Yaz ortası, bozkır öğlen sıcağında
türlü bitki harman olmuş kucağında
uzaklarda biçerler harlıyor
en tepede ateşten bir tepsi parlıyor
kuş cıvıltısı, börtü böcek sesinden
saman kokulu ılık rüzgârın heybesinden
saçıldı hatıralar gönül kafesinden...
Acı-acı öten kağnı sesleri
boyundurukta dünyayı yüklenmiş bir çift öküz
sabırla tüketilen toprak yol uzadıkça uzar
damla-damla emek kara tenden sızar
sağda solda adam boyunca otlar
denizi tasla boşaltmaya çalışır ırgatlar
ve uzaktan gelen yanık bir ırgat türküsü
insanın yeryüzündeki hazin öyküsü...
“Elâ gözlüm ben bu elden gidersem
Zülfü perişanım kal melul melul
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melul melul”
Zordu o günler, lakin insan kanaatkârdı
azla doymasını, hatta mutlu olmasını bilirdi
ırgatın ömrü karınca misali geçerdi
mutluluğu tırpan ile orak ile biçerdi
ya şimdi
hangi makine yetişir maymunlaşan iştahımıza
bir Dünya daha olsa dayanmaz tamahkârlığımıza
Yüreğimin yüküyle sürdüm tepelere ayak atımı
yaz sıcağında kavrulan bozkırı dolaştım
kuş cıvıltısı, arı vızıltısına karıştı
cırcır böceği sessizliğin sesiyle yarıştı
bu ses, bu koku, rüzgârın temasındaki büyü
ninniler eşliğinde dinler gibi tatlı bir öyküyü
tabiat sofrasında ünsiyete bandım
meğer ne güzelmiş bozkır
kendimi gül bahçesinde sandım
dikenler çalılar, daha nice otlar
hepsi selam verip tanışıklık bildirdiler
her biri gülmüş, menekşe, sümbülmüş
umursamadan çiğnerdim, ne yazık!
ottu hepsi, yoktu farkı birbirinin
geç bildim kıymetini her birinin.
Derken, bir pınar, yanı başında söğütlük
yaz ortasında akıtıyor buz gibi deryayı
gece gündüz akar muttasıl
akar, Rahman’ın kaynağına muttasıl
ne zaman böyle bir pınar görsem
cennetten bir rahmet havuzunu avuçlarıma döken
tarifsiz bir huzur, minnet duyarım
kendimi onun, onu kendi yerime koyarım
oracıkta bitivermiş, ötelerden bir ikram sunmaktadır
kana-kana içmek, ekmeğime katık etmek isterim onu
yanı başında oturmak ve düşünmek enikonu…
Bozkırda bencileyin yalnız bir alıç ağacı
gölgesi pınar suyu gibi serin
yaşlı, kökleri de hayli derin
rüzgâr oynaşır dallarında
her mahlûka yer var kollarında
dibinde nice ziyaretçilerin izleri belli
bozkırın ortasında kervansaray gibi heybetli
selamın ardından başladık hasbıhale
o söyledi ben dinledim, ben söyledim o inledi
ben dertliyim, o benden dertli
''Zaman her mahluku eskitir böyle
ister durduğun yerde hep dur benim gibi
ister koştur ömrünce ey insanoğlu
kendi bedenini yiyen mahluk misali
ömür sermayeni yer tüketirsin
nice nimetlerin kıymetinden bihabersin
hayatın maksadı nedir bilir misin
ben niye varım, sen niye, düşünür müsün
ben sadece bir işaretim, yol göstericiyim
hep durduğum yerde dururum
hep aynı nameyi mırıldanır
hep aynı yönü gösterir dallarım
ama sen yolcusun, sana durmak yaraşmaz
yürümen gerekir hedefine varmak için
hedef mi
gök kubbe de bir hoş seda bırakmak
ya da bir hoş sedaya yanıt vermek
sürdürmek böylece, çoğaltmak
iyiliği, güzelliği, hoş sedayı çoğaltmak
var git şimdi, bilgelik yolunda tozlandır ayaklarını
ve yüreğini ferah tut
bu yolun yolcularına pişmanlık yoktur…”
Sivrihisar, Temmuz-2004
Kayıt Tarihi : 19.3.2013 12:10:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Orhan Cesur](https://www.antoloji.com/i/siir/2013/03/19/bozkir-18.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!