Biz De Yalnızlığı Tek Başımıza Yaşadık…

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Biz De Yalnızlığı Tek Başımıza Yaşadık…

Bir çocuğun bir damla gözyaşı, benim ömrümce ağlamama fazla gelirdi diye düşündüğümden ki çok çabuk büyüdüğümü hissettim ki artık çocuk yüreğimden yaş akmasın diye...
Ve arda kalan, utangaç bakışların ardından, bir anlık bakıştan sonra, kalan ömürce sürecek olan bir kök anı...

Sözün kısası, bu kadar uzun yazmalardan sonra, senin gidişinden sonra, pek fazla yaşayamayacağımı sanmıştım, oysa gidenler de, unutulmak istendikçe mıhlanırmış insanın beynine, nasıl boğsam bu düşünceleri diye düşündükçe avuçlarım tırmalanmaktan kan sızıntısıyla doluyordu, oysa var ya, hepsi boşmuş, bir bakıyorsun bir gazetede, ağlayan insanı görüyorsun ki, zapt edilmez hislerle, acılanıyor insan, tıpkı düşen bir yaprağın süzülüşünü tarif ederken bir türlü sonlanamayan şiir gibi ve böylece içimden bir hırs her an, her gece sabaha ulaşıyor…
Bazen insanın kaderi şiirlerden düşer, demek de o kadar da güç değilmiş…
Bazen insanın kaderi şiirlerden düşer…

Ben bu sebeple gidemiyorum ki senden, gitmek istesem de gitmem ki, hayat bu zorladığımız, çoğu zaman da zorlandığımız, mecburuz kök salmaya, köklenmeye, bu yüzdendir aşk sana mahkumum deriz sevdiğimizin yüzüne, kaç yıl oldu ki seni sakladığım, kaç yıl olacak daha, saklayacağım, omuzlarımdaki en güzel yüktün sen...

Vur dostum dibine elinde nen varsa ki dökülsün geceye...

Omuzlarımdaki en güzel yüktün sen...
Tüm varoşlar boşaldı,
tüm kaldırımlar ıssız,
teklik bu çamur deryası düşüncelerle,
sadece zorunlu bir bekleyiş bu şehirde,
tek başına kaldırımlarda bir ben,
tek kişi sanki bu koca şehirde bir ben,
gitmek istesem de gidemem inan diyorum kendi kendime,
herkesler kayıplarda bu şehirde,
bir ben tutsak bu şehre,
bir de ben gidebilsem ki kopacak bu düş görüntüleri,
alıp başımı vursam kendimi bir başka gurbete,
gurbet olsa acımı öretecek
ki sen neredesin sevgili,
bir bak arkana düşmüş bir beni gör,
tek başa kendini duvarlara çarpan bir benle konuş ki,
sussun tüm bu şehir...

Saçlarına yağmur serilmiş, her teli göz uçlarına akan yağmuru biriktirmiş, her saç telinde gözlerim birikmiş, seni gördüm bu gece yağmurda, sen yaşadım bu gece yağmurla...

Tuttuğum bir avuç kordu aşk adına, avuç yangınından fazlaydı aslında bedenimin sol yanının yanması, hayatı bir tutam ateşle zapt ettikçe, yarınların hasreti kol gezdi yangın yeri gibi olan sol yanımızda…
Her yüzüne bakışımda, bitmeyesiye sayfalara şiir yazmak gelir içimden, ama korkarım ömrüm yetmeyecek seni şiirlere dökmeye, geceler boyu...

Bitmeyen, bitirilemeyen bir uzaklık bu, ikimizin arasındaki duruş mesafesi, kaç yılın ardına saklandı bu hasretin başı, kaç yıl oldu unutulmaz cümlelerle beynimde yuvarlanışın, kaç kişiye sordun beni, ben kaç kişiye sordum seni bilir misin ki, nereden bileceksin, belki de sen hasreti ben kadar yaşamadın, yaşamış olsan "bitsin artık bu yaşamdaki uzak yollar" deyip "bir haber, bir iç çekiş" gönderirdin bana, keza ben de göndermedim ki bilirsin, en azından tahmin edersin çektiğim tüm sıkıntıların kaç acı cümlesine sığacağını, elimde kaç gülme karesinin resmi kaldı bilir misin ki, sahi sakın sorma “benden sonra acılandın mı hiç” diye, sadece bil ki gecelerim çok uzun gelecek sabahlara uğrak anını hep uzattı, bir de gülüşlere hasretimi sorma ki ağlamaları görmeye alıştı artık gözlerim, sana hasreti yazışım oldu sanki bu ama bir kor yangını bu zaman tünemesi, bilesin sevgili, ben seni sadece sevmenin ötesinde, senli yaşadım, kalan şu ömrü…

Gölgesine sindiğimiz bir ağaç vardı hani, şimdilerde yaprak döküyor, altkısmı gölgeli yapraklarla örtülmüş, tüm düşüncelerimi o gölgeliğe serdim, hep sen hep sen nefesi sarkıyor burnuma doğru, tüm hayatımın tamamına yakın kısmını bağladığım sen dolusun tüm gölgelikte, bir dala tutundum sen tutuşları gibi oldu, sallandı tüm bedenim, tüm geçmişim, her yaşam dakikaları serildi yapraklarla beraber gölgeliğe, uzanıp sırtımı toprağa yaslayışım geldi bir anda içimden kopan tüm titremelerle, yine seni andık ben ve tüm bedenim, zihnim, beynime doldun yine anlara sığan bir zamanda, gülümsedim, uzun zamandır ilk defa gülümsedim, sana açmaya karar verdim sensizlikteki hallerimi, bir anda yine kararsızlıkla boş verdim, “sen acılanma” derken bir ıslaklık peydahlandı sol kirpiğimin son telinde, işte yine acılandım kendi kendime, kaç zamanın acılanmaları bunlar, önce sende başlayıp beni saran acılanmalar bunlar, bir anda yine öksüzleştim, yine yalnızımsı düşlere daldım da daldım, yine hayatın pervasızlığı çarptı yüzüme, sen var ya sen, hayatımın hiç pişman olamayacağım yalnızlıkları yaşatıyorsun bana, çünkü doldurmuştum hayatımın tüm karelerini gülümsetmelerinle, artık unutulacak o kadar çok yaşanmışlık var ki, senin haricinde her şeyi silip atmam gerekliliğini öğrendim bu gün tekrar…

Ayazlar basıyor bedenime ağırlık verircesine, bu halimden pişmanlıklarım da yok, her şeyde olduğu gibi üşümelerimde de, donmalarımda da sen varsın, bir başka oluyormuş seni düşünerek omuz donmalarını yaşamak, ağırlığını hissetmek, boş veriyorsun tüm hayatın kırgınlıklarına, kırılmalarına ve inandım ki insan en çok sevdiğini düşününce omuzları donuyormuş gecenin kuytusunda, anladım ki artık, sevgini ağırlığını taşımak da bir özveriymiş ve anladım ki kişi ağlarken yanında kimse olmazmış…

Kalbimin eskimeyen yaması dersem içim sanki boşluktan kurtulacak...
Ben kalan ömrü seni sevmekten ziyade seni yaşadım… İçimde eskimeyen yamam ile…

Bir gün düşersem aklına, beni hatırlamak istersen eğer, geçmişin ışığı ile tekrar aydınlanmak, içinde düşlemek istersen ki beni, hayatın son demini beklemeden, aşına olmak istersen gene eski günlere, beni tekrar içinde yaşadığın günlerde olduğumuz gibi düşün...
Soğuktu, üşüyordum, üşüyordun, buz dağındaydık sanki zirvede, ayrılık şarkıları dinlemiştik, üşüyorduk, kaç mezar taşında yazıyordu aşktan dönüp öldüler diye, donmak istemiyorum sevgili sensiz, bir başkası olmak istemiyorum, sensiz bulutlar hep yağmur taşır, baharı özledim sevgili, baharı, yazın o ayakaltlarımızı yakan taşların sıcaklığını özledim, olmadı seni özledim ki sensiz olmak istemiyorum, başım derde girsin istemiyorum yanımda olsaydın ya sevgili, ben o zamanlarda hep baharları, yazları yaşardım...

Bugün türkülere yazdım seni, türkülerin acı yokluklarına yazdım, sazın telinden çıkarttım senin adını, hıçkırarak ağlamaya başladım her nedense, yokluk çok zor be can, yokluğun çok zor, gidişin bir başka bir zor, yokluğunsa daha bir başka acılara kıvrılmış, hayatın zor kısmı bu zamanlar, zor yaşanıyor kalabalıklarda olmadan varlığın, kaç med cezir oyunlarına düştü sular, kaç gecenin med cezirinde açıkta kaldı kaburgası deniz yıldızının, kaç gece benim sırtımdan kan çekildi yokluğunu sayıklarken donuşlarımda, bu kadar kolay mıydı hayatın insafsız zamanlarında kalmak, gittin gideli dermansızlığım yüzüme vurdu, ben hasreti yazarken yaşayacağım hiç aklımda yoktu, kısadan kesmek istedim bu düşünceleri ama bir düştüm ki Obruk çukuruna çıkmak artık derman ister, kendimi zorluyorum cesaretlendirerek, hayatın acısından çıkacağıma dair umutlandırarak, ama imkânsızı oynuyormuşum bu sarkık oyunda, unutulmazı oynuyormuşum bu karanlık geçişlerin çıkmazlarında, artık sonu gelmeli bu yoksunluğun, bir kar yağmalı örtmeli bu hüzünleri tepeden tırnağa, bir sen gülüşünün sesi çıkmalı karşıma veya gülüşlerinin bir resmi yırtmalı sisleri bir bahar rüzgârı akmalı tepeden aşağıya ve ben düşmemeliyim artık…

Adam elindeki kitabın gizemine dalmıştı okurken, ansızın kafasındaki tüm kargaşaları, beyninin bir kenarına sıkıştırıp, “ömrümün son sesini duyma
zamanına kadar seni dinlerim, Süveyda” diyerek sallanmaya başladı, garip titreyişlerdi bunlar, belki de içinde şu an hissettiği ruhu sarsılıyordu…
Ben kalan ömrü seni sevmekten ziyade seni yaşadım…

Eskimiş bir güneş ışıklarını salıyor… Karanlığa göğüs germiş bir sokağın kaldırım taşlarına ve o taşların üstüne mecalsiz adımlar atan adamın omuzlarına…
Yüreğimin eskimeyen yamasısın dediği yaşam kaynağını anlatan ak sayfalara düşmüş siyah yazıları avuçlarında zapt ettiği, yorgun yüreğinin karanlık bölümüne güç veren, kitaptı elindeki koskoca bir yaşanmışlığın kısadan anlatıldığı…

“Sana inat, kendime inat, yüreğindeki eskimeyen kara yamaya inat, bu yaşamın ilk anından son anına kadar, bir anda girdiğim yüreğinden bir ömür sonra da çıksam, ruhumun izleri salınımlarına devam edecek yüreğinde “ diyordu

Bir alev, bir kor, bir küp su ve geriye kalan yürek ki bir kömür kuyusu…
Yüreğimizin o gizem çukurundan fırlayan öfkeleri kusarak fırlattığımızda boşluğa, yaşamın sarsıntılarıydı yüreğimizdeki siyah noktanın kan dolaşımındaki sızıntıyla veryansın ederken hayatın çukurlarına, engellenmenin tek çaresi “eskimeyen siyah yamaydı” hayatımızı zapt eden, kül ve duman rengindeki yüz yapımızla hayatımızın yol arkadaşlığında tutunmamızdı esas olan yaşamın amacı…

“Ey benim uzaklarım,
ey benim yakınımdaki vesveselerim,
gecelerimin karartıları,
günümün hasreti,
yükseklerdeki Anka kuşum,
dönüşümlerindeki korkularım,
ve
tüm hayatımın karartılarını içine alan,
yüreğimdeki eskimeyen kara yaman,
bir anlık feryadın ile tüm ömrümün sarsılacağı,
üstüne özenle eğildiğim günüm,
ve
içinde yaşadığım karanlık gecelerimdeki bakındığım ışığım…
Nar’ım…

Kalbine iyi bak o kalp artık senin değil, onu koru, sadece onun kanıyla ayakta kalmaya çalış, o kalp seni sevenlerle birlikte attıkça, sen seveninde yaşayacaksın...

O bir savaşçıydı…

Aslında bir çizginin başıydı bastığı,
yalpalamakla devam eden yürüyüşü vardı,
sadece düşme korkusuna yenilmişti ölüm korkusu,
Araf’ın başıydı,
korkuları azap kanyonuydu,
direndi,
özendi ve kaybolmaktan ziyade dayandı zirveye,
kadındı, saçları siyahtı,
bahtım siyah derken,
umutları vardı utkuya dahil,
o bir savaşçıydı, o bir rüzgârın yolcusuydu,
uzandı geçmişten geleceğin moruna,
alı vardı yüzünde,
dalgaları vardı geçmişinde,
utkuydu başardığı savaş sonrası,
o bir küheylana aşıktı,
yelesinden tutardı,
düşürüldü,
yine,
yine tutundu artık düşmesi ömre dayanmıştı,
ama utkusu gururuydu artık...

Ve yağmur ıslatıyordu, önce saçlarını, sonra bedenini,
ardından bedenine çöreklenmişti dünün yorgunluğu,
kayıplardaki arayışına son verdiği düşleri vardı,
ve utku yine onunlaydı, tüm geçmişi yumak yapmıştı...

Artık seni kendimde düşüneceğim tüm çıkmazların girdabında buluşarak, hayatın tüm boşluklarını yamayacağız sessiz ve de öksüz yanları ile birbirimize...
Duvarlardı tüm yoksunluklarımızı sırtımızla yasladığımız...

Geceye gönül koyuyor, sana kızarak nefes alıyor, niye bu yaşamın dakikaları ağır geçiyor diye veryansın ediyor, yarınlardan endişe duyarak bekleniyor, dermansız düşünceler bunlar, sahipsizlikle uzaklara düşmeler bunlar ve hayatı gereğinden fazla zorlamalar bunlar ki, hak edilmedi muhakkak...

Bir cümle vardı hep aklımda, “yüzün ve gözlerin Ay'a yapışıktı sanki.”
Ben her gece, yani bulutsuz ay gecelerinde ben hep gözlerine bakmak isterdim.

En çok hüzün, bulutlu ay gecelerinde basardı bana ve ben en çok bulutlu ay gecelerinde ağlar, sana içimi döken yazıların sözlerini yazardım.
Ben en çok bulutlu ay gecelerinde korkardım, “işte hep o gecelerde sığınırdım Ay kuytusu köşe başlarına. Ki sabahın olmasını, kafamı ceketimin içine sokarak Ay’ın görünmesini beklerdim ki “ben en çok sana, o bulutlu Ay gecelerinde ağlardım.”
Çünkü iç çekişlerimi, kimse duymazdı karanlığın kuytusunda.
Nedense artık bulutlu Ay gecelerinde parklarda dolanamıyorum, nedense Ay bana eskisi gibi gülümsemiyor, o da bezdi benim gözyaşlarımla ıslanmamdan.
Şimdi hayat bize “öksüz Ay tutulma günleri” hediye ediyor ki artık Ay’ın yüzü kararıyor her sene bir kez dahi olsa…

Düşündüm de bir yerlerde hata yapmıştım belki de, kimbilir, belki senin beni sevdiğin gibi sevemedim seni, belki de senin bana bağlandığın kadar bağlanamadım sana…

Galiba senin bana yazdığın ağdalı yazılar, cümleler gibi sana cümleler yazamadım, kimbilir belki de senin sevdiğin şarkıyı sevmediğimi sandın, öyle olsun, sen say işte benim için ne düşündüğünü düşünmedim.

Say ki az biraz kusurlarım çıksın ortaya, ama sen benim seni düşündüğüm gibi düşünebildin mi, tüm dünyada, gittiğinden bu yana beni aradın mı sen, sorup soruşturdun mu, gizli gizli yaban isimlerle peşime takılmaktan başka ne yaptın ha ne yaptın?

Diyeyim sana, beni yıllarca uykusuz bırakacak cümleleri salarak arkamdan, onlarla uğursuz fırtınalar gibi nasıl uğraştığımı seyre dalıp, o sinsi gülüşlerini arkamdan salarak, acemi bir yürekli gibi, etrafında dolanmamı mı istedin, bir beni yerden yere savurarak acılarımla, ardımdan, kısık gülüşler takınmayı bu yaşama reva gördün mü?

Ürken ve hiç benim kadar acılanmayı öğrendin mi ha öğrenip süzüldün mü toprağın gölgeliklerine, bir de kalkmış “benim sevgim vardı” diyorsun, oldu be can yine de senin dediğin kabulüm olsun her şeyde olduğum gibi…
Söylesene “başka çarem var mıydı? ”
İşte bu kadar yazmayı sadece sevginde kalabilmek için yazdım, haksız mıyım ki?

Deli kendine oynadığı zamanlarda herkes gülermiş, ama bir köşede bir insan ağlamaya başlasa, herkesten ziyade en yakınım dediğim baş çevirirmiş, buna sevginin yoksunluk zamanları dediğimizde ise, içimiz sızlarmış ki yaşam iç sızlamaları ile insanı kendine yalnız yaşatmış, işte bu anlarda sinsi gülüşleri tanırız...

Veda’lar her zaman çok zordur ve içlendirir insanı. Kimin kimden ne zaman gideceği, kim kimi ne zaman terk edeceği, uzun uğraşlarla ve de düşünceler, sonunda alınabilen kararlardır.
Çünküsü, niçini yoktur, sebepler kelimesi olarak “sadece” demek de yoktur. Belki de acıma duygusu da inceltilmiştir, geriye dönüp “keşkeleri” içine sebep olarak koymak da yoktur, sadece gidilir. Arkasından kimin daha çok ağlayacağı, kimin daha çok kinleneceği asla belli değildir. Sadece görülür ki giden de, kalandan çok ağlar, kalansa sadece içine gömdüğü tüm örselenmiş duyguları acı bir intikam hissine dönüştürür ama asla uygulayamaz.
Ne kendine ne de gidene zarar veremez, sadece sonunda kalan “tiksindim artık senden” derken teselli arar kendine, giden de tüm uygulamalarından zevk duyar gibi olsa da için için bir gün çürümüş olur.

Sadece bir gerçek vardır, her ikisi de birbirlerinin hayattan zarar görmelerini kabul edemezler, sonunda hep ayrılık şarkılarının en koyusunda bulurlar kendilerini. Çoğu zaman da kendilerine yazabildikleri kadar şarkılar yazıp, o şarkılarla ağlarla, “hayat sensizlikle zordur sevgili” derken bile ayrılık zordur diyemezler…

Biz de yalnızlığı tek başımıza yaşadık…
Seni sevmekten ziyade seni yaşadım ben… Demekle hayata tekrar bağlandıklarını hissederler, belki de…

Adam kendi kendine, etrafından birkaç kere dönerken, yumruklarını sevecence sıkıyordu, ansızın başını havaya doğru kaldırarak, kısık ve içten bir yalvarışla, “kalbini sev” dedi, çünkü sen onun emanetisin, düşünme bir kere daha sev kalbini, çünkü sadece o anlar senin sevgiyi tanıdığını, bir de içinde eskimeyen yaman senin dedi…

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 25.11.2013 17:19:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4