairler geçen yıl da durumdan vazife çıkardılar, ama yanlış çıkardılar. Kolalı sözcüklerle yazan beyaz şairler, haki giysilerle dolaşan muvazzaf şairler, paralı yatılı, paraya yatıya giden şairler, kelimeyi saadet getiren şairler, tespihte hata olmaz diyen şairler, “sarışın tarihçilerin” hemen yanı başında, sarışın şairler oldukça yekûn tuttular.

Hayatı sadece şiirden, sinemadan, estetik süreçlerden ibaret sayıp, hayatı sanata, insanın hallerini bire indirip idare etmek geçen yıl da sürdü. Buna bağlı olarak, evrensel yerine yerel, madde yerine mana, dünya görüşü yerine kimlik, bütün yerine parça, özgür ve evrensel insan yerine kan bağına dayalı ulus, enternasyonalizm yerine milliyetçilik-ırkçılık, barış yerine savaş, dayanışma yerine para, yeni bir sanatsal akıl/akım yerine kâh modernizm kâh postmodernizm borsada değer kazandı.

Geçen yılda da benim gibi enternasyonalizmi ve edebiyatta melezliği savunanlar, şiire ters binmekten yana olanlar, resmi tarihin, resmi sanatın perspektifine karşı terspektif’i dillendirip hayata tersten bakanlar, hayatın ve hayalin sır kâtibi olmaya çalışanlar, dünya halklarından iyilik almaya gidenler yine azınlıkta kaldılar… Geçen yıl da, “yine azınlığa düştü yüreğim” dizesi hükmünü sürdürdü.

Hayatın neresi olduğu, yukarısı mı, aşağısı mı, doğu mu, batı mı, sokak mı, ev mi, balkon mu, saksı mı, olduğu bilinemedi.

Sokaklara, dağlara, dillere “Kurşun dökerek” şair olmak, bir bayraktan kaç beden ölüm çıktığının hesabını tutmak,, kontak anahtarlarında “kulak” ve “dil” gezdirmek geçen yıl da zapta geçti…

Şiirden şairini, şirinden şairini çıkarınca geriye ne kaldığı, şairle şiirini, şiiri ile şairini topladığımızda kaç hayat ve hayal ettiği eleştirmenlerin ilgisini çekmedi…
Şiir uçağı ve şair uçağı kaç bin kez düştüğü halde, ilgililer enkazlar arasından “kara kutuları” bulmak zahmetine katlanmadı, alelusul tutulan tutanaklarla sorun kader/keder diyerek hava koşullarıyla veya tarihe/talihe havale edilerek zorunlu kötülüklerle izah edildi.

Şairlerin şiirden önceki veya şiirden sonraki birinci/esas hayatlarında ne yaptıkları kimsenin umurunda olmadı. İkinci hayatları olarak metinler onları aklamanın kutsalı kabul edildi.

Maddeden ve manadan oluşan şair, kendini salt mana olarak manalandırmayı sürdürdü. Misak-ı Milli sınırları içinde beklenenin çok çok ötesinde bir mana fazlalığı oluştu. Kimi dergilerin hutbe duası, kimilerinin resmi alkışı değer ölçüsü yerine geçti…

Tuzu kuru dönemlerde sanatın vaadinin özgürlük ve sınırsız bir dünya olduğunu savunanların, toplumların kurucu öğelerinin krize girdiğinde tebdil-i siyasette ferahlık vardır diyerek asıllarına döndükleri, ulus devletlerin tabuları ve tapuları çıkmazda olduğunda, şairlerin hızla devlete, kapitalizme, kayıt yaptırdıkları açığa çıktı.

Geçen yılda da, şiir de sanat da, komünisttir, anarşisttir, feministtir, insaninsandır demekten dilimde “tüh! ” bitti… Herkesin sanatının da, şiirinin de evvel emir kendine ve kendini içinde tanımladığı değerler dünyasına ait olduğuna dair mırıltılarım, çok politik, çok ideolojik çok eskimiş bulundu…

Uzun sözün kısası, uzun şairin ve şiirin kıssası, olağanüstü halden dolayı yollarda buzlanma olduğundan geçen yıl da şiir gittik, şair gidemedik, şair gittik şiir gidemedik… Hâl böyle olunca da, işbu yazıyı, düşten dokuza şart olsun ki, yandanşarklı itiraz makamında bir tuzlama çalışması olarak kaleme aldık…
Hayat kaç hayal tut, hayal kaç hayat tut, desem… Madde kaç mana tut, mana kaç madde tut, desem… Şair kaç şiir tut, şiir kaç şair tut, desem…

Sezai Sarıoğlu/ 2007

Aynur Uluç
Kayıt Tarihi : 19.12.2010 21:12:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Aynur Uluç