Büyük Fuzuli Küçük Bir Adam Mıydı?
-Fuzuli-Yaşamı-Kişiliği-Dünyası- Üzerine Bir Yorum Denemesi-I-
“Cânı cânân dilemiş vermemek olmaz ey dil”
Şiirine nüfuz edenler, Fuzuli,adını her söylediklerinde,içlerinden “Büyük” sıfatını da geçirecekler.Söz Evreninin eşsiz Sultanlarından biridir O. Büyük Fuzuli’nin, şuara (şairler) tezkirelerinden gelen bölük pörçük bilgiler,bir de kendi anlattıklarından yola çıkarak yaşam öyküsüne ilişkin,az bir bilgiye ulaşılabilir.Doğum tarihini, 1308, 1504, 1480; ölüm tarihini ise 1546,1563,1966,1586,1609 olarak gösteren kaynaklar vardır.Değişik kaynaklarda,Bağdat,Hile,Kerbela gibi yerlerde doğduğu söylenir.
«Fuzûlî, madem ki, benim makamım Kerbelâ toprağıdır o halde şiirimin her gittiği yerde saygı görmesi gerekir. Benim şiirim altın değil, gümüş değil, inci değil, la'l değildir. Bu kulun şiiri bir topraktır, fakat Kerbelâ toprağıdır». dizelerine dayanarak Kerbela’lı olduğunu söyleyenler; buna karşılık,buradaki “makam” sözcüğünün,doğulan yer, anlamına gelmediğini belirterek, bu düşünceye karşı çıkanlar da vardır.
Türkçe Divan'ın başlangıcında, Irak’ta doğup büyüdüğünü,yaşamı boyunca başka başka yerlere gitmediğini belirtir.,” Kerbelâ toprağının başka ülkelerin toprağından daha şerefli olduğunu, bu nedenle şiirinin mertebesinin yüceliğini,her yerde saygınlık görmesi gerektiğini” belirtir. Farsça Divan'ın önsözünde ise,”şiirlerinin Necef ve Kerbelâ toprağından yetiştiğini, Veliler Yurdu Bağdat'ın suyu ve havası ile beslenip büyüdüğünü, bu nedenle ulaştığı her yerde saygı görmeleri gerektiğini “söyleyip, “Kerbelâ'da yazdıklarının ise elden ele dolaşmasını” ister.
Bayat boyundan olduğunu söyleyenler vardır. Zamanının olanakları içinde, iyi eğitim almıştır ve üç dil bilmektedir. Bilimsiz şiiri temelsiz duvara benzeten Fuzuli,eserlerinde,çok küçükken şiir yazmaya başladığını belirtir.Farsça divanının önsözünde,mahlas bulmak için çok düşündüğünü,iyi mahlasların başkaları tarafından alındığını,kendisinin de başkasında olan bir mahlası alması durumunda,eğer iyi şiir yazarsa,mahlas ortağının ezileceğini,kötü şiir yazarsa mahlas ortağının adını da batıracağını söyler.Sonunda Fuzuli adını seçer.Fuzuli,bir anlamı,erdemlilik,olgunluk; halk arasında da,fodul,edepsiz,utanmaz,değersiz,anlamlarını da taşıyan bir sözcüktür.” Bu anlamların her ikisinin de kendisine uygun düştüğünü şöyle anlatır: «Bundan daha edebe aykırı bir şey olabilir mi ki, ben yüksek âlimlerle oturup kalkmadığım, padişahların himayesinde yetişmediğim, başka memleketlere seyahatten nefret ettiğim halde naklî mübaheselerde âlimlerin hükümlerine itiraz eder, naklî meselelerde fakihler arasında ihtilaflı meselelerin asıllarını ayırt etmek iddiasında bulunur, edebî ilimlerde hüsn-i ibare (ifade güzelliği) hakkında mübahase ve üslûp güzelliği hususunda münakaşaya girişirim. Bu hareketim her ne kadar haddini bilmezliğin son derecesini gösterirse de, Fuzûlî'nin kemaline (mükemmelliğine) de bir işarettir».
Fuzuli’nin yaşadığı çağlarda,anlaşılan odur ki,şairler yöneticiler tarafından beslenip korunmaktadır.Osmanlıda bu kurumlaşmıştır.Osmanlı divan şairleri paşalara, padişahlara, devletin önde gelenlerine övgü şiirleri düzmekte, buna karşılık da,onların cömertliklerinden bol bol yararlanmaktadırlar.Bilindiği gibi kaside,övgü amacıyla yazılan şiirlere denilir.İçeriğinde,Peygambere,dört halifeye övgülerin yapıldığı bölümler kural olarak vardır zaten.Başlangıcında başka bir varlık övülüp,örneğin at,sevgili,arkasından da asıl kişinin övgüsüne geçilir.Sevgiliyi öve öve göklere çıkartıp,birden bire,”Senin o güzelim saçların paşamın eşiğinin süpürgesi bile olamaz” biçiminde bir geçişle,paşanın övülmesine başlanır.Artık ne kadar överse,alacağı inayet ve para da ona göre olacaktır.Bu nedenle,divan şiiri bir anlamda övgüler şiiridir.Daha açık bir söyleyişle,yalakalığın kurumlaştığı bir şiir tarzıdır.Ancak şairin başkaca bir geçim kaynağı da yoktur.Burada insanın aklına şu geliyor,paşalara padişahlara övgü düzerek yaşamını kazanan insanlar,nasıl haksız yönetimlere dair şiir yazabilirdi.
Osmanlı başkentinden çok uzaklarda,paşaların beylerin ve onların inayetlerinin olmadığı yerlerde yoksul bir yaşam sürmektedir Fuzuli.Sürekli olarak kendisine yardım edecek birilerini arar,ama bulamaz.Kendilerine övgü şiirleri yazdığı mevki sahibi insanların neredeyse tümü,ona yardım elini bir türlü uzatmaz.Fuzuli’nin övdüğü kişiler arasında Safevi hükümdarı Şah İsmail de vardır.Bilinen ilk kasidesi,Diyarbakır ve çevresinde egemen olan Elvent Bey’e itafen yazılmıştır.Buna karşılık bir yardım alıp almadığı bilinmiyor.Özbeklerle yaptığı bir savaşı kazanıp,Özbek Hanı Şeybek’in kellesini gümüşle kaplatarak şarap kadehi yaptığını,Fuzuli’nin belirttiği Safevi Hükümdarı Şah İsmail’in de Fuzuli’ye yardım edip etmediği bilinmiyor.Sürekli olarak kendisinin korunup bakılacağı bir mevki sahibi aradığını yazdıklarından öğrendiğimiz Fuzuli, Safevilerin başkenti Tebriz’e gitmek istediğini belirtmiştir. Böylece Şaha daha yakın olacaktır. Fuzuli,Necef’te İmam Ali türbesinde (“hâdim”lik) görev yapmaktadır. Kutbşâhîler ailesi, Hindistan'ın Dekan bölgesinde yöneticidir. Kutbü'l-mülûk’ün, Şiî imamların türbeleri için yardım göndermesi üzerine, Fuzûlî,Farsça bir kaside yazarak ona teşekkür eder.Gelen yardım miktarı onu memnun etmiş olmalıdır.Osmanlıların Bağdat valisi Cafer bey’e yazdığı övgü şiirinde “«İçinde bulunduğum yoksulluk yüzünden,kimi zaman Anadolu'ya gitmeyi düşündüm; bazen da Hindistan'a gitmek sevdasında kapıldım» (Farsça Divan) der.Safevilerin Bağdat valisi,İbrahim Han’dan yardım ve “inayet” görmüş,bunun karşılığını da,iki kaside ve bir terci-i bendle vermiştir.İbrahim Han şairi Hille’den Bağdat’a getirmiş olmalıdır.Ancak,Han’ı yeğeni Zülfikar öldürüp yerine geçince,Fuzuli Hille’ye geri dönmüş olmalıdır.Görüldüğü gibi,şair sürekli kendisine bakacak ve karşılığında ona övgüler yazacağı birilerini aramaktadır.Safevilerin,Zülfikar Han’dan sonraki Bağdat valisi Muhammed Han Tekelü için övgü şiirleri yazdığı da bilinmekte,ancak yardım görüp görmediği bilinmemektedir.
Kanunî, 1534’de Bağdat'ı savaşsız teslim almış,halk padişahı büyük bir coşku ve sevgiyle karşılamıştı. Fuzûlî de: «Geldi burc-ı evliyaya Pâdişâh-ı nâm-dâr» dizesiyle tarih düşürdüğü,giriş bölümünde Bağdat’ı betimlediği , kasidesini yazarak padişaha sunmuştur. Osmanlı ordusu Bağdat'ta dört ay kadar kalarak kışı geçirmiştir. Bu süreçte Fuzûlî , padişah başta olmak üzere Sadrazam İbrahim Paşa, Nişancı Celâl-zade Mustafa Çelebi ve Kazasker Kadir Çelebi gibi ileri gelen devlet adamlarına kasideler sunarak onların inayet ve yardımını rica etmiştir. Kanunî'ye «gül» redifli ikinci bir övgü şiiri daha yazıp,Hazret-i Peygamber’i andırdığını söyleyerek, Halifenin gözüne girmeye çalışır. Daha sonra, Türkçe, Arapça, Farsça karışımı, mülemma (birkaç dili birbirine karıştırarak yazılan şiir) bir kaside daha sunmuş; kendisine yardım etmesini rica etmiştir.. Ancak, yazdıkları arasında,Kanunî'den herhangi bir yardım gördüğüne ilişkin bir teşekkür yoktur.
Bağdat Valisi Üveys Beye sunduğu Leyla vü Mecnun Mesnevisinde de padişahı övmeye devam eder; ancak,kendisine padişahın yardım etmediğini de belirtir.Bütün bu çabalar sonucunda,kendisine Bağdat ‘ın vakıf gelirlerinin artan kısmından,günde 9 akçe gibi çok az bir maaş için ferman-ı hümayun çıkmıştır.Hayli zaman geçip bu para bir türlü kendisine ödenmeyince,İstanbul’da Celalzade Mustafa Efendi’ye,ünlü Şikayetme’sini yazar.
“Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Eğerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.”diye başlayan; ve”
Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey'us ü mahrum guşe-i uzletime çekildim.”
diye biten Şikayetname sonucunda, maaşını aldığı bilinmektedir.Bu maaş ancak kıt kanaat yaşamaya yetecek orandadır.
İşin ilginç yanı,sanatının ve yeteneğinin tüm inceliklerini ortaya koyarak övdüğü Osmanlı Padişahı Kanuni,Fuzuli’ye bir türlü yardım elini uzatmamıştır.Bir kere,Fuzuli alevidir,Osmanlı ise alevi değildir ve alevileri de sevmez.İkincisi,Aleviliğiyle kalmayıp,Safevi Hükümdarı Şah İsmail’i de göklere çıkartan övgüler yazmış,Şii İmamlara bağlılığını da defalarca şiir ve kasidelerinde dile getirmiş bir şairdir Fuzuli.İşte asıl kusuru,yardım elinin ona uzanmama nedeni de bunlar olmalıdır.Yani inançları.Fuzuli’nin büyüklüğü Osmanlı ileri gelenleri ve şairleri tarafından çok iyi bilinmektedir.Her birisi bilmektedir ki,Söz aleminin bir hükümdarı varsa,o zamanda bu Fuzuli’den başkası değildir.Bağdat’ın fethi sırasında,Kanuni’nin yanında Bağdat’a gelen,zamanın şairleri de olmuştur.İlginç değil mi,hükümdar savaşa gidiyor,şairler de yanında.Hayali bey,Taşlıcalı Yahya gibi şairlerdir bunlar.Gözümüzün önüne getirince,O zamanın en büyük hükümdarı Kanuni,aynı zamanda şair ve şairsever Kanuni,yanında kibar,çok iyi yaşam koşullarına sahip şairlerle savaşta bile birliktedir.Karşılarında da,yoksulluklar sıkıntılar içinde bir Söz alemi sarrafı Fuzuli.Ama boyun büken,inayet dilenen bir söz alemi hükümdarı,bunu anlamak güç oluyor.
Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı
(Ne gönlümün ateşinden başka benim için bir yanan vardır- Ne de sabah yeli dışında kapımı açan)
dizeleri kimsesizliği ne içtenlikle anlatmaktadır.
Şehzade Bayazıt ile de mektuplaşarak,Rum ülkesine,şehzadenin yanına gelmek istediğini belirtip,ondan da yardım istemiştir.Ayrıca Bağdat seferinde tanıştığı Sadrazam Rüstem Paşa’ya da övgü şiirleri yazmıştır.
Farsça Divanında
«Burası bir bahçedir ki, salman servileri sam yelinin hortumları, açılmamış goncaları mazlum şehit mezarlarının kubbeleridir. Burası öyle bir zevk meclisidir ki, şarabı parçalanmış ciğerlerin kanı, musikisi âvâre gariplerin iniltileridir. Ne mihnet artıran sahrasında bir rahat rüzgârı esmiş, ne de belâlarla dolu çölünde tozları (kederleri) yatıştıracak bir şefkat bulutunun ümidi belirmiştir. Böyle bir çile bahçesinde gönül goncası nasıl açılır? Dil bülbülü ne terennüm eder? » (A. N. Tarlan, Farsça Divan Terc)
Fuzuli’nin,yaşadığı Kerbela toprağıdır burası.Neyün şiiri yazılabilir ki,” bir çile bahçesinde”,” parçalanmış ciğerlerin kanı”,” âvâre gariplerin iniltileri”,” belâlarla dolu çölünde tozları”ndan başka.Buralardan hep uzaklara gitmek,daha güzel yerlerde,daha rahat bir yaşam sürmek istemiştir.
Fuzûlî eyledi âheng-i ayş-hâne-i Rûm
Esîr-i mihnet-i Bağdâd gördüğün gönlüm
(Bağdat’ın sıkıntılarının elinde esir olan gönlüm,zevk ve eğlence mekanı Anadolu’ya gitmek istedi)
Safeviler zamanında da Tebriz’e gitmek istedi.Hindistan’a gitmek istedi.Zevk ve eğlence mekanı “rum ülkesi” dediği İstanbul’a gitmek istedi.Ama gidemedi,hep Irakta yaşadı.Bilinen o ki,Kanuni kendisine aç kalmayacak kadar bir evkaf maaşı bağlattırdı ve onunla geçindi. “Şehitler Sultanı ' Hz.Hüseyin için ve onun yazdığı mersiyesi ünlüdür.Oniki İmam’a ve Peygamber Ailesine olan sevgi ve bağlılığını şiirlerinde dillendirmiştir.Hz.Muhammet için yazdığı Su Kasidesi ise kendi alanında bir şaheser olarak kabul edilmiştir
Dest-bûsu arzûsiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anunla yâre su
(Ey dostlar, eğer onun elini öpme arzusu ile ölürsem, toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin.)
Beytindeki “S” sesleriyle yapılan aliterasyon ve “u” sesiyle yapılan asonans (su) bile şairin kaleminin ne kadar güçlü olduğunu göstermeye yetmektedir.
“Mezârum üzre koyman mîl eğer kuyunda cân virsem
Koyun bir saye düşsün kabrüme ol serv-kâmetden “
“Eğer sevgilinin yanında can verirsem mezarıma taş dikmeyin; bırakın o servi boyludan kabrime bir gölge düşsün» beytindeki vasiyetine bağlı olarak, Hz.Hüseyin’in türbesinin yakınlarında yattığı sanılmaktadır.
Fuzuli şiidir,bunu gösteren pek çok şiirler de yazmıştır.Safeviler zamanında,Hz. Ali’nin türbesinde yaptığı “hâdim” (hizmetli) lik karşılığında “tâtibe”, adı verilen bir aylık aldığı ve bunun sonradan kesildiği de söylenmektedir.
Bir tarikatın kurduğu,hükümdarı İsmail’in de şairdir. Hatai mahlasıyla bir divan yazmıştır. Safevilik tarikatın kurduğu,aynı zamanda bir türk devletidir..Anadolu’daki “ferman padişahın dağlar bizimdir” diyen Türkmenlerin de göç ederek saflarına katıldığı bir Türkmen komutanıdır İsmail..Kuşku yok ki,bu günkü anlamda bir “milliyet” bilinci olmasa da,Osmanlının tarihinde,en çok kan ve can verenler,çoğunluğu alevi olan Türkmenlerdi.Kuşku yok ki,Osmanlının Türk kavramıyla bir ilinti ve ilişkisi de yoktu. Ve Osmanlı için alevi olmak büyük bir suçtu.
Arap Irak, o dönemlerde kargaşalar içinde çalkalanan bir yerdi.İşte bu kargaşa ortamında yaşamıştır Fuzuli.İstediği ise,güçlü bir devletin oraları alıp,”istikrar” sağlaması olmuştur.Fuzuli’nin yaşadığı dönemde,yaşadığı bölge sürekli bir karışıklık içindeydi.Bağdat “veliler” yurdu olarak,hükümdarların elde tutmak istediği bir yerdi.Mezhep çatışmaları,bozuk yönetimler,cahil ve esen rüzgarların önünde savrulan yoksulluk içinde bir halk vardı oralarda.Tüm bunların içinde,gördüğü her devlet büyüğüne övgü şiirleri yazarak ısrarla yardım dilenen büyük bir şair görüyoruz.İnançlarından dolayı Osmanlının el uzatmadığı,uzatsa bile yeterince uzatmadığı,zamanın büyük şairi,yardım dilenmekte ama bir türlü bu yardımı bulamamaktadır.Anlaşılan,gerçekten de, geçim sıkıntıları içindedir; ne yapacağını şaşırmış durumdadır.O zamanın “zihniyetine” göre hayal edersek,bir insanın sürekli olarak,yaşadığı toprakları bırakarak,hep başka ülkelere gitmek ve bir devlet büyüğüne kapılanmak için elinden geleni yapmış olması,yalnızca onun yoksulluğundan mıdır acaba.Oysa o zaman “rum” ülkesi de denilen Osmanlı başkentindeki zevk ve eğlenceyi istemiş olması ve “zariflere” imrenmesi,bunların sonucu olarak,İstanbul'a gitmek için çaba vermesi,gitme isteğinin yalnızca yoksulluktan kaynaklanmadığını da göstermektedir.Mutlak olarak,saray çevresindeki Osmanlı “şuara”sının yaşam biçimleri hakkında bir fikri vardı. Kendi şiirler seviyesinin,onlardan daha iyi olduğunu da biliyordu; ancak,yine de hak ettiği bir yaşamın içinde değildi.Yazgısı onu Kerbela'ya tutsak etmişti ve burada,bu çok sevdiği Hz.Hüseyin ‘in katledildiği acılı toprakta,güzellikler adına yazacak hiçbir şey yoktu.Her şey sanki acıyla karılmıştı.Zaten Fuzuli’de bunu yazdı,her şeyin acı olanını.Buna aşk da dahildi.Ancak onun hayal gücünün zenginliği daha güzel ortamlarda yaşayan zamanın şairlerinden çok daha fazlaydı.
Zamanın bilimlerinden, tefsir, hadis, kelâm, fıkıh, mantık, hendese, hey'et ve tıp “ilimlerini “çok iyi bildiği kendi eserlerinden anlaşılmaktadır.
«Fakr mülki taht ü âlem terki efserdür mana
Şükr li'llâh deylet-i bakî müyesserdür mana»
«Bana yoksulluk ülkesi taht, dünyayı terketmek de taçtır. Tanrı'ya şükürler olsun, böylece bana kalıcı bir devlet nasip olmuştur».
diyen Fuzuli,eserlerinde,dünya malının önemsizliğini,geçiciliğini sürekli olarak vurgulamıştır.En azından yetmiş yıl civarında yaşadığı bilinen şairin,belli bir dönemden sonra “aslında dünya malının önemsizliği “inancının bir parçası olarak, şiirlerinde yer almıştır.Çünkü Fuzuli her şeyden önce mutasavvıf bir şairdir.Tasavvuf düşüncesini çok iyi bilen ve yazdıklarında dillendiren büyük bir ustadır.
Eserlerinden önemli biri de,Hz.Hüseyin’in şehit edilişini ve Kerbela katliamını anlattığı, Hadikatü's-sü'edâ'dır (saadete ermişlerin bahçesi) .Bu eser,Kerbela’yı anlatan pek çok kitap arasında (Maktel-i Hüsey'in) ,en baş sırayı almıştır.Hem dili,hem şiir kalitesi hem de anlatım biçimi bakımından,çok sevilmiş ve yaygınlaşmıştır.
Yazanda Vâmık u Ferhâd u Mecnûn vasfın ehl-i derd
Fuzûlî adım gördüm ser-i tûmâra yazmışlar
Azra’nın aşığı Vamık,şirinin aşığı Ferhad ve Leyla’nın aşığı Mecnun’un öykülerini anlatan dert ustaları,gördüm ki Fuzuli’nin adını eserlerinin başına yazmışlar
Mende Mecnundan füzûn âşıklık isti'dâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnûnun ancak adı var
(Bende mecnundan çok daha fazla aşıklık yeteneği var; aşka sadık olan benim ama mecnunun adı çıkmış.)
gibi pek çok beyitte görülür ki,Fuzuli aşkın şairidir.Bu dünyada şiirlerimi paylaşacak okumuş çevrelerinde bulunmamış,yokluklar içinde bir güvence kapısı arayıp durmuş; ama şiirlerinde Aşk Sultanlığı’nı hiç kimseye vermemiştir.Söz Sultanlığını ülkelere sultan olmakla kıyaslayıp,ülkelere sultan,büyük ordulara komutan olmayı geçici olarak; ama sözü kalıcı olarak değerlendirmiştir.Kendisinden sonra gelen pek çok şair,onun şiirlerine nazire (onun dizelerini örnek alarak,bezer) yazmıştır.
Devlet-i dünyâ içün çekmem selâtîn minnetin
Fakr sultânı menem kim devletümdür câvidân
«Dünya mutluluğu için sultanların minnetini çekmem. Ben yokluk sultanıyım. Benim-mutluluğum sonsuzdur.»diyen şair,söylendiğinin aksine yalnızca ilahi aşk üzerine değil,bildiğimiz anlamdaki insanın karşı cinse olan duygusal aşkına ilişkin de yazmıştır.
Bir değerlendirme yaparsak:Fuzuli,tüm çabalarına rağmen ne koşullarını ne yaşadığı toprakları değiştirememiş,sıkıntılarından bir türlü kurtulamamıştır.Yaşadığı sıkıntılar zamanla onu,önce “artık onlardan kurtulmasının imkansızlığına” inandırmış; giderek çaresizlik, yaşadığı bu acılı dünyayı kabullendirmiştir.Bu kabullenişte,dinsel inançlarının yeri çok önemlidir tabii.Giderek dinsel inançları bu kabullenişi,yaşadığı sıkıntılar da inançlarını bilemiş; ikisi birden şiirine yansımıştır.Zaten,yeryüzü,Allah'tan kopup geldiğimiz gurbet değil midir tasavvuf inancına göre.Zaten acı ve çile değil midir hayat.Bu çileli yaşama katlanmanın gerekçesi ise,Tasavvufun temeli olan, asl olan, aşktır.
Aşk imiş her ne var âlemde
ilim bir kıyl li kal imiş ancak
(evrende ne varsa aşktır,ilim o bunu söyledi bu onu söylediden ibarettir)
der Fuzuli.Divan edebiyatında,özellikle de tasavvufi edebiyatta aşk acıdan başka bir şey değildir.Aşk eşittir acı:ancak aşık bundan asla yakınmaz ve hep daha fazlasını ister.Aşık hep pervanedir,maşuk ise hep mumdur; pervaneye de mumun ateşinde yanmak yaraşır.Tasavvufta ise,elbette,insanın Allah'a olan aşkının ve hasretinin acısı,yani bir tür yanmak,şikayet edilecek bir durum değil,Allah yolunda olgunluk mertebelerinde yükselen kulun olmazsa olmazıdır.Durum böyle olunca,Fuzuli’nin yaşamında da her türden acıyı ve sıkıntıyı,giderek kabullendiğini düşünmemiz yanlış olmaz.
Duygusal aşklarında karşılıksızlıklar yaşadığını,kimi şiirlerdeki,karşılıksız aşkın çok etkileyici anlatımından çıkartabiliriz..Yaşamın insani olanaklarından yararlanamayan ve bekçiliğini yaptığı türbeden bağlanan az bir parayla yaşayan Fuzuli’nin yaşamının çoğu hayal kırıklıkları içerisinde geçmiştir.Dip denilen,yaşamın alt seviyesinde yaşamaya katlanmak zorunda kalmıştır.Kabullenmek,alışmak,hatta giderek sevmek zorunda kalmıştır.Yaşadığı sıkıntıları dinsel inançlarının kalıpları içinde,yaşamanın bir parçası kabul ederek,sevmiştir.
ya rab belayı aşk ile kıl aşina beni
bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni
(Allah'ım beni aşk belasıyla tanıştır
beni bir an olsun aşk belasından ayırma) diyor
Bütün bunlar,onun iç olgunluğunu getirmiş ve büyük şiirlerin doğmasına neden olmuştur.Fuzuli’nin şiirlerindeki üstünlük,bildiğimiz divan şairlerinden farklı olarak,bizzat kendi yaşamının dizelere yansımış olmasıdır.İnsani olan duygusal aşkların acılarını da,ilahi aşk kadar güzel dökmüştür imgelere.Onun şiirlerindeki sevgili,pek çok divan şairlerinden farklı olarak,canlıdır.Divan edebiyatında,neredeyse tüm şairlerin,aynı mazmunlarla (benzetme) anlattığı aynı kadındır yüzyıllar boyunca.Yüzyıllar boyunca,bukleleri yılan,kirpiği ok,kaşı yay,ağzı mim (harfi) yani nokta,gamzesi(yan bakışı) gammaz (muhbir) ,zülfü kafir,yeryüzünde olmayan bir kadın tasvir edilmiştir.Fuzuli de aynı mazmunları kullanmış olsa da,şiirlerindeki kadın daha bir kanlı canlıdır onun.Divan edebiyatının anlaşılması güç diline karşılık,Fuzuli zaman zaman günümüzde de anlaşılabilecek bir Türkçe kullanmıştır,söz hazinesi içinde.Onun şiirlerinde, atasözlerine kadar yaşadığı dünyayı buluruz.Acı ve aşk acısı evrensel bir olgu olarak vardır Fuzuli’de.Ölüm onda,tasavvuf inancından dolayı,Allah’la bir büyük buluşma olarak güzellik kazanmıştır.
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
dizeleri yüzyıllar sonra bile ne kadar bize yakın ve anlaşılır bir tarzdadır. Karac’oğlan'ın,
“Sazım da acı bir feryada daldı
Çırpındı gönlümde aşkım bunaldı
Yanıklı ahını göklere saldı
Felek de bu halde kal dedi bana”
Dizeleri kadar yalındır neredeyse.
MÜSEDDES
Menem ki kafile-sâlâr-ı kârvân-ı gamem
Müsâfir-i reh-i sahrâ-yı mihnet ü elemem
Hakîr bahma mana kimseden sağınma kemem
Fakîr-i pâdişâh-âsâ gedâ-yı muhteşemen
Sirişk taht-ı revândur mana ve âh alem
Cefâ vü cevr mülâzım belâ vü deıd haşem
Ne mülk ü mâl mana verse çarh memnûnem
Ne mülk ü mâlden âvâre kılsa mahzûnem
Egerci müflis ü pest ü muhakkar ü dûnem
Dem-â-dem eyle hayâl eylerem ki Karûn'em
Gönülde nakd-i vefa genci lîk pinhânî
Gözüm hızâne-i la'l ü güher velî fânî
Hayât sarf edüben derd kılmışam hâsıl
Sirişk-i al ü ruh-i zerd kılmışam hâsıl
Zamîr gözgüsüne gerd kılmışam hâsıl
Tabî'at-i seg-i şeb-gerd kılmışam hâsıl
İşüm kara gece tâ subh nâle vü feryâd
Ne virseler ana şâkir ne kılsalar ana şâd
Sirişk-rîz gül-endâmlar hevâsı ile*
Şikeste-hâl siyeh zülfler belâsı ile
Zemâne içre gam-ı ışk macerası ile
Hemîşe maslahatum özgeler rızâsı ile
Ne devri gerdiş-i gerdûn menüm murâdum ile
Ne gayeti emelüm hüsn-i i'tikadum ile
Hasûd sûret-i ahvâlüme nazar kılmaz
Cefâ kılur meni bî-çâreye hazer kılmaz
Sanur ki nâle vü zârum ana eser kılmaz
Anı mürur ile âlemde der-be-der kılmaz
Zemâne içre mücerrebdür intikam-ı zemân
Hemîşe yahşiye yahşi verür yamana yaman
Hûşem ki hâne-i takdîr-i îzid-i müte'âl
Vücûd levhine tasvir edende sûret-i hâl
Rakam kılan eğer idbârdur ü ger ikbâl
Olur tegayyür ana gayrdan bir emr-i muhal
Sa'âdet-i ezelî kabil-i zeval olmaz
Güneş yer üstüne her düşse pây-mâl olmaz
Azîz-i Hak hased-i düşmen ile olmaz hâr
Hasûd hilesi ikbâli eylemez idbâr
Egerçi gülbüne gâhî hazânda âfet var
Tedârük eyler ana afiyet nesîm-i bahar
Garaz ki her kim ezelden olursa devlet-mend
Muhâldür yete âsâr-ı devletine gezend
Egerçi bir nice gün iktizâ-yi âlem-i dûn
Cihanda eyledi ikbâl râyetini nigûn
Zemâne sûret-i ahvâlüm etdi dîger-gûn
Vefa hatına kalem çekdi çarlr-ı bukalemun
Künûn zemâne ol ahvâlden peşîmândur
Egerçi kâfir idi hâliyâ müselmândur
Fuzûli eyledügün ahdüne vefa kılgıl
Yeter şikâyet edüb şerh-i mâcerâ kılgıl
Vücûdunu hedef-i nâvek-i belâ kılgıl
Kamu cefâlara sabr eyleyüb du'â kılgıl
Kim ola dost rızâsı hemîn sana hâsıl
Rızâ-yı döstdur asl-ı temettü' ey gafil
ŞİİRİN GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİNDE ANLAMI
- Gam kervanının kafile başısı olan ben. Mihnet ve elem çölü yolunun yolcusuyum. Hor görme beni, başkalarından aşağı sanma, Pâdîşâh gibi bir fakirim, muhteşem bir yoksulum Tahtıravanım, iki gözümden akan yaştır; sancağım, göklere yükselen âhtır, Cevr ve cefa kapıkulum, belâ ve dert maiyetimdir.
(Dördüncü mısra'daki fakir'in, ihtiyacını karşılayabilecek miktarda mala sahip bulunmayan kişi, yoksul, âciz, muhtaç anlamlarından önce tasavvufî anlamı göz önüne alınmalıdır. Fakîr, fakr kökünden gelir. Fakr, tasavvufta 'Mevhum olan varlıktan kurtulmak, fenâfıllâha mazhar olmak' anlamındadır. Yani maddî değil, manevî yoklukla ilgilidir. Fakîr de 'Fenâfülâh işareti yerinde kullanılır bir tâbirdir'. Fakr tamamlanınca Allah kalır' anlamındaki hadîs gereğince fakrın böylesine erişip bu anlamda fakir olan kişi övülenecek duruma da gelmiş olur. Diğer bendler de bu açıdan değerlendirilmelidir.)
- Felek, ne mal mülk vererek beni sevindirebilir.
Ne de malımı mülkümü alıp yerindirebilir.
Gerçi müflisim, düşkünüm, hakarete uğramış, aşağılanmışım. Ama, dâima, Karun gibi zengin olduğumu hayâl ederim, Varsın gizli kalsın, ortaya çıkmasın; gönülde vefa akçesinin definesi var, Varsın kalıcı olmasın, işe yaramasın; , gözüm lâ'l ve inci hazinesidir.
- Ömrümü harcayarak, karşılığında dert kazanmışım.
Kanlı gözyaşları, sararmış bir çehre kazanmışım,
Gönlümün aynasına, toz (gam, keder) kazanmışım.
Geceleri bekçilik edip uyumayan köpeğin yaradılışını kazanmışım. İşim, karanlık gecede, ta sabaha dek inleyip feryat etmektir. Ne verseler şükr eder, her ne yapsalar memnun olur, sevinirim.
-Gül endamlı güzellerin arzusuyla gözyaşı saçmadayım.
Kara zülüflerin belâsı ile gönlüm kırık, bedbahtım.
Bu zaman içinde, aşk gamının macerası ile,
Her işim başkalarının istediği gibi olur:
Ne felek benim dilediğim biçimde döner,
Ne de umutlarım, benim inandığım gibi olumlu bir sonuca ulaşır.
-Hasedçi, benim ne durumda olduğuma bakmaz,
Ben zavallıya cefa eder durur, hiç çekinmez, Allah'tan korkmaz: Sanır ki ahlarım, feryatlarım kendisine te'sir etmez, Ok gibi delip geçip, bu dünyada, onu perişan etmez. Oysaki tecrübeyle sabittir, zaman ileriye bırakmaz, öcünü alır, İyilik eden daimî iyilik bulur, kötülük eden de kötülük.
-Şunun için memnunum ki: Yüce Allah'ın takdir kalemi.
Durumun ne olacağını varlık levhasına nakş ettiğinde,
İster talihsizlik, ister baht açıklığı; her ne yazmışsa, o olur;
Ezelî saadetin sona ermesi mümkün değildir,
Güneş yeryüzünün her neresine ışığını düşürürse düşürsün, ayak altında kalmaz.
-Allah'ın aziz kıldığı, koruduğu kişi düşmanın hasedi ile hakîr olmaz,
Hasedcinin hilesi, baht açıklığını, ikbâli, bahtsızlığa
dönüştüremez.Gerçi gül fidanına bile güz mevsiminde felâket var, belâ var. Ama, bahar rüzgârı ona sağlık, esenlik sağlar tedarik eder. Maksat şunu belirtmektir: Bir kişi tâ ezelden devletli olmuş ise. Onun devletinin zerresine zarar, ziyan erişmesi mümkün değildir.
-Gerçi nice günler, aşağılık dünyanın, gidişatı gereği,
Evrende ikbâl bayrağını tepetaklak etti.
Zaman durumunu görünüşünü değiştirdi, bozdu.
Bukalemun gibi renk değiştiren felek, vefa yazısının üstüne kalem
çekti. (O yazıyı iptal etti, vefasız davrandı) ,
Fakat, şimdi, baht o durumdan, ettiklerinden pişmandır,
Sanki eskiden kâfirdi, şimdi müslüman olmuştur.
-Fuzûlî! Verdiğin söze vefa göster,
Başından geçenleri şerh ve şikâyet etmeye son ver.
Varlığını belâ okunun hedefi et,
Her türlü cefâya sabredip duâ et ki
Dostun (Allah'ın) rızâsı hâsıl olsun:
Ey gafil! Asıl kazanç, dostun (Allah'ın) rızâsıdır.
(Ali Nihad Tarlan, Fuzûlî Divanı, C-l, s. 195-197 2. Fuzulî Dîvânı, İstanbul, 1329. s. 205-206)
Görüldüğü gibi,tüm zamanlara seslenen bir şiir yeteneğine sahiptir Fuzuli.
Kim bilir “rum zarifleri “dediği,Osmanlı şairleri,Kanuni’nin yanında şatafatlı bir biçimde Bağdat’ta dolaşırlarken ya da Fuzuli’nin kendilerinden çok alt bir seviyede yaşadığını gördüklerinde,hangi nazarlarla ona baktılar.Padişah makamında oturup,Yanında gösterişli giysiler içindeki şairleriyle birlikte Fuzuli’yi makamına aldığı zaman,kimin aklından ne geçiyordu kim bilir.Hükümdar sofrasında yalakalık yarışı yaparak hisse kapanlar acaba birbirlerine ne kadar dosttu.Acaba, padişahla sohbetlerinde, Fuzuli’ye dair hangi sözleri ettiler.Hangi şairler onu övüp,yardıma muhtaçlığını da katarak bir şeyler söyledi.Hangi şair,O’nun padişah meclisine yakışır bir büyük anlam ve söz sarrafı olduğunu dile getirdi.Eğer ki, aynı dönemde binlerce aleviyi katleden Padişah’ın Fuzuli’ye karşı,şii olmasından kaynaklanan bir ön yargısı olsaydı,kuşkusuz onu makamına almazdı.O halde,Kanuni,şairi seviyor ve takdir ediyor olmalıydı ki makamına kabul etmişti.O halde neden ona,istediği tarz bir yakınlık ve yardım eli bir türlü uzanmamıştır.Bunu yazacak bir vakanüvis olamaz.
Fuzulî ister isen izdiyâd-ı rütbe-i.fazl
Diyâr-ı Rûm'ı gözet terk-i hâk-i Bağdâd it
«Fuzûlî, faziletlerinin derecesinin artmasını istersen rum diyarına (Anadolu ülkesine) bak. Bağdat toprağını terkedip Anadolu'ya git) diyen şair.mutlaka padişaha bu dileğini belirtmiş veya hissettirmiş olmalıdır.
İlk beyti (matla)
Nice yıllardur ser-i kûy-ı melâmet beklerüz
Leşker-i sultân-ı irfânuz vilâyet beklerüz
Olan Fuzuli’nin ünlü gazeline Şair padişah Kanuni,nazire olarak
Hastayuz yıllar ki kuyunda mahabbet beklerüz
Ey tabîb-i dil lebünden ya'ni sıhhat beklerüz
matlalı gazeli yazmıştır.Sünni Halife,Şii şairin beyitlerini örnek alacak kadar şiirinin etkisinde kalmıştır.Ordu ile Bağdat’a gelen şair Hayali ve Taşlıcalı Yahya da Fuzuli’nin şiirlerine nazireler yazmışlardır.
Mutlaka saray şairleri Fuzuli’nin padişah meclisinde olmasını istemiyorlardı. Kendilerinden daha yetenekli birisinin varlığı onların işine gelmezdi çünkü.Osmanlıdaki yalakalık müessesesi içinde çok önemli bir yer tutan şairler,neden sayılarının bir fazla olmasını istesinnlerdi ki; Bir şiinin padişah meclisinde ne işi vardı.Şair olmanın ötesinde, kendini iyi yetiştirmiş bir bilgin ve düşün adamı diyebileceğimiz Fuzuli, istediği gibi olmayan dünyaya karşı,dünya malının makamının geçiciliğini,aynı zamanda inançlarının da gereği olarak dile getirerek çileyi,acıyı makul sevilir bir duruma getirip,kalesini kurmuş ve savunmasını yapmış gibidir.
Ek:
FUZULİ’NİN KENDİ SÖZLERİYLE ŞİİR ÜZERİNE DÜŞLÜNCELERİ:
(Bu aşüfte ve hayran, biçare ve fakir Fuzûli; kendi ahvalinden biraz bahsetmek arzusundadır) .
Henüz çocuktum. Dünyada olup bitenlere ibret gözü ile bakıyor¬dum. Ma'rifetler dilberini kendime sevgili edinmiştim. Bu sevgilim ile sevişirken bazen yaratılışımda gizli olan hararetli ihtiras ve aşk, istida¬dımın karşısına şiir sevgisi kapılarını açardı. Fakat ilim ve irfan kazan¬maya karşı duyduğum alâka ve gayret beni bundan men ederdi. Şiir hakikaten güzeldir. Lâkin insanı ilim kazanmaktan alıkorsa o zaman iş değişir. Bu yasak devresi sona erdiği zaman, bir gün şiir söylemeye mu-i'fakiyet, bir öğütçü sıfatıyla yalnızca oturduğum odama geldi ve dedi ki:
«Şiir»:
Elde ettiğine kanaat edip oturma. Zira yükselmek hususunda ne kadar istekli ve ihtiraslı olursan mer¬teben o kadar artar. Kemal derecesini istemek hu¬susunda gayretsiz ve tembel olma. Sonunda ziyanlı çıkarsın.
Bil ki şiir söyleyebilmek de kendi başına ayrı bir ilimdir. Ve ke¬mal nevilerinden çok i'tibarda olan bir şubedir. Bunu inkâr edenler, onun zevkine erişemeyenler veya şiir söylemesini beceremeyenlerdir.
Bu teşviki dinledikten sonra kendimi şu suretle mazur gösterdim; dedim ki:
«Ey aydın yürekli, şefekatü dost; hakimler, başlaması lâzım ge¬len her işe başlamadan evvel onun gayesini, neticesini düşünmelidir, de¬mişlerdir. Olmaya ki bu iş adı sanı iyi olmakla beraber hakikatta kötü ola ve onu iyi bulmak günahını yüklenen insan, umduğu takdiri elde edemeye.
Şöyle cevap verdi:
Ey fakir-i hakir, hayatım bu işin aslını tahkik uğrunda harcayan maharet sahibi fasihler ve doğru düşünen fâzıllar bu şiir fenninin gü¬zelliklerine ve iyiliklerine dair ayetler ve hadisler zikrederek değerli ki¬taplar yazmışlar ve şiiri her türlü lekeden temizlemişlerdir. Hazret-i Peygamber buyurmuşlardır: Şiir bir sözdür, güzeli güzel, çirkini de çirkindir. Bir kimse iyice düşünse derhal anlar ki güzel sözün güzel has¬seleri vardır. Birincisi Onu söyleyen kimse, hiçbir para sarf etmeden, bir zarar görmeden gönlü türlü türlü ferah ve zevk duyar; ikincisi; Şiir ya¬zanın adı âlem sahifesinde ebedî olarak kalır; üçüncüsü: O şiir, başka¬larına da zevk ve şevk verir.
«Şiir»:
Cihanda bakî bir zevk ve sürür şarabını ancak şiir sakisi sunar. Sözün bakî kalması hususunda yoktur. Kalan ancak odur; kalanı bakî değildir.
Dedim -.
Ey sevgili dostum, şiirin birçok alât ve edevatın ihtiyacı vardır Bu âletler olmadan bir san'ata başlamak güçtür. Bununla meşgul olan ve bu çölü aşıp geçen eski şâirler; güzel huylu sultanların riayetine mazhar olmuşlar-, zevk sahibi büyükler ile düşüp kalkmışlar, cennet gibi bahçelerde gezip dolaşmışlar; tatlı şaraplar içerek neşelenmişler, güzel nağmeler dinlemişler-, ay gibi güzeller görüp onlarla vakit geçirmişler, bu saadet içinde san'atlarının kemâline ermişler.
«Şiir»:
İnsanın işini kolaylaştıran sebepler toplandı mı bu neşe ile gönülde gizlenen ma'rifet remizleri meyda¬na çıkar. İnsanı böyle sebeplerin bir araya gelmesi neşeye getirir, söyletir. Ma'nâlar zihne üşüşünce şairlik kolaylaşır.
Zavallı sevdâzede benden şiir istemek çok tuhaftır. Zira benim doğduğum ve yaşadığım yer «Irak-ı Arap» dır. Burası sultanların göl¬gesinden uzak ve ahalisinin şuursuzluğu, idraksizliği yüzünden harap kalmış bir yerdir.
Burası bir bahçedir ki salınan servileri, sam rüzgârının girdibad-lari; açılmamış goncaları, mazlum şehit mezarlarının kubbeleridir. Bu¬rası bir zevk meclisidir ki şarabı parçalanmış ciğerlerin kanı, musikisi âvâre gariplerin iniltileridir. Ne mihnet artıran sahrasında bir rahat rüzgârı esmiş; ne de belâlarla dolu çölünde tozları «gamları» yatıştıran k bir şefekat bulutu ümidi belirmiştir. Böyle bir çile bahçelerinde gö¬nül goncası nasıl açılır ve dil bülbülü ne terennüm eder.
«Şiir»:
Bir mülk ki ondan rahattan eser yoktur ve üzerinde bir zevk ve ferah havası esmemiştir; böyle bir yerde oturanların, oraya esir olanların bir hünerden dem vurmaları nasıl mümkün olur?
Şu cevabı verdi:
Ey dertli, sultanlarla müsahabet etmek başkalarının hasedini çek¬mekten başka bir şeye yaramaz. Şarabın neşesi ise ebedî azabı mucip¬tir. Nedimlerle sohbet etmek insanın muhayyilesini işgal eder, onu ken¬di tahayyülâtı ile başbaşa kalmaktan alakor. Malın çokluğu gönül sa¬hiplerini gaflete sevkeder. Hamdolsun bu âfetlerden uzak bir diyardasın. Bu gibi kötü şeyleri icap ettirecek vesileler orada yoktur. Bil ki hakikî sevgilinin güzelliğine âşık ve ilâhî sevgi şarabı ile sarhoş olup dünya lezzetlerinden el etek çeken, nefsine tâbi' olmayan birçok veliler, mü¬barek insanlar, şeyhler ve âlimler ıstırap kılıcı ile helak olunca bu di¬yarda toprağa kalbolmuşlardır. Bu diyarın toprağı mazlumların kanı ile karışmıştır; o şehitlerin kanları bu topraklara dökülmüştür. Allah'ın kaza ve kaderi senin çamurunu bu toprak ile yoğurmuş ve mukadder nasibini bu toprağın üzerine yazmıştır. Sen bu mihnet beşizinde me¬şakkat sütü ile beslenmiş ve buranın suyu ve havası ile yetişip büyü¬müşsün. Biliyorum ki sen dertli yaratılmışsın. Dert ise şairliğin sermaye¬sidir. Şâir olmak için zevk ve safa lâzımdır, deme; dertten bahset ki şiir yarışında müsabakayı kazanan derttir.
«Şiir»:
Gönlünde bir derdi bulunmayan, ciğeri yar ah olma¬yan insanın şiirinde tat vardır zannetme. Zevk ve safa, huzur ve rahat şiire zevk vermez. Asıl ıstırabın doğurduğu şiir müessir olur.
Bu sözlere karşı kendimi maa'zur gösterecek bir cevap bulamadım.
Hattâ konuştukça şiire karşı kendimde bir temayül de duydum. Artık
gayret kuşağını belime kuşanıp başımı avucumun içine aldım, düşün¬düm ve şiire başladım. Bazen Arapça şiir yazdım ve Arap fasihlerini çe¬şitli manzumelerimle memnun ettim. Bu benim için kolaydı. Çünkü be¬nim ilmî mübahese dilim Arapça idi. Bazen Türk şiiri meydanında at
koşturdum ve Türk zariflerine Türkçe şiirin güzellikleri ile zevk ver¬dim. Bu da beni o kadar uğraştırmıyordu. Çünkü Türkçe şiir benim asli selikama uygundu. Bazen Fars dili ipine inci dizdim ve o daldan gönül meyvası derdim. Lakin kolay anlaşılmaz bir üslûba ve mazmun inceliğine karşı yaratılışımda bir sevgi vardır. Bunun için kalemim daima kaside ve muammaya meylediyordu. Gazel yazmak hatırıma gelmiyordu.Çünkü gazel âşıkın gönül derdini şefekatli sevgilisine açması veya ma'şukun kendi hâlini sâdık âşıkına bildirmesi için yazılır. Bu alâka ise yeni yetişen gençler arasında veya temiz yürekli gençlerle arkadaşlık etmenin verdiği zevk ve heyecan ile olur. Gazel üslûbunda müphem mazmunlar, muğlâk lâfızlar kimseye bir heyecan vermez. Gazelin kendine mahsus bir dili ve muayyen bir kelime âlemi vardır. Tesadüfen benden evvel gelen şâirlerin hepsi yüksek anlayışlı, engin düşünceli insanlarmış. Gazel üslûbuna yarayan her güzel ibareyi, ince mazmunu öyle kullanmışlar ki ortada bir şey bırakmamışlar. Bir insan onların bütün yazdıklarını bilmeli ki çalışıp vücuda getirdiği eserlerde kendinden evvel söylenen ma'nâlar bulunmasın, öyle zamanlar olmuştur ki gece sabahlara kadar uyanıklık zehrin; - bağrım kanaya kanaya bir mazmunu bulup yazmışım. Sabah olunca diğer şâirlerle tevanide düştüğümü görüp yazdıklarımı çizmişimdir. öyle zamanlar olmuştur ki gündüz akşama kadar düşünce deryasına dalıp şiir elması ile kimse tarafından söylenmemiş bir inci delmişim; bunu görenler, «bu mazmun anlaşılmıyor, bu lâfız erbabı arasında kullanılmaz ve hoş görülmez» der demez o mazmun gözümden düşmüş hattâ kalemi elime alıp onu kağıda geçirmek bile istememişimdir.
Ne tuhaf haldir bu, söylenmiş bir şey evvelce söylenmiştir, diye; söylenmemiş bir söz de evvelce söylenmemiştir, diye-, yazılmıyor.
«Şiir»:
Geçip giden eski dostlar ibare ve ma'nâları öyle yağma etmişler ki artık şiir fezası bizim için çok darlaşmıştır. Ah, bu bizden önce gelmek yok mu?
Doğru söylemek icap ederse işte bu çekinme şimdiki mahlasımı almama sebep oldu. Zira şiire başladığım zamanlar her gün bir mahlası beğeniyor, bir müddet sonra aynı mahlası kullanan bir şâire rastlayıp al¬dığım mahlası değiştiriyordum. Nihayet anlaşıldı ki benden evvel gelen şâir dostlarım ibarelerden ziyade mahlasları kapışmışlar. Düşündüm, eğer şiirde başkaları ile müşterek bir mahlas alırsam muvaffak 'olama¬dığım takdirde bana yazık olur. Muvaffak olursam mahlas ortağıma zulmetmiş olurum. Bu benzerliği ortadan kaldırmak için «Fuzûli» mahla¬sını aldım ve ortaklanırım bana zulmedip beni mustarip etmelerinden kurtulmak için mahlasımın himayesine sığındım. Bu lâkap kimsenin hoşuna gitmeyeceği için bir başkasının bana ortak çütarak beni rahatsız etmeyeceğine karar verdim. Hakikaten de bu lâkabı almakla ortaklık¬tan bana gelebilecek üzüntülerin kapısını kapadım ve şiirlerin karışma¬sı endişesinden kurtuldum.
«Şiir»:
Kötü bir nam almanı beni halk arasına karışmaktan uzak tuttu. Bu suretle kendi köşeme çekilip hüner elde etmekle meşgul oldum. Allah'a şükür olsun fe¬na sandığım şey iyi çıktı. Dikenim gül, toprağım al¬tın, taşım da mücevher oldu.
Filvaki bu mahlas birçok cihetlerden benim istediğim gibi oldu, davama çok uygun düştü. Evvelâ: Ben âlemde tek kalmak isteyen bir insandım. Bunu mahlasım temin etti. Ferdiyetimin eteği ortaklık elin¬den kurtuldu.
İkincisi: Ben bütün ulûm ve fünunu nefsimde toplamış bir insan olmak için çalışıyordum. Bunu ifade eden bir mahlas bulmuştum. Zira «Fuzûlî» lûgatta ulûm ve fünun gibi fazlın cem'idir. «Fuzûlî'nin halk arasında öteki ma'nâsı edebe muhalif harekettir. Bundan daha edebe muhalif ne hareket olabilir ki kadri yüksek âlimlerle pek az beraber bulunduğum, merhametli sultanlar tarafından yetiştirilmediğim, seyahattan nefret ettiğim halde daima akli bahislerde hakimlerin muhtelif hükümlerine itiraz eder; nakli mes'elelerde fakihlerin mücâdelelerine karışır; edebiyatın muhtelif şubelerinde her şubenin üstadı ile ibarele¬rin güzelliği, edanın letafeti hususlarında münakaşaya kalkışırım. Her ne kadar bu hareket. Fuzûlî'nin kemâline alâmettir, amma Fuzuliliğin «fodulluğun» da son derecesine işarettir.
«Şiir»:
Devran; ilini, irfan ve edep elde etmek için ne kadar çalıştığımı gördü. Bu husustaki azim ve gayretimi dünyadaki diğer insanların hareketlerine aykırı gördüğü için âlem de bana «Fuzûli» adını verdi.
Allah'a şükür ki ömrümün, bu bereketli adı taşıyarak şiir uğrun¬da çalışmakla geçen zamanı daima benim için hayırlı olmuş ve bu ev Uya toprağının uğuru ve bereketi sayesinde ele aldığım her eseri ko¬laylıkla tamamlamışıma' ir.
Yâ Rabbi, kendi ikametim için rüsvalık çamuru ve nedamet taşı le meydana getirdiğim ve onu sıvamak ve süslemek için kanlar yuttuğum ve dağınık birkaç beyti, Ehl-i beyt-i nebevi masumları hürmetine, ma' nalar üzerinde gündüzleri akşama kadar düşünmüş ve onları bir araya getirip bir manzume yazabilmek için gece sabahlara kadar uğraşmış in sanlar görüp okusunlar. Zira onlar şairlik madeninden orijinal bir inci çıkarmak için ne kadar meşakkat çekmek lâzım geldiğini bilirler.
«Şiir»:
Çöllerde dolaşan Mecnûn'un mihnet ve elemini «ab-ı hayat» çeşmesi kenarında oturanlara sorma. Âlemin dertsiz insanları bizim derdimizden haberdar değil¬dirler. Derdin kadrini dertliler iyi bilirler.
Yâ Rabbi. bu şiirleri okunduğu meclislerde alaya alınan birkaç zayıf beyit, yazıp onu cerrahlığa âlet eden ve guyâ şiirden anladığını anlatmak için lâfız ve ma'nâların inceliklerine ulu orta itirazlar eden birtakım insanların ayakları altında ezdirme.
«Şiir»:
Kendilerinde türlü ayıplar bulunduğu halde akşam sabah başkalarının ayıbını arayanlar o derece hod¬bin olmalarına rağmen kendilerini görmezler.
Her memleketin kemâl sahibi fâzıllarından ve gönlü aydın fa lerinden ricam şudur ki:
Şiirlerimin gerek terkibinde gerek mazmununda bazı hatalar. şuara ıstılahına aykırı cihetler görürlerse onları affetsinler. Necef ve Kerbelâ toprağında yetişip burc-ı evliya olan Bağdad'ın ab u havası ile yetişen bu dünya görmemiş olan yavrular, gurbet çekmemiş yetimler, sefer esnasında nereye uğrarlarsa onları hürmet ve itibar ile karşıla¬sınlar.
«Şiir»:
Fuzûlî, benim makamım Kerbelâ toprağı olduğu için şiirlerim nereye giderlerse onları hürmetle karşıla¬mak lâzımdır. Benim şiirlerim altın değil, gümüş, de¬ğil, inci değil, lâ'l değil, topraktır. Fakat Kerbelâ toprağıdır.
.
(Ali Nihad Tarlan, Fuzûlî Divanı, C-l)
YARARLANILAN KAYNAKLAR
KÖPRÜLÜ, Prof. Dr. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 2. bs., Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1966. Türk Dili Dergisi,Şiir Özel Sayısı-II
Türk Dili Dergisi,Şiir Özel Sayısı-IV
TARLAN, -Ali Nihat, Fuzuli DivanıŞerhi,I,Kültür ve Turizm Bakanlığı yay. Ank, 1985,
TARLAN, -Ali Nihat, Fuzuli DivanıŞerhi,II,Kültür ve Turizm Bakanlığı yay. Ank, 1985,
Köprülü,M.Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi,
Dilçin, Cem,Türk Şiir Bilgisi,
AKYÜZ, Prof. Kenan, BEKEN, Süheyl, YÜKSEL, Dr. Şedit, CUNBUR, Dr. Müjgân Fuzuli, Türkçe Divan, l. bs., Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1958.
DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat -Eski ve Yeni Harflerle-, Doğuş Ltd. Şti. Matbaası, Ankara, 1962.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, Fuzuli Divanı. İnkılap ve Aka Yayınevi, İstanbul, 1961.
ONAN, Necmettin Halil, İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, l. bs., Maarif Matbaası, İstanbul, 1940.
Adnan Durmaz
Temmuz 2006,
Not:Adnan Durmaz’ın yazıları hiçbir şekilde izinsiz,kaynak belirtilmeden kullanılamaz.
Adnan DurmazKayıt Tarihi : 17.7.2006 19:07:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Adnan Durmaz](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/07/17/buyuk-fuzuli-kucuk-bir-adam-miydi-fuzuli-yasami-kisiligi-dunyasi-uzerine-bir-yorum-denemesi-i.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!