Gençlik yıllarımda bana matematik dersleri veren bir hocam*dan söz etmek istiyorum size.
İçine, onlarca defter doldurduğu büyücek bir çantayla gelirdi eve. İki veya üç soruyu açıklayarak çözümledikten sonra defteri bir kenara koyar ve bir yenisini kullanmaya başlardı. Ders sonunda bana bıraktığı defter sayısı genellikle 6-7’yi bulurdu. Bir gün dayanamayıp bunun bir israf olduğunu belirttim ve ondan şöyle bir yanıt aldım;
“Yazdığım sayfalar benim neler yaptığımı gösteriyor. Boş sayfalar ise, senin neler yapabileceğini…Devamını sen doldurmalısın! ”
Böylece boş sayfaların bir amacı olduğunu öğrenmiştim. Zamanla, geride kalan sayfaları doldurmaya çalışır ve enerjimi tüketirken, aslında dolanın ben olduğumu fark etmeye de başladım. Demek ki, boş bırakılan bir alan anlamlı olabiliyordu. Sonuçta o sayfalarda çözümlenenler alışılagelmiş, sıradan matematik problemleriydi ama ben, matematiğin evreni tümüyle kucaklayan soyut bir düzen, bir ahenk, bir armoni ve dolayısıyla müziğin kendisi olduğunu kavramıştım. O günlerden sonra, dinlediğim her müzik eserinde matematiksel bir yapı ve kurgu arayarak matematik ve müziği beynimde birleştirir hale geldim. Matematik, içimle adeta bütünleşmiş ve ruhumda yepyeni melodiler oluşturmuştu.
Yıllar sonra çağdaş eserlerin sergilendiği bir müzede, Miro’nun bir tablosu çıktı karşıma. Miro, tuvalin bir köşesine küçük bir figür kondurmuş ve geride kalan kısmı tek renge boyayarak resmi neredeyse boş bırakmıştı. Tablonun önünde oldukça uzun süre çakılıp kaldığımı hatırlıyorum. Gözlerimi dikerek baktığım nesnede sadece boşluk yoktu. Orada aynı zamanda matematik öğretmenimin bıraktığı kareli defterleri görüyordum. Miro, sanki geçmişi yineliyor ve “Bu boşluğa iyi bak! Yapabileceklerin burada gizli…” diyordu. Miro – matematik - kareli defterler ve duvardaki tablo birbirine karışarak içselleşiyor ve yine aynı müziği duyuyordum. Şöyle bir şarkı söylüyordu;
“Boşluğun da bir anlamı var! ”
Demek ki bizi besleyen ve güçlü kılan şey, boşlukları doldurmak için yaratılan tinsel müzikti. Sonra da bizden dışarıya yansıyan…
O halde üretim; özellikle de sanatsal üretim, tek başına pek bir şey ifade etmiyordu. Üretilen eser, içeride bestelenen müziği dışa vuruyor ve taze yansımalara veya suda yeni halkalar doğmasına neden olabiliyorsa eğer, bu sürecin sonunda “boşluk” yepyeni bir anlam kazanıyordu. Yaratıcılık da buydu işte!
Bir defasında, bir şiirimde “şair, kainatı büyütürken “ demiştim. Oysa eksik bir ifadeydi bu. “İnsan, kainatı büyütürken” demem gerekirdi. Asıl olan, üreterek boşluğu doldurmak; böylece yeni ve genişletici bir hareket başlatmaktı. Bu ise, bir anlamda hepimizin göreviydi. En azından daha yaşanası bir dünyada yola devam etmek için…
Böylesi bir düşüncenin çekirdeği matematik ve onun beyinde yarattığı müzik bile olsa, dikkate alınmaya değerdi bence. Çünkü ışık tutarak yol gösteriyordu bize.
Söyleyin şimdi bana; ruhumda besteler yaratarak, çoğalma ve çoğaltmaya yönelten bu bilim dalı; yani “matematik” sevilmez mi hiç?
Ben bir 'matematik aşığı'yım!
……………..
(*) Mahir Hocama saygılarımla…..
(16 Ekim 2003) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından.
Naime ErlaçinKayıt Tarihi : 16.10.2003 11:51:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Batman ranzasında oturan çarpan
Çilli bir yanakta açılan tohum
Gerçekliğini kaybetmiş griden hüzün
Bet beniz kıyısından savrulan gülle
Anlamı karşılayan bent kuram.
Derinin içinde kaybolan bilinç
Çengele asılmış yokluk
Davulun sesi
Uzaktan
Güm be de güm be de ………Güm!
Gibi bir şey işte...
Teşekkürler
Hakan Köse
TÜM YORUMLAR (10)