Bu Aşkın Miadı Dolmuş
Bir zaman vardı,
kalbim, adını bilmediği bir sessizliğe tutunuyordu.
Bütün şehir uyurken bile, içimde bir uğultu,
pas tutmuş bir çan gibi çalıyordu kendi kendine.
Ne başlangıcı vardı bu çınlamanın, ne sonu;
bir boşluğun içinden sızan ışıksız bir nefes gibi,
bir şey beni çağırıyordu,
ama hiçbir yere gitmiyordu o ses.
Zaman, bir mezar taşı kadar soğuktu o gece.
Her saat, kendi gölgesini kazıyordu duvara.
Ve ben,
her gölgenin içinde bir yüz aradım,
bir yüz, kendimi tanısın diye.
Yüzüm, bana dönmüyordu;
ayna yoktu, sadece yüzlerce kırık hatıra
birbirine benzememek için yarışıyordu.
Bir parçam küle,
bir parçam unutulmuş bir mektuba dönmüştü.
Kimse okumadı, kimse yakmadı.
Kağıt, kendini anlamaktan yırtılmıştı.
Ben, her satırda biraz daha eksiliyordum.
Sanki biri, içeriden beni siliyordu ,,
adımı, dilimin kenarından başlatıp
kalbimin karanlığına kadar kazıyordu.
Yalnızlık, kendi kokusunu tanır.
Ben o kokuyu yıllar önce üzerimden atamadım.
Bir duvarın önünde durdum,
duvar konuşmadı.
Yine de orada kaldım,
Ellerimle yokladım sessizliği,
sert, keskin, taş gibi bir yalnızlıktı.
Her nefeste biraz daha büyüyordu.
Bir kuş kondu omzuma,
gözleri simsiyah,
sanki içinde bütün gecelerin ağırlığı vardı.
Hiç ötmeyen bir kuşun kalbiyle aynı ritimde attı kalbim,
susarak kanadım.
Bir zaman sonra,
kelimeler benden uzaklaştı,
ben onlara yaklaşmaya çalıştıkça
anlamı keskinleşen bir bıçak gibi oldular.
Her cümlenin ucunda kanayan bir isim,
her sessizlikte yeniden doğan bir kayboluş.
Konuşmak, artık bir ihanet gibiydi;
her ses, geçmişe dönüp bir şeyleri öldürüyordu.
Gözlerimin ardında, eski bir oda var hâlâ.
Perdeleri kapalı,
içeride kimse yok.
Ama biri her gece odaya girip çıkıyor sanki,
biri beni izliyor kendi içimden.
Kırık bir saate dokunuyor bazen,
zamanı geri almayı unutmuş bir saatin tik takları
kalbimin paslı kapısına çarpıyor.
Ben artık duvarlarda yürürken,
gölgeyle kimliğimi karıştırıyorum.
Bir süre sonra,
gölge önden gitmeye başladı.
Ben, ardından bakakaldım,
sanki kendi cenazeme geç kalmıştım.
İçimde bir mezarlık vardı,
her taşta başka bir anı,
her anıda başka bir eksiklik.
Birini sevmek ne kadar sürer,
birini unutmamak ne kadar uzun olabilir,
hiç öğrenemedim.
Zaman, cevabını bilmediği soruları
susarak öğretti bana.
Bir sabah,
penceremde kırık bir ışık duruyordu.
Ne geceye aitti, ne gündüze.
Bir aralık gibiydi ,,,
günün ve gecenin arasında unutulmuş bir hatıra.
Orada durdum.
Hiçbir şey demedim.
Işığa uzandım,
elime karanlık bulaştı.
İçimdeki yankı hâlâ sürüyor,
bir labirentte koşan kör bir kalp gibi.
Her dönüşte kendime çarpıyorum,
her çarpmada biraz daha dağılıyorum.
Kendimi toplamak artık mümkün değil,
çünkü ben, kendimi taşıyacak bir kelime bulamıyorum.
Bir aşkın ardında kalan boşluk,
bazen aşkın kendisinden daha gürültülüdür.
Ben o gürültünün içinde yaşlandım.
Sözlerim, bir külden doğamadı;
dilimin ucunda,
her harf biraz kan, biraz suskunluk.
Bir gece daha geçti.
Bir gölge daha eksildi odamdan.
Artık sesin bile hatırlanmıyor,
ama yankın duvarda hâlâ aynı tonda titriyor.
Ben de titriyorum,
ama seninle değil artık ,,
kendimin eksik tarafıyla.
Ve sonunda,
sessizlik bile yoruldu.
Gecenin pasını kazıdım ellerimle,
altından hiçbir sabah çıkmadı.
Yalnızlık, son şeklini aldı,
adı bendim.
Artık biliyorum:
Bazı aşklar, bitmek için değil,
çürümek için kalır insanda.
Ve ben, içimdeki çürüyüşe isim koyamıyorum.
Bu aşkın miadı dolmuş.
Hüseyin Erdinç
Hüseyin ErdincKayıt Tarihi : 14.11.2025 20:20:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!