Tahsin Yücel’in son romanı Kumru ile Kumru, “modern toplum”la birlikte bugün (ülkece) ulaştığımız yaşam biçiminin “tüketim ve eşyalarca kuşatılma” durumuna ironik ve eleştirel bir yaklaşım.
İstanbul’a kocasıyla köyünden gelen Kumru’nun sınıf atlama öyküsünü görüyoruz romanda. Kocası Haydar romanın başında korumalığı bırakmış bir kapıcı. Yücel, kapıcıların toplumsal katman olarak konumlarını da romana taşıyor böylece.
[Aslında Haydar yâni kapıcı yine bir “koruma”; ama bir binanın ve içinde oturanların koruması. Bu koruma biraz farklı. Silâh yok. Yanı sıra bina sâkinlerinin bazı alış veriş işleri hâlledilecek. Bakkala, manava, kasaba vb. gidilecek, siparişler yerine getirilecek. Merdivenler silinecek, çöpler toplanacak. Öte yandan, kapıcı bunu ailesiyle birlikte yapabiliyor. Örneğin kahvede takıldığı zaman, “servis” saati geldiğinde karısı diyelim, onun yerine “servise” çıkabiliyor. Ama öteki korumalıkta, yâni gerçeğinde tabiî ki bu söz konusu değil.]
Haydar, karısının, sınıf atlama ve tüketim toplumunun nimetlerinden “yararlanma ülküsü”nün sonucu olarak tekrar eski işine, korumalığa dönüyor. Roman kuramlarını son derece iyi bilen, anlatım biçimlerine son derece egemen bir yazar olan Yücel, iki çocuklu bu kapıcı ailesinin bireylerini, çevresiyle olan “gülünç çatışma” sürecinde ele almış. Ama yine de kahramanımız Kumru.
Merhaba Dünya
Köyünden kocasıyla gelmiş. Merdiven silmekten, kapıcılık görevini yerine getirmekten başka bir iş yapmıyor. Evleri küçücük bir bodrum dairesi. Bir “buzdolabı” bile yok. Kumru öteki kapıcı karıları gibi “zengin”lerin, yâni binanın üst katlarında oturanların evlerine temizliğe gidiyor. Evlere temizliğe gitmesinin nedeni kuşkusuz ki maddî sorunlar. Genellikle kapıcı karılarının temizliğe gitmesi, kapıcı karısı olmaktan çok, yoksul oluşlarından. Kumru’nun evlere temizliğe gitmesi birden ailenin yaşamını sıçramalı bir biçimde değiştiriyor. Temizliğe gittiği evdeki buzdolabının içini gören Kumru’nun değişim öyküsü de başlamış oluyor.
Roman bana öncelikle başrolünde Peter Sellers’ın olduğu ve Merhaba Dünya (1979) adıyla yıllar önce sinemalarımızda oynamış olan bir filmi anımsattı. Jerzy Kosinski’nin kitle kültürünün bireyin üzerindeki olumsuz etkisini işlediği romanından (Being There, 1971) uyarlanmıştı. Medyaya son derece sert bir eleştiri vardı. Kara câhil bir bahçıvanı anlatıyordu. Yaşamı boyunca bahçıvanlığını yaptığı evden dışarı adım atmamış ve televizyon izlemekten başka bir şey yapmayan bir bahçıvanın, patronu öldükten sonra “gerçek dünya” ile karşı karşıya gelişiydi. Kahramanımız yaşamı hep bir bahçıvanın gözünden ve bahçecilik terminolojisinden değerlendiriyordu. Dış dünyaya “boş bir levha” olarak çıkan bahçıvan, ülkenin ileri gelenlerinin topluluğuna girerek bir “bilge” kişi oluyor ve filmin sonunda da adının ABD başkanlığı için geçtiğini duyuyorduk!
Boş Bir Levha
Kumru’ya dönecek olursak, Kumru bir yandan da “boş levha”. Yâni –Latincesi– Tabula Rasa. Felsefe tarihinde İngiliz aydınlanmasını başlatan filozof olarak geçen John Locke’un (1632-1704) sistematikleştirdiği bilgi kuramına dayanıyor. İnsan doğduğunda (doğuştan getirdiği bazı yetilere karşın) boş bir levha gibidir ve giderek o levha etrafından “gelen”lerle dolar; yâni insan böylece öğrenir, bilgi edinir. Tabula Rasa hiç yazı yazılmamış boş, beyaz bir kâğıtla da açıklanmıştır. Kâğıt giderek dolar, vb. (Ayrıca Condillac; bkz. “Aşkta Hiçbir Zaman Kötülük Olmaz”, Roman’tik Bir Yolculuk, s. 186.)
Kumru’nun dış dünyayla ilişkisini de bu kuramla benzerlik kurarak izleyebiliriz. Kumru da temizliğe gittiği Tuna Hanım’ın evinde gördüğü eşyaların “giz”ini keşfettikçe bilgisini arttırır. Kumru çok çabuk öğrenme yeteneğine sahiptir; ya da şöyle de diyebiliriz, etrafından gelen “bilgilendirme bombardımanı”na olumlu yanıt verir. Ama giderek “eşya”nın esiri olur. (Bu da sınıf atlama edimini getiriyor.)
Burada Tuna Hanım’ın da bazı “feminist” yaklaşımlarıyla, “boş levha”nın dolmasında çok önemli bir katkısı olduğunu söylemek gerekir. Kumru’ya yardımcı olur, bir dönem onun kılavuzudur. Bu süreçte de boş levha ya da beyaz kâğıt giderek dolar. Bilgiyle dolar. Öte yandan, Kumru’nun öğrenme yetisinin güçlü olduğunu da belirtmeliyiz. Buzdolabını “düzenli” (Tuna Hanım gibi) yerleştirmekten, “marketten alış veriş yapabilme”ye, hatta ehliyet almaya, araba kullanmaya kadar hızlıca aşama kaydetmiştir! Dolayısıyla bu bilgiler, Kumru’yu daha iyi yaşamak, çevresindekilerden daha farklı yaşamak için “istek” (arzulamak) aşamasına geçirecek ve bu istekler de (“arzuların sonu yoktur”!) doğrudan kocasından olacaktır tabiî ki…
Haydar’ın, karısının isteklerini yerine getirmesi için tekrar eski işine dönmesi ve patronu İsmail Bey’in yaptığı (belki de Kumru’nun câzibesine kapıldığından dolayı yaptığı) olağanüstü yardım, aileyi kapıcı dairesinden, binanın Boğaz gören üst katına taşır. Böylece, Kumru da arabadan en gelişmiş mutfak âletlerine kadar her şeye sahip olur. Ama zaman zaman da bu eşya/teknoloji onu korkutur. Bahçıvanın yaşadığının tersine bir yabancılaşma var bu noktada.
Önceleri bazı “ev eşyaları”nı taksitle edinmek için yoğun bir şekilde çalışan Kumru, Haydar’ın cinsel isteklerini karşılayamaması, özellikle İsmail’in Bey’ in devreye girmesiyle, evinin kadını olacaktır. Öyle ya, artık Boğaz manzaralı bir evde oturmaktadır, kapının önünde istediği zaman alış veriş yapmak için markete gidebileceği arabası vardır! Artık sınıf atlamıştır! Bu sınıf atlama, kendi “doğal” çevresiyle, yâni öteki evlerin kapıcılarıyla (karıları/kocaları) çatışmasını getirecektir. Sınıf atlayan Kumru, ister istemez bir yandan ötekilerin “hedefe ulaşma simgesi” olurken öte yandan da doğal olarak kıskançlık ve dedikodu da üretecektir.
Kumru’nun bu değişiminde iç çatışmasını da görürüz. Zaman zaman aklını, ruhunu bir şeyler sıkar. Ne var ki arzuları “sonlanmış”, kocası Haydar, mesleğinin cilvesi gereği öldürülmüştür. Ne var ki Haydar’ın öldürülüşünün “eşyayı fetişleştirme”yle ilgisi yâni ironik bir yanı da vardır.
Romanın sonu belki de bize tüm bunların yalnızca Kumru için değil “bizim” için de bir yanılsama olduğu söylüyor. Arabayla şehrin içinde kayboluş, eski akrabalarını bulması, çok sayıda köylüsünün yaşadığı gecekondu semtine rastlantısal olarak gitmesi, oradan çıkması, vb. Özcesi görsel bir kreşendo!
Tahsin Yücel’in romanı için söylenecek çok şey var. Bir “kara kitap” denebilir ya da ironik bir metin olarak da okunabilir. Yukarıda da değindiğimiz gibi modern yaşam biçiminin, insanı teknolojik olarak kuşatmasının ve sınıf atlamanın parodisi...
(Roman’tik Bir Yolculuk, Plan b yay., 2005)
Atilla BirkiyeKayıt Tarihi : 19.4.2016 11:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!