ipi çok uzun bir cambaz,
yol aldıkça, sinir uçlarında,
nasıl duruyor, eşit mesâfede herkesin yalnızlığına?
böyleyken, inanabilir misin,
hayatın, düz bir ipten, daha heyecân verici olduğuna?
korkma ve anlat bana,
bir elmanın, en sert olduğu günlerini
anlat, yalnızca bakışlardan, solgun güllere varılan; o yerde,
herkesin bildiği, güneşi yarım ağaçları,
kadere boyun eğdiren bir yeşillikte
ve dibinde mantarlanan günlerimizi,
öncekilerimiz ve sonrakilerimizle,
yitirdiklerimiz ve büyüttüklerimizle,
adına biz dediğimiz, o meşhur hikâyemizi…
insan, çıkarak her gün evinden,
çok eski bir alışkanlığa,
nasıl mutlu olur, anlat bana
oku bakalım, Tanrı neler yazmış bana…
bir mektupta, ne çok okunacak şey varken,
gözün, hep posta pullarında
eski bir zamana tutulmuş, bir fenerin merâkıyla
fırfırlı bir anıyı dolanıyor ellerin, kelimeleri soldurarak,
yine onluklar, yine yüzlükler…
işte yine herkesin, binlikler savurduğu bir dünyâ…
her gün, bu ağır ve yapışkan yağmurlardan sonra,
kurumuş kurbağalar gibi, küçülüp, çürüyen,
yeni bir şeyler var, sokaklarda,
az bilinen çiçek adlarına benzer bir unutkanlık, insan yüzlerinde
o yüzlerde bulamadığım, yasaklı kelimeler;
benim anlamım olacaktı oysa
çok gözlü adamlar;
- gözlerine baksam, içim kurtlanır… -
gözleri görünmeyen kadınları tararlar
her akşam, kıvranır durur, esmer elleriyle, delikanlılar
yol açmaya, içlerinden doğru…
zamansız saati soranın duyduğu, iç ürpertisiyle;
- merhabâ hanımefendi…
neyi, kime, nasıl sormalı?
aranan başkasının hayatı olunca,
aşk da meşgûle düşer hep, ilk aramada
- sıkılmak, diyor sonrasında, kimsesizler
- sıkılmak değil bu, der, başkası beriden
sıkılsa, kendinden sıkılırmış;
- mâvi bir karanlıkta açar diye gözlerini, her sabah… -
olamamak diyelim, kendinde bir başkası
bir başkasıyla olmak, hep sevdiğimiz bir iştir yoksa
çok kalkılır sabahları; çok ağrılı…
kahvaltılar azalmıştır
az kahvaltılarda, koyulup,
acılaşması önlenemeyen, çok fazla çaylar…
bir gün, içtikçe açılması özlenen çaylar
bir karpuz sergisinde, çok suçlu bir adam;
karpuzlar; kocaman…
dayanıksız; hemen bütün meyveler…
fakat, bütün kuruyemişçilerde, bütün cevizler;
çok güçlü bir esmerlikte
tastamam cesâret bu; bütün yalnızların bildiği türden
kirli bir alış-verişe dönmesin diye, hayat,
erkek ve kadın ödüllendirilmeli cesâretlerinden ötürü;
iki çeşit yalnızlıkla
bizden başka, herkes; çok,
çoklukla ölçülen, çoklukla sınırlanmış bir dünyada
yalnızlığın, yarayışlı yanları da var, elbet;
kimse, sizden daha güzel yemek yapamaz,
olmasa da alkışlar arasında…
acını yarıştırmada birincisin, hep
sen; en büyüksün, ey yalnızlık!
sen büyüttün hepimizi,
biz şimdi, ne yapsak işte,
ellerimiz sana uzuyor…
senden öğrendik, kula kul olmayı,
oysa Tanrı, çocukluluğumuzun başkentiydi bizim,
ve sanki, daha büyüktü o zaman…
düşünüp, duruyorsak, hep kendi krallığımızı,
geceyi, bir büyüteç olarak tutuyorsak,
hep, uzak karanlığımıza
ve o iç ülkemizin adresini bulamıyorsak,
tiryâkiliğimizdendir, bu işe
ve günler, hesap soruyorsa,
ürüyorsa, kahverengi gülüşlü adamlar sûretinde,
bölünerek, çoğala çoğala; yalnızlığın mâliyeti
nereye varacağız böyle, sorusuyla,
ya cambazlıktan vazgeçilecek,
ya da müptelâsı olduğumuz, o korkunç heyecandan
10 Mayıs 2016 Salı / İstanbul
Halil IşıkKayıt Tarihi : 10.5.2016 21:36:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Halil Işık](https://www.antoloji.com/i/siir/2016/05/10/butun-siklarda-biraz-var-olan.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!