Aramak seni ;
Armağan verilen bir çocuğun tebessümünde,
Toprağa susamış fidanın toprakla buluşma neşesinde.
Uykuya hasret kangren ağrısı ile cebelleşen gözler ile seni izlemek,
Izlemek seni odaklanma telaşında olan göz bebeklerimle,
göz bebeklerime saklamak seni,,
Üstüm başım, dilimde tüy bitiren çiçek iken sandım ki, aynaya baktım. Kırık ayna dökülerek düştüğü yerden fısıldadı; fesleğenin çiçeklenmesine mi benzerim ? Ki fesleğeni kendi çiçeği kuruturmuş, annemden öğrenmiştim. Belki, burada, Mardin' de taş duvar arasından taşan yeşile mi meyleder halim, ki bir evin duvarlarının çürüdüğünü gösterirmiş yine çiçeklenmesi. Fakat taze ölü mezarı gibi karanfil dolan üzerliğim arasından, bir hafiflik ile; umursamaz faniyi, toprağı benimserim; gibi bir iki cümle ile bir ömrü ancak izah edebilirim.
Yine de Dünya' da, iyi ki, çocuklar var. İyi ki, bir ömrü sürdürebilecek soluğu bana verebiliyorlar. Ben, hâlâ soluğu tatmamış bir gırtlağın kulağımda ağlanmasını yutkunamıyorum çünkü. Çünkü insanların olur olmaza ağlandığı, ağlandıkça düğümlediklerini, devede pire diyerek küçümsüyorum.
Kendi Dünya' mın etrafına dönerek,
bir şiiri mırıldanıp duruyorum;
"Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Yazmaya yer arıyordu ömrüm, ama bir ruha denk gelip de yer edinmeyi, hiç düşünmüyordum. Gidip gelip, ekmeğe sarılı çiçekli kağıda seviniyordum. Bir çocuğun saçlarımı okşamasıyla yetiniyordum. Çiçekli elbiseler içinde dönmeyi, şarkılarda kendimi bulduğum faslını, bozuk plak gibi tekrar etmekten usanmıyordum. Sanki ben bu şarkıları ve şiirleri yaşayarak anmak için seviyordum, tek'inliğimi. Ama bazen, güzel gösterişli perdeler çekiyor canım, pencerelerime. Duvarlarımı sıvamak, ütü masası almak, ceviz kıracağı ve fırın. Ve hatırlıyorum, yanılgılarla dolu sandıklarıma kaldırmıştım onları. Yeniden, dökülen duvarlara dayıyorum sırtımı. Gerçeği seviyorum, acı ve çirkin olması, yanıltmayan yerlerinden öpüyorum evreni. Beni, olduğum gibi, bana gösteren çalılar ve bir çırpıda uyuyorum, bendimi. Ben bu yüzden seviyorum kurumuş çiçekleri, ben bu yüzden kendimi; daha ötemiz ve kötüleyeceğimiz yok çünki 💐🌼🌺🎻
Henüz güzelliğinin sırrına erişemediğim için adı konulmamış birçok şiirim var,
Biliyor musun,
Adını koyduğum bu kaçıncı gece ?
Dedim ya güzellik,
Adı konulmamış şeylerin mükemmelliğiyle adına bir düş kurup,
Beklenen, şiirinin ikinci kıtasını henüz noktalamıştım. Raks ederek. Kaçıncı bahar, şarkısını yutkunmuştum son sayarak. Hâlbuki inandım, hiç bir şeyin sonu yok, budur insanı yoran. Yeniden denilenin, sondan sonra sanılan, sonraki adımı yinelediğini. Ne fark eder. Seyir seyreldikçe, eskiyor pencereler. Belki de ben, pencerelere anlamını yüklemek için var olmuşum, ne güzel. Yoldan usandıran bir hikâye cebimde. Eski bir şehri sindiren içime, b'aşka bir hikâye. Ki mühimdir, işte pencere ardındaki benim, ahvâlim. İşte benim, kuş kadarıyla, yuvam Kırığı ve çıkığı olsa da, seyri düz dümdüz bir vadi, penceremin. Ki ben, soluk alamayacak kadar birbirine yakın duran, yüz göz olmamak için içinde kalanlarını birbirinden soğutan pencerelerden kaçtım da geldim.
Ki bir pencerenin en büyük talihsizliğidir, seyrini başka bir pencerenin kesmesi. - Burada nefesim can kırıklarıyla kesilmiyor. Burada nefesim kesiliyor da, erişemiyor diye nefsim; ufuk çizgisi nerede diye.
Mardin,
bana denizin yeşilce ağzıyla küçük harflerini sıralıyor : seyret ki zaman var. Zaman, varoluyor.
Zamanla varoluyorum, gibi avunabiliyorum, Mardin' in boşluklarını kendi lûgatımla doldurdukça; bana oyun bu. - Bu benim, zamanla oyunlarım. Zamanla oyunlarım. Bu benim.
Yine uykusuz geçen bir gecenin yorgunluğu var üzerimde,
Bilmem kaç bahar kadar uzaktasın ?
Ezberimde tekrarlamaktan sıkılmadığım adın.
Şimdi olmayışın var,
Kör olası.
Ha bir de uykusuzluğum !
Neden şiirlerde hâlâ, altını çizdiğim mısralar, karanlık bir ayet gibi inançlarımı körelttir. Neden, bir bataklık gibi gönlümde, yeşermeye hevesli cevherim, endişelenir gün yüzlerinde. Neden yine de suyu akmaz bu çeşmeyi görünce tepesinde sevinçle, beyitler depreştiririm. Hâlbuki beyitlerim de, suyu akmaz çeşmeler gibi, devri geçmiş, yüz çevrilmiş de kendisine; hep bekleyip, hiç bir daha avuç açıp karşısında biri eğilmeyecek ki, içini dökebilsin. İçi.. çürümez mi ?
Sana bunları sormaya gelmedim çınar ağacı. Ceketîmîn rengine denk düşen bir şeyler var bu kadrajda, sen buna da aldırma. Bu benim, beni oyalayan öylesine heveslerim; gelip geçici. Belki de, gelip de, geçmeyecek şeylerin, yerinden edilmesi için. Şimdi ben burada neşelenir, üşüyünce herkes gibi evime gitmem; biraz daha aşağıları, tren yolunu da görmek ister, öyle dönerim. Suya gömdüm seni Sâye. Arın diye. İyileş diye. Belki erersin bir gün daha iyi birisine. Daha iyi birinin suretinde görün diye. Hem denir ki, bir hikayenin altı çizilesi son yerinde; köprünün altından çok sular aktı; mesele sen bile değilsin artık, mesele sonsuza dek yitip giden o an.🌺 Pisilere dalaşmadan geçtiğim sokaklar, yalnızlığım olsun.
Tek kalışım, bu yalın ayak türküler tutturuşum, yalnızlığım değildir, hâlâ.
Hâlâ, haricindedir kimseler; kimsesiz, ki dilsizim. /Üstünü çiçeklerle kapattığım, küflenen mısra./
Özlemle kanayan bir kalbim var benim.
Boğazımda tel örgülü sözcükler besliyorum,
Senin adını ezberleyerek
dile gelmek o kadar da kolay değil.
Bu dikenli sözcüklerimin sana ulaşması için.
Başladığım yerdeyim.
Seni yaşadığım yerde. Asla terk edemediğim sen şehrinde.
Gözlerinin kıyısında biraz seni yudumlarken arada sırada atıştırıyorum dudaklarını.
Tadının damağıma takıldığı yerdeyim.
Sen çilingirinde kaçıncı büyük kim bilir.
Ben senin en çok sesini sevdim.
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi.
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren.
Bana her zaman dost, her zaman sevgili.
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!