Biz Kardeşiz İbrahim, Şiiri - Mehmet Macit

Mehmet Macit
337

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Biz Kardeşiz İbrahim,

(Hikaye)

Okullar açılıp dersler başlayalı, henüz bir ay kadar oldu. Güneydoğunun güzel ilçelerinden birinin merkeze yakın bu şirin köyünde, henüz ikinci yılıma başlamıştım.
İlk tayinim Güneydoğu’ya çıktığında önceleri biraz tedirgin olmuş, fakat burada yaşayan bu güzel insanları tanıdıktan sonra, bazen, iyi ki buraya geldim ve bu insanları tanıdım diye kendi kendime söyleniyordum.
Yeşillikler içinde, meyvesi, hayvansal ürünü bol olan bir köydü,Yiyecek sıkıntısı diye bir sorunum hiç olmamıştı. İnsanların eli açık yardımsever insanlardı. Ramazan ayında hiç yemek yapmamıştım. Ya iftara gittim, yada bana yemek getiriyorlardı.
Ana ocağım, Karadeniz’in uzak bir ilinin yükseklerde bulunan bir köyündeydi. Zengin olmayan, fakat yaşadıkları her ana şükreden insanların, dayanışma içinde oldukları bir köyüm vardı. Köyümü çok severdim. Bu nedenle geldiğim bu köyü ve insanlarını da çok sevmiştim.
İlk yılımda çevreye alışmış, köyde konuşulan Kürtçe dilini ve insanların geleneklerini izlemek imkanı bulmuştum. Yaşantıları, türküleri, oyunları, yemekleri Türk’lerden farklı değildi. Sadece dil olarak farklılıkları vardı ve köyün çoğunluğu Türkçeyi biliyordu. Velilerle ve öğrencilerimle iletişim konusunda sıkıntım yoktu.
Çocukların hemen her sorunu ile ilgilenmem, aileleri ile iyi iletişim kurmam, köyde çok sevilmeme neden olmuştu.
Elimden geldiğince, köyde yaşayan halkın dertleri ile ilgilendim, varsa ihtiyaçları gidermeye çalıştım, ilçeden gelirken verilen siparişleri zamanında teslim ettim.
Velhasıl, ben köyü, köylü beni sevip bağırlarına bastılar.
Öğrencilerimin bazıları yaşça büyük olup, nerdeyse delikanlılık çağına gelmişlerdi. Buralarda okula zamanında gitmek kolay olmuyordu, çünkü insan gücüne ihtiyaç vardı. Geçim genelde hayvancılık olduğu için, çok kere öğrencilerim derslerini aksatıyorlar, bende bu durumu hoş karşılıyordum. Üzüntüm kız öğrencilerinin azlığı, okula gelmekte isteksiz oluşlarıydı. Eminim ki bu duruma, yöredeki baskıcı geleneklerin ve dogmaların etkisi neden olmaktaydı. Okula karşı isteksiz olan kız öğrenciler, camiye gidip orada ders almaktan çekinmiyorlardı.
Ülke yöneticilerinin geçmiş yıllardaki ihmalleri bu sonuçları ortaya çıkarmıştı. Acizane dilim döndükçe, insanların gönüllerini kırmadan kızlarında okuması gerektiğini anlatmaya çalışıyordum. Kısmen başarılı oldum. İkinci yılımda kız öğrenci sayım biraz artmıştı.
Öğrencilerimle ders dışında da beraber oluyor, oyunlar oynuyor, onlara ülke meselelerinde anlayabilecekleri kadarını anlatmaya çalışıyor ve kardeşliğin önemini vurguluyordum. Beni çok güzel dinliyor, akıllarına takılan soruları çekinmeden soruyorlardı.
Bir öğrencim vardı, adı İbrahim. Kara yağız uzun boylu, ergenliğe adım atmış, annesi hastalıktan vefat edince üvey anne elinde kalmış, içli duygulu, bir o kadar yoksulluk çekmiş bir gençti.
Önceleri bana çok mesafeli duruyordu. Genellikle çobanlık yaptığı için okula bile zor geliyor, ilçeyi bile bir kere gördüğünü anlatıyordu. Zaman içinde ona sevgi dolu yaklaştıkça açılmaya, benimle dertleşmeye başlamıştı. Anlattığı sırlarını sakladığım için, her şeyini söylüyordu. Üvey anneden neler çektiğini, babasının ilgisizliğini, okula kaçarak geldiğini, büyüyünce bu köyden büyük şehre gideceğini, ballandıra ballandıra anlatıyordu. İbrahim’in çok güzel hayalleri vardı, inşallah diye onu teşvik ediyordum. Yaz tatilinde memleketime gidip, köyden uzak kalmıştım. Dersler başladığı zaman köye dönünce, İbrahim karşıma geçip beni çok özlediğini, dört gözle okulun açılmasını beklediğini açıkça anlattı ve gözleri doldu. Dedim ya çocuk çok duygulu, sevgi dolu, yeter ki biraz yaklaşılsın.
İbrahim okuma yazmayı iyice öğrendiği ve güçlü kuvvetli olduğu için okulun, boya badana ve diğer işlerinde bana yardımcı oluyor ve yaptığı işlerden dolayı mutluluktan havalara uçuyor, artık beni öğretmen değil abisi gibi görüyordu. Tatil dönüşü ona, hediye olarak, ayakkabı, elbise, kıyafet getirmiştim. Yetim olmanın ezikliği vardı yüreğinde. Hediyeleri önce istemedi ama giydikçe nasıl mutlu olduğunu anlatamam.
Günlerim bu köyde, böyle güzellikler içinde geçip gidiyordu.
Burada çalışmaya gelmeden birkaç yıl önce, güneydoğunun bazı illerinde terör olayları tırmanmaya başlamış olup, görev yaptığım bölgede henüz kötü bir olay yaşanmamış olsa da, tedirgin olmamak elde değildi. Hatta çalıştığım bu köyün, ileri gelen insanları ile konuştuğumda, onlarında bu kötü gelişmelerden rahatsız olduklarını, alçak sesle de olsa dillendirdiklerine şahit oluyordum. İlçenin genelinde, Vatanına ve bayrağına bağlı bir halk yaşamaktaydı.

Ekim ayının ortalarındaydık, havalar daha soğumamıştı. Bir hafta sonu gecenin ilerlemiş vaktiydi ve uykudaydım. Yattığım evin kapısı hızlı hızlı çalıyordu.
Uyanıp ne olduğunu anlamaya çalışırken, İbrahim dışarıdan;
-Öğretmenim! Öğretmenim,
Diye bağırıyordu.
Telaşla ve merakla üzerime bir şeyler giyip kapıyı açtım. Ay ışığında İbrahim’in karmakarışık yüzünü gördüğümde bir an neler olduğunu anlamaya çalıştım. Karşımda korkudan titreyen, derin derin soluyan biri vardı.
İbrahim korkmayan bir çocuktu, gecenin bu vaktinde onu böyle korkutan neydi acaba diye düşünürken, zorlukla bana;
-Öğretmenim, öğretmenim…PKK(pekeke) köye gelmiş, kahvede insanları toplamış konuşuyor, silahları var, senide çağırıyorlar, kaç öğretmenim kaç git…
Çocuk sustu, titremesi iyice artmış, korkudan büyüyen gözlerle bana bakıyordu.
Bir an ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırmıştım.
-Dur hele İbrahim, telaş etme, bize dokunmazlar, konuşur giderler. Gitmezsem belki daha yanlış anlayıp olay çıkarırlar. Ben üzerimi giyinip geleyim.
Üzerimde serin bir ürperti dolaştı, bir an için bana bir şeyler yaparlarsa diye düşündüm, korkmuştum ama henüz buralarda insan öldürme, saldırı gibi faaliyetleri yoktu diyerek kendimi ferahlatıyordum.
İbrahim de benimle beraber, kahveye dört- beş yüz mesafedeki evden ayrılıp yola çıktık.
Konuşmuyorduk, daha doğrusu benim cesaretim yoktu, çocukta sadece susuyor ara sıra bana bakıyordu. Gözlerinde ki derin endişeyi görmemek mümkün değildi.
Beş on dakika sonrası kahveye vardığımızda, kahve önünde ellerinde silah olan beş altı kişi yüzleri peçeli vaziyette bekliyor, etrafı kontrol ediyorlardı. Bizleri görünce içlerinden biri, bana doğru gelip;
-Üzerinde silah var mı Öğretmen?
Dedi.
-Hayır, isterseniz bakın,
Dedim.
İnanmış olacak ki;
-Tamam içeriye gir öyleyse.
Kapıyı açarak içeriye girdiğimde, içeride aynı şekilde giyinmiş, dört tane daha PKK’lının olduğunu gördüm. Benim geldiğimi görünce içlerinde konuşma yapan susarak, karşıma geldi ve beni de köylülerin yanına itti. Ardından başladı bir takım sözler söylemeye, PKK övgüsü yapmaya, Kürt Devleti kuracaklarından falan bahsediyordu. Ben sadece susuyor yüzlerine bakmamaya çalışıyor, ne olur ne olmaz, adamlar bakışımdan rahatsız olmasınlar diye, başka yönlere bakıyordum.. Aradan yarım saat geçti geçmedi, birden bana dönerek, Türk Milletine ve bayrağına küfretmeye, aşağılamaya başladı. Ağır hakaretler ediyor, beni kışkırtmaya çalışıyordu, galiba amacına ulaşmıştı.
Artık kendimi kontrol etmem mümkün değildi, ne ölüm, ne ailem, ne hiç kimse aklımda değildi. İstek dışı bir çıkışla onlara dönüp;
-Şerefsiz namussuz satılık uşaklar, bu ülke sizi doyurmaktan başka size ne yaptı, benim bayrağıma Milletime küfür edemezsiniz.
Ortam bir anda buz kesmiş, ben bile söylediklerime şaşırmıştım. Artık olanlar olmuştu. PKK’lılar yanıma gelerek beni kahvenin boş bir köşesine doğru çekiştirirken, yine küfür etmeye ve hırpalamaya başlamışlardı.
Liderleri olduğu anlaşılan biri;
-Durun, bu köpek ölümü hak etti,
Derken, tekrar kan beynime sıçramış, bende onlara;
-Vatan haini satılıklar asıl köpek sizlersiniz,
Diye bağırırken göğsümü germiş, karşılarında yiğitçe durmuştum. Ölmek yada yaşamak, benim için anlamını yitirmişti.
Silahları bana doğrultup tam ateş edeceklerdi ki, o anda beklenmeyen bir şey oldu ve İbrahim koşarak;
-Hayır, ateş etmeyin öğretmenime, dokunmayın…
Diyerek kendini önüme siper etmeye çalışırken silah ateşlenmiş, ilk kurşun İbrahim’in göğsünü parçalamış, sarsılan İbrahim’in parçalanan göğsünden kan fışkırıyordu.
- Neden, İbrahim neden,
Diyerek İbrahim’i kucaklayıp gözlerine baktığımda, gözleri gülüyordu. Boğuk ve hırıltılı bir ses boğazında çıkarken;
-Öğretmenim, öğretmenim, seni çok seviyorum…
İçimde büyüyen kin ve nefretle, bir anda üzerlerine atılmak isterken, boğazımdan son haykırış çıkıyordu;
-Allahsız, şerefsizler, Vatan düşmanları,
Üzerime gelen sayısız kurşunun acısını bile duymamış, içimdeki nefretle bağırmaya çalışırken, bir yandan da yere düşen İbrahim’e sarılıp son nefsimi veriyordum.

Kardeş halkın çocuklarının ölüm anında birbirlerine sevgiyle sarılmaları, orada bulunan insanların yüreklerini parçalamıştı.

Hikayemiz;
Bu Vatan’da aynı Bayrak altında yaşayan, et ve kemik gibi kaynaşmış, Bir Millet’in kardeş çocuklarının hikayesidir. Sömürü düzeninin kahpe elleri, satılık maşalar, elbet bir gün kırılacak ve şehitlerimiz ilelebet gönüllerde yaşayacaklardır. Ruhları Şad olsun.

Bu hikaye, güney doğuda görevleri sırasında PKK saldırısı sonucu şehit olan tüm öğretmenlerimin anısınadır.

Mehmet Macit
10.08.2012

Mehmet Macit
Kayıt Tarihi : 3.4.2014 22:11:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Perihan Pehlivan
    Perihan Pehlivan

    kutlarım. gerçekler bunlar ama saltant uğruna herşeye göz yumanlara diyecek lafımız yok. onlar cehennem ateşini bile götürür. tüm şehit öğretmenlerimizi saygı ile anıyorum.kul hakkını hiç sayanlar hesabını elbet verecek dünyada ve ahirette.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Mehmet Macit